Transfer çare mi, yıkım mı?

Galatasaray’da yaşanan sıkıntı her geçen gün biraz daha boyutlanarak sürüyor. Özellikle başka türlü bir hak-hukuk mücadelesi içinde olduğunu ileri süren Fırat Develioğlu’nun başkan adayı oluşu ilginç bir gelişme. Seçimin de ona zaman kazandıracak ama Galatasaray’a birşeyler kaybettirecek kadar ileri tarihe alınması, pek iyi şeyler düşündürmüyor.

Yine de temel görüşüm değişmez: Bunlar günlük birtakım gelişmeler. 3 gün önce, 5 gün sonra hepsi hallolur. Asıl büyük sorun, 117 yıllık kulübün nasıl yönetileceğinin hala tam olarak belirlenmeyişi. Yani kurumlaşma denilen kavramın çok uzağında kalınmış olması. Üstelik bu durum daha uzun yıllar sürecek gibi görünüyor.

Geçmişte bu noktadaki eksiklik, geleneksel yöneticilik anlayışıyla gideriliyordu. Yani belli bir döneme kadar yönetime gelenler hem Galatasaray’ın 5 kuruşunun boşa harcanmaması yolunda büyük titizlik gösteriyor hem de mutlak surette kulübe bireyler kazandıracak işler yapıyorlardı.

Ayrıca son derece güçlü kişilerden oluşan yönetim yapıları söz konusu idi. Örneğin, Dr. Ali Tanrıyar’ın 1986-1990 dönemindeki yönetiminin içinden çıkan başkanlar bunun çarpıcı bir örneğini oluşturur. Alp Yalman, Faruk Süren, Özhan Canaydın, Ergun Gürsoy gibi yöneticileri bugün bulabilmek olanaksız gibi görünüyor.

Dr.Tanrıyar’ın, Başbakan Turgut Özal’ın bacanağı olmak gibi bir avantajı değerlendirerek kulübe kazandırdıklarını, o dönemi izleyenler bilir. Öteki yöneticilerin de ellerini ceplerine atma konusundaki özverileri inanılır gibi değildir. Önemli miktarlardaki alacaklar kulübe bağışlanmış, bu durum bir gelenek halini almıştır.

Ünal Aysal döneminde bu konuda başka bir yola girildi. Aysal, Galatasaray gibi bir kulübün hiçbir nedenle daralma-küçülme gibi yollara giremeyeceğini, hep büyüme yolunda olması gerektiğini düşünüyordu. Sneijder, Drogba transferleri gibi büyük adımlar hem başarıyı getirmiş hem de taraftarı mutlu etmişti. Ancak kulüp yönetimindeki görevlilere de büyük paralar ödenmesi başta olmak üzere öteki savurgan harcamalar nedeniyle kısa zamanda sorun oluşturmaya başladığı da görmezden gelinebilecek gibi değildi. Rahmetli Duygun Yarsuvat’ın kısa görev dönemindeki en büyük hamle bu kişilerin işten çıkartılmaları yoluyla yapılan tasarruf olmuştu.

Geleneksel tavrın son temsilcisi rahmetli Mustafa Cengiz oldu. O da Galatasaray’ın 5 kuruşunun ziyan olmaması için büyük çaba gösteren, bazı kayıpları cebinden karşılama özverisi gösteren bir yöneticiydi. Cengiz’in değeri ve önemi son zamanlarda daha iyi anlaşılıyor.

Şu andaki başkan adayları Metin Öztürk ve Eşref Hamamcıoğlu da o yolda yürümek gerektiğini biliyor ama bir yandan seçimin öteki yöndeki birtakım vaatlerle kazanılacağı düşüncesini de göz önünde bulunduruyor. Yani transfer vaadi oy almak için önemli bir koz olma özelliğini sürdürüyor.

Seçimin gecikmesi nedeniyle Galatasaray’ın yaşayacağı en büyük sorun olarak transfer gösteriliyor. Kesinlikle değildir ama bunu kimseye anlatma şansınız da yoktur. Çünkü son 30 yılda medya tarafından çıldırtılmış kitleler transfer de transfer diye tepinip durur. Siz de büyük ölçüde bu nedenle elinizdekilerden hiçbir farkı olmayan adamlara akılalmaz paralar ödemeyi sürdürürsünüz. Elinde Emre Akbaba ve Emre Kılınç gibi oyuncular bulunan bir takım için Morutan ve Cicaldau için 10 milyon euro bonservis bedeli ödemesinin anlamı nedir? 5 kuruşluk yarar sağlayamadığınız bu oyuncular için dehşet verici paralar ödenmesi düzeni ne zaman sona erecektir?

Son yıllarda mutlak bir gerçekmiş sanılan transferle başarı kazanılacağı anlayışı, futbolumuzu batağa sokan ciddi bir sorun. Bu, yeni yasanın da önemli bir eksiği olarak görülebilir. En az 3 yıllık bir transfer yasağı çok yararlı olurdu. Hemen her takımın kadrosunda zaten 30’ar adam var. Öz kaynak düzeninden de birkaç oyuncu alma zorunluluğu getirdiğinizde hiçbir sıkıntı yaşamadan sezonu çıkarırlar. Avrupa’da başarı mı? Artık o masalları başkalarına anlatın!

Üstelik bu transferlerde neler döndüğüne ilişkin gerçekler de henüz tam olarak ortaya çıkmış değil. Sayın Burak Elmas işin sadece menajer boyutuyla ilgili yarım-yamalak bir açıklama yaptı ama onun çok daha ötesinde birtakım durumların yaşandığı yıllardır hep anlatılır. Galiba transferin önlenemezliği biraz da bundan kaynaklanıyor. Böyle ballı bir kaynağın ellerinden kaçmasını istemeyenler etkili oluyor.

Başarı için, neyi nasıl yapacağını bilen bir teknik direktör hepsinden önemli. Örnekler de çok. Konyaspor sezona toplam değeri 26 milyon Euro olan bir kadro ile başladı. 111 milyonluk kadro değerine sahip Galatasaray’a yaptığı puan farkına insan inanamıyor. Sarı-kırmızılılar yılda 3-4 milyon Euro ödediği bir yığın adamdan hemen hiçbir verim alamazken 200-300 bin Euro’ya oynayan oyuncularla Galatasaray’ın çok önünde yer alan bir yığın takım var. Takım kadrosunun aynı kalarak teknik direktör farkının ortaya konulduğu Antalyaspor ve Kasımpaşa örnekleri de görmezden gelinebilecek gibi değil.

Aslında transferin nasıl bir facia olduğunun çarpıcı örneğini Fenerbahçe oluşturuyor. 4 yılda alınan 69 adamla hiçbir başarı kazanılamamış olması, korkunç bir yıkım. Televizyonlarda yorumcu arkadaşlar hala Fenerbahçe’ye 5 adam lazım 10 adam lazım masalları anlatmayı sürdürüyor. Vatandaş da bunları dinlemeyi çok seviyor. Varabildiğimiz nokta ortada. Bir bataklığın içinde debelenip dururken ille de transfer diye yırtınıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet Çakır Arşivi