Serhat Güvenç

Serhat Güvenç

11 EYLÜL YAZILARI - 5 : Türk ABD İlişkilerinde Irak Çıkmazı

Türk-Amerikan “stratejik ortaklığı”nın çöküşünün tohumları Soğuk Savaş’ın son on yılında atılmıştı.
Bu, ABD’nin, Ortadoğu’ya doğrudan askeri müdahale için gereksinim duyacağı askeri ve diplomatik altyapının büyük ölçüde tamamlandığı dönemdi.
Kurulan altyapı kaçınılmaz olarak Türkiye’yi de kapsıyordu. Karargâhı Florida’da bulunan Merkez Komutanlığı (CENTCOM), İncirlik dışında, Batman, Malatya gibi hava üslerinden yararlanmanın hesabını yapıyordu.
1980’lere dek Türk-Amerikan askeri ilişkilerinin yürütüldüğü ana mecra ABD’nin Avrupa Komutanlığı’ydı (EUCOM). Brüksel, Mons ve Napoli’deki NATO karargâhları, Türk ve ABD subaylarına sosyalleşecekleri mesleki ortam sağlıyordu.
BARIŞ ZAMANI İTTİFAKI
Türkiye’nin ABD ile ittifakının bir barış zamanının ilişkisi olarak kaldığını not etmek lazım. Zira, Kore iki ülke askerlerinin birlikte savaştığı ilk ve son cepheydi.
Soğuk Savaş’ta iki ülkenin kurmayları gerginliğin sıcak çatışmaya dönüşmesi durumunda yapacaklarını planlıyor, tatbikatlar gerçekleştiriyordu.
Bunların büyük bölümü Trakya’da, özellikle de Gelibolu Yarımadası’nda yapılıyordu ki bu aslında NATO ve Türkiye’nin olası bir savaştaki coğrafi önceliklerini yansıtıyordu.
Boğazların ve dolayısıyla Trakya’nın savunulması yaşamsal sayıldığından, karargâhı İstanbul’da bulunan 1’inci Ordu ve ona bağlı Çorlu’daki 5’inci Kolordu, atamalar ve teçhizat tahsisinde aslan payını alıyordu.
SOĞUK SAVAŞ BİRDEN BİTİNCE

Turgut Özal ve George Bush
21 Temmuz 1991


Amerikan ordusu açısından Avrupa cephesi öncelikli olduğu için iki ülkenin geleceği en parlak subayları arasında erken aşamalardan itibaren tanışıklık oluşuyordu. Soğuk Savaş’ın ani bitişi ve Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında yaşananlar, Ankara ve Washington arasında stratejik ve askeri ayrışmayla sonuçlanan olaylar zincirini tetikledi.
1991’de ABD’nin Türkiye’deki üsleri kullanma talebi içeride büyük tartışmalara yol açtı. Ortada bir BM Güvenlik Konseyi kararı da vardı. Gücünün zirvesini çoktan geçmiş olsa da rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal, muhalefetin tüm itirazlarına karşın, ABD’ye istediği desteği verebildi.
ABD’NİN YAŞADIĞI YANILSAMA

Bush, AKP Genel Başkanı’yken
Erdoğan’ı Beyaz Saray Roosevelt
Salonu’nda ağırlamıştı. 10 Aralık 2002.


Bu savaş sırasında Türkiye’nin beklentileri karşılamış olması Washington’da 2003’e dek süren bir yanılsamaya yol açtı.
Varsayım şuydu:
Türk siyasi seçkinleri ve kamuoyu ABD’nin Türkiye’ye komşu ülkelere askeri müdahalelerine sıcak bakmıyordu. Ancak iş ciddiye bindiğinde hükümet ve genelkurmay Washington’a destek verecekti.
Türk tarafı ise
1991 Harekâtı sonrası yaşananlardan iki ders çıkardı.
İlki, komşu ülkelere müdahaleler Türk sınırlarına doğru büyük çaplı göçe neden oluyordu. Bu göçler Türkiye’yi içeride ve dışarıda zora sokuyordu.
Ayrıca savaş sonrası Kuzey Irak’ta ortaya çıkan iktidar boşluğu, PKK’nın güçlenmesine imkân sağlamıştı.
Bu iki parametre, günümüze değin Türklerin bölgeye yönelik ABD askeri müdahalelerine bakışını biçimlendirdi.
1990’larda TSK giderek daha fazla “iç güvenlik harekâtı” icra eden bir orduya dönüştü. 1’inci Ordu ve 5’inci Kolordu’nun Soğuk Savaş’taki önceliği bitti. Güneydeki birliklerin bağlı olduğu 2’nci Ordu ve iç güvenlik harekâtının sorumlusu 7’nci Kolordu, Türk ordusunun gözdeleri oldular.
Batı’daki birlikler bile çift konuşlu kuruluşa geçip muharip unsurlarını güneye kaydırdılar.
Bu durum zamanla Türk askeri kültüründe bir farklılaşmayı beraberinde getirdi. NATO hâlâ ayakta olduğu için TSK’nin bir bölümü ittifakın önceliklerine göre iş yaparken, ağırlıklı kısmı iç güvenlik harekâtı yürütüyordu.
Bu harekâtlar CENTCOM mıntıkasına komşu bölgelerde yürütülüyordu. TSK’nin terörle mücadele nedeniyle geçirdiği dönüşümün benzerini ABD silahlı kuvvetleri de geçirdi. 11 Eylül sonrasında ABD’nin askeri gücünün ağırlığı CENTCOM’a kaydı. Dolayısıyla Türk ordusunun muharip unsurları ile ABD Merkez Komutanlığı arasında güven tesis edecek iletişim imkanı olmadı.
DİP NOKTA: BORDO BERELİLERE SÜLEYMANİYE BASKINI
Bu güvensizliğin dip noktasını
4 Temmuz 2003’te ABD Özel Kuvvetleri’nin Süleymaniye’de bir baskınla Türk muadillerini başlarına çuval geçirerek gözaltına alması oluşturdu.
ÖZEL KUVVET RACONU
Yıllarca Özel Kuvvetler’de görev yapmış bir emekli general 2008’de yaptığımız bir görüşmede, “Amerikalılar Özel Kuvvetler raconunu hiçe saydılar” demişti.
Aktardığına
göre özel kuvvetler esir aldıkları düşman özel kuvvetler
mensuplarına
bile ölçülü ve saygılı davranırmış.
İLİŞKİLERİ DÜZELTME NİYETİ YOK!
Türk Özel Kuvvetleri mensuplarından esirgedikleri bu tutum, ABD’nin 1 Mart sonrası Türkiye ile askeri ilişkilerini düzeltme niyetinde olmadığına işaret ediyormuş. Hiç ABD karşıtı sayılamayacak bu general açısından Amerikalılar bu hamleleri ile ilişkileri toparlamak için bile bile zemin bırakmamıştı.
Bu arada ben uzun bir aradan sonra nihayet ABD’ye gidebildim.
ABD Deniz Harp Okulu’na yapacağım seyahat 11 Eylül saldırıları nedeniyle gerçekleşmemişti.
Üç yıl sonra bu kez ABD Kara Harp Okulu West Point’e, “Askeri Tarih Yaz Semineri” için gidiyordum. Giderken biraz tedirgindim. Askeri bir ortamda Türkiye’ye dair düşüncelerin pek sıcak olmasını beklemiyordum.
West Point tarih bölümünde sivil öğretim üyelerinin yanı sıra akademik dereceye sahip muharip subaylar ders veriyordu. Bunlardan bir piyade albay Irak’tan yeni dönmüştü.
YANLIŞ GİDEN NEYDİ?
Sohbetlerimiz ister istemez Irak’a bağlanıyordu. Bu Albay, 4’üncü Piyade Tümeni’nin tugaylarından birinin komutan yardımcısı olarak 2003 işgaline katılmıştı.
“Ne yanlış gitti
Serhat?” diye sordu.
“1 Mart Tezkeresi”ni soruyordu.
“Oysa her şey en ince ayrıntısına dek hazırlanmıştı” diye ekledi.
“Müzakereler çok kötü yürütüldü. Kamuoyu da ikna edilemedi. Üstelik BM Güvenlik Konseyi kararı da yoktu” yanıtını verdim.
İşgal nispeten hızlı gerçekleşmişti. Ancak 2004 yılına gelindiğinde El Anbar, Felluce gibi yerlerde ABD ordusu baltayı taşa vurmuştu. Muharip safha bittikten sonra ABD ordusunun bocalaması, hatta çuvallaması herkesi şaşırtmıştı. Ucuz bir zafer kazanılmış ama bir türlü siyasi hedefler elde edilememişti.
ABD SUBAYI KENDİ BAKANINA VERİP VERİŞTİRİYOR
Ben, Irak’tan dönen ABD subaylarının kendi ülkelerini biraz daha kayıran bir yaklaşıma sahip olmasını beklerdim. Tam tersi söz konusuydu. Eleştirileri çok sertti.
En çok da Savunma Bakanı Rumsfeld’e verip veriştiriyorlardı. “It’s about numbers” yani sayılar önemli diye düşünüyorlardı. Rumsfeld başından itibaren işgale katılacak asker sayısını sınırlamıştı. Şimdi ABD birlikleri bunun ceremesini çekiyordu.
Dayanamayıp bu albaya sordum:
“Siz Vietnam deneyimi yaşadınız. Hiç mi alınan ders yok bunlardan?”
“Serhat, çatışmalar sona erdikten
sonra ne yapaca-
ğımıza dair tek bir talimat yoktu görev emrimizde” dedi.
“Duruma göre hareket edilecektir” mealinden genel geçer bir ifade varmış sadece ellerinde.
West Point deneyimi, Amerika’nın neye bulaştığından haberdar olmadığı düşüncemi teyit etmiş oldu.
Bir şey daha gözlemledim.
Tamamen profesyonel bir ordunun savaş zamanı geri hizmetler için yeterli insan gücü bulmada sıkıntı çekebileceği.
ABD iki cephede birden savaş yürütüyordu ve elinde yeterli askeri yoktu.
West Point yerleşkesinde bol miktarda öğrenci ve subay vardı ama rütbesiz asker gördüğümü anımsamıyorum. Bir ara sempozyum katılımcılarının okuldan uzak bir yere götürülüp getirilmesi gerekti. Bir askeri minibüse doluştuk. Aracın şoförü bir piyade yarbaydı. Siyaset bilimi bölümünde öğretim üyesiymiş. Tarih bölümündeki meslektaşlarına destek için gönüllü olmuş. “Bu tür işler için asker kalmadı” dedi.
Aradan geçen 17 yılda ABD’nin geleceği parlak subayları hep CENTCOM’da görev yaptılar. Bu görevler, Türk muhataplarıyla sosyalleşme imkanı sağlamıyordu. Türk subayları da 2011’den sonra Irak’a ek olarak Suriye’de görev yaptılar. Bu muharipler, artık müttefikleri ile aynı safta olduklarını düşünmüyor doğal olarak. Ortada güvene dayalı bir ilişki de kalmadı.
SONUÇ…
Washington’a gelince 1 Mart 2003’te Türkiye’ye ilişkin varsayımlarının ne kadar yanlış olduğunu gördüler. Onlar da ifrattan tefrite savruldular.
Artık Ortadoğu ihtimalat planlarında Türkiye’yi askeri olarak hiç mi hiç hesaba katmıyorlar.
Sonuç olarak Soğuk Savaş sonrası Irak, iki ülkenin stratejik çıkarları ve askeri kültürlerinin ayrıştığı “cephe” oldu.
75 yıllık Türk-Amerikan “stratejik ortaklığı”nda bugün gelinen nokta “tasfiye halindeki” ortaklıkları andırıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serhat Güvenç Arşivi