2021 Biterken Kürt Meselesi: Bölgesel Durum

Son Güncellenme Tarihi: Aralık 19, 2021 / 13:17

2022’de Irak ve Suriye’deki Kürt meselesi statükosu ve bunu çevreleyen bölgesel statüko birlikte değişebilir, görünen bu. Öte yandan, bütün bu resmin bir de görünmeyen ya da henüz belli olmayan bir tarafı var. Başta İran ve Türkiye olmak üzere, muhtemel görünen bu değişimden memnun olmayacak aktörlerin neler yapabilecekleri…

Geçen sene biterken bir sene sonu muhasebesi yapmış ve Kürt meselesinde 2015 sonrasında inşa edilen yeni statükonun 2021’de devam edecek gibi göründüğünü yazmıştım. Hem bir sene daha geride kaldığından, hem de söz konusu statükonun aynen sürdürülmesinin eskisi kadar kolay olmayacağını gösteren işaretler belirdiği için benzer bir muhasebenin yeridir.

Muhasebeyi bu kez iki kısımda yapmak istiyorum. Kürt meselesinde bölgesel statükonun 2022’deki muhtemel seyrine dair düşüncelerimi bu yazıda, statükonun Türkiye içi seyrine dair değerlendirmelerimi de sonrakinde aktaracağım. Bölgesel durumla başlamak istememin kendimce bir sebebi var: Kürt meselesindeki bölgesel statükonun değişebileceğini gösteren işaretler Türkiye içi statükonun değişebileceğini gösterenlerden daha çok, daha güçlü. Gerçekleştiği takdirde, bölgesel statükodaki değişimin Türkiye içi statükonun değişmesini tetikleyip onunla iç içe girmesi çok muhtemel, lakin şimdilik görünen şu: Kürt meselesinin Irak ve Suriye kısmındaki cari durum yakın zamanda ama az ama çok değişeceğe benziyor.

2016-2017 Statükosu
Değişim işaretlerine geçmeden önce statükonun, cari durumun kendisine dair bir iki cümle edeyim. Kürt meselesinde bugünkü bölgesel statüko, en azından Türkiye’nin dahil olduğu kısmıyla, kabaca 2016-2017 arasında kuruldu. 2016 Ağustos’unda başlatılan Fırat Kalkanı harekatıyla Kürt meselesinin Suriye kısmında, Irak Kürdistanı’nda yapılan 2017 referandumunun ardından Tahran ve Bağdat’la zımni ya da açık eşgüdüm içerisinde atılan adımlarla da Kürt meselesinin Irak kısmında yeni bir statüko inşa edilmiş oldu. Sonrasında yapılanlarla birlikte Fırat Kalkanı operasyonu Suriye Kürtlerinin Türkiye’nin sınır boyunda kesintisiz bir otoriteye sahip olmasını engellerken, referandumla birlikte devreye giren üçlü kıskaç Irak Kürtlerini Kerkük ve ‘tartışmalı bölgelerden’ çekilmeye mecbur bıraktı.
Bağımsız Kürdistan için referandum yapan Irak Kürtleri Kerkük’ün kontrolünü kaybederken, Türkiye’nin güney sınırındaki üç Kürt yerleşimini birleştirmeye koyulan Suriye Kürtleri de Afrin’den ve pek çok yerde sınır boyundan çekildi. Hülâsa, Arap Baharı’nın ve DAİŞ’i yenmiş olmanın yarattığı imkanlarla 2015 öncesinde sahip olduklarından epey fazlasına kavuşan Suriye ve Irak Kürtleri, Türkiye’nin 2016-2017’de bir kısmı Tahran ve Bağdat’la birlikte attığı adımların neticesinde kazandıklarının önemli bir kısmından vazgeçmek zorunda kaldı. Irak’ta 2003, Suriye’de de 2011 öncesi statükoya dönülmedi ya da Bağdat Erbil’i, Türkiye de Haseke ve Kobani’yi ele geçiremedi ama 2015 sonrasında oluşan durum bozulmuş oldu.

Arap Baharı’ndan ve ABD’den Sonra
İşaretler Kürt meselesinin Irak ve Suriye kısımlarında 2016-2017’de oluşan statükonun değişebileceğini, hem Irak hem de Suriye Kürtlerinin hareket alanlarının genişleyeceğini gösteriyor. Aslında işaretler bir başına Irak ve Suriye’deki Kürt meselesi merkezli statükonun değil, bu statükoyu çevreleyen bölgesel statükonun da değişeceğini, en azından Arap Baharı’nın ardından oluşan bölgesel durumun bir biçimde yenileneceğini, Irak ve Suriye’de Kürtlerin durumunun da buna bağlı olarak değişebileceğini gösteriyor.
Sözünü ettiğim işaretlerin daha görünür, daha semptomatik olanı bölgenin neredeyse bütün siyasi aktörleri arasında son birkaç ayda yürüyen yoğun diplomatik temas. Bir seviyede ABD, Rusya ve Fransa gibi ‘bölge dışı’ aktörlerin ‘nezaretinde’ bölgedeki belli başlı devletler arasında, diğer bir seviyede de Irak ve Suriye’deki Kürt aktörlerle bölge devletleri ve bölge dışı aktörler arasında yoğun bir diplomatik trafik var mâlum. Bu diplomatik trafik bir başına önemli olmakla birlikte sözünü ettiğim değişim işaretlerinin yüzeyde olanı, çünkü söz konusu trafiği mümkün ve kaçınılmaz kılan bir arka plan var: Suriye ve Irak’ta 2016-2017 sonrasında oluşan statükoya ve bu statükoyu çevreleyen bölgesel duruma yol veren ana faktörlerin değişmesi ve ‘yeni’ faktörlerin devreye girmesi. Kürt meselesinde bölgesel statükonun değişeceğini gösteren esas işaretler bunlar. 2016 sonrasında Irak ve Suriye’de oluşan statükoyu mümkün kılan geniş bölgesel durumda bir zamandır yaşanan değişme belli bir olgunluğa ulaştığından, Kürt meselesinin Irak ve Suriye’deki seyri de değişecek görünüyor.
Başkaları da eklenebilir ama değişen faktörlerin en önemlileri mâlum: Arap Baharı’nın (büyükçe bir hasarla da olsa) ağırlıkla bölgedeki rejimlerin lehine olmak üzere sona ermiş oluşu, Suriye’de rejimin ayakta kalması, 2011 öncesi bölgesel statükonun en çetin rakibi İhvan’ın bütün bir bölgeden neredeyse silinmesi, DAİŞ’in ‘yönetilebilir’ bir büyüklüğe çekilmesi, İran Körfez geriliminin taraflardan biri lehine bir sonuç üretmeyip tavsaması, Irak seçimlerinin İran’ın Bağdat üzerindeki etkisini zayıflatacak şekilde sonuçlanması vs. Tabii bir de ‘yeni’ bir faktör var: Henüz nasıl bir form alacağı belli olmasa da bir müddettir yürüyen ABD’nin bölgeden çekilme işinin hızlanmış oluşu. (Bölgede yaşanan bütün bu değişime dair iyi bir analiz için Galip Dalay’ın geçenlerde Perspektif’te yayımlanan yazısına bakılabilir.)
İlk bakışta çok çeşitli ve uyumsuz görünen bu değişimlerin ortak bir noktası var ve bölgedeki aktörler arasındaki diplomasi trafiğinin son birkaç ayda aniden hızlanmasının ardındaki esas sebep de bu ortak nokta ve ‘yeni’ bir faktör olarak ABD’nin bölgeden çekilmesi. Ortak nokta şu: İran hariç bölgedeki belli başlı aktörlerin hepsi bir biçimiyle ‘kazanmış’ görünüyor. Bölge devletlerinin hemen hepsi Arap Baharıyla birlikte karşılarına dikilen riskleri büyük kısmıyla bertaraf etmiş olmanın ‘rahatlığına’ kavuşmuş gibiler.
Malum, Suriye rejiminin ayakta kalmış olmasından rejimin kendisi ama daha önemli olarak Rusya (ve kısmen İran), İhvan’ın çökmesinden Mısır ve (Katar hariç) Körfez ülkeleri, Suriye’nin tamamıyla İran’ın kontrolüne girmemesinden ve İslamcılığın genel zayıflamasından İsrail, DAİŞ’in yönetilebilir bir büyüklüğe indirilmesinden ABD ve AB, Kürtlerin Suriye’de sınır boyunca kontrolü ele geçirememiş olmasından da Türkiye memnun. Beri tarafta ise ABD’nin Irak ve Suriye’yle ilgisinin daha ziyade nezaret etmeye dayalı, dolaylı bir form alma ihtimali var. Bu da Arap Baharı sonrası halden memnun olan aktörler için yeni risklerin ve imkânların oluşması demek. Özetle, bölgedeki hemen herkesin kazanma anıyla yine hemen herkes için yeni risk ve fırsatların oluştuğu bir an çakışmış durumda ve bu çakışma hali bölge aktörlerini yeni ilişkiler geliştirmeye ve yeni pozisyonlar almaya sevk ediyor. Bu yeni ilişkilerin ve alınan yeni pozisyonların hem bölge hem de Irak ve Suriye Kürtleri için bugünkünden farklı bir durumu üretmesi muhtemel görünüyor.

Yeni Bir Statükoya Doğru
Bölge devletlerini tedirgin eden tehlikelerin bertaraf edilmiş olmasının yarattığı rahatlamayla ABD’nin bölgenin bir kısmından çekiliyor olmasının yarattığı risk ve fırsatlar kombinasyonundan ne çıkabileceğine gelince… Görebildiğim şu: bölgede Rusya, İsrail, Fransa (ve İngiltere), Mısır ve Körfez arasında bir denge ve bu dengeden meşruiyet alan bir statüko kurulabilir. Geçen birkaç senenin İran ve Türkiye’yle anılan iki ‘aşırılığın’, Şii Hilalinin ve İhvan Kuşağının zayıflamasıyla neticelenmesi ve ABD’nin bırakmaya hazırlandığı boşluk, bölgenin geleceğine ve temel birkaç meselesine dair bu saydığım aktörler arasında bir dengenin ve bu dengeye yaslanan bir mutabakatın kurulabileceğine işaret ediyor.
Sözünü ettiğim, sonunda bölgeye barış ve refahı getirecek türden bir denge ve mutabakat değil tabii ki. Daha çok, esas olarak Irak ve Suriye’nin, kısmen de Filistin meselesinin istikbaline dair bir mutabakattan söz ediyorum. Saydığım aktörler, ABD’nin de dolaylı desteğiyle, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüklerinin korunması ve mevcut yönetimleri üzerinden istikrara kavuşması ve bunun üzerinden İran ve Türkiye’nin bu iki ülkedeki nüfuzunun azaltılmasını esas alan bir programda uzlaşabilecek görünüyor. Bir de daha ziyade iktisadi teşvikler vasıtasıyla Filistin meselesinin akıbeti hakkında. Hülasa, sözünü ettiğim aktörler arasındaki denge İran’ın etkisinin azaltıldığı istikrarlı bir Irak ve daha çok Rusya’nın kısmen de İran’ın nüfuzu, Türkiye’nin de gözetimi altında istikrarlı bir Suriye şeklinde bir mutabakata kapı aralayabilir görünüyor.
Öte yandan, bu türden bir denge ve mutabakatın hem Türkiye’ye ama daha fazla İran’a karşı ya da bu iki ülkeyi rahatsız edecek bir denge ve mutabakat olacağına şüphe yok. İran, Bağdat üzerindeki etkisinin azalmasından ve Suriye’de ikincilleşmekten memnun olmayacaktır elbette. Nitekim, Irak’ta hem yeni hükümetin hem de Kürdistan Bölgesel Yönetiminin (KBY) karşı karşıya kaldığı tehdit ve saldırılar bu memnuniyetsizliğin izdüşümlerinden olsa gerek. Bununla birlikte, Türkiye de hem içinde en azından şimdilik merkezi bir rol oynamasına yer açılmayan bu denge ve mutabakat durumundan hem de bu türden bir mutabakatın doğal sonucu olarak Irak ve Suriye’de Kürtlerin mevcuttakinden daha fazlasına sahip olmalarından rahatsız olacaktır.
Ancak Suriye’de Kürt kemerinin kurulmaması, Irak’ta KBY’nin bağımsızlıktan uzaklaşmış olması ve muhtemel bölgesel mutabakata bir yerinden dâhil olmakla edinilebilecek diplomatik ve finansal fırsatlar Türkiye’yi bu mutabakata bodoslama karşı çıkmaktan alıkoyabilir. Keza, zor ihtimal ama, nükleer anlaşmaya dönüp tecritten kurtulmak ödülü İran’ı bile bu mutabakata ölümüne karşı çıkmaktansa, (Türkiye’yle birlikte) manipüle etmeyi esas alan bir yola sevk edebilir. Her hâlükarda, itiraz edilecek gibi görünse de bölgedeki bir grup önemli aktör arasında bir denge ve buna dayanan bir tür mutabakat oluşma ihtimali var.

Kürtleri Bekleyen
Sözünü ettiğim denge kalıcı olur da bu dengeye yaslanan bir mutabakat bir müddet işlerse Kürt meselesinin Irak ve Suriye kısmındaki cari durum da bir biçimde değişebilir. Aslında, bu türden bir değişimin başlamış olduğunu söylemek bile mümkün, özellikle de Irak’ta.
Son birkaç ayda Irak’ta olanlar, Kürtlerin 2017 referandumu sonrası sıkıştıkları cendereden çıkmakla kalmayıp Irak siyasetinde eskisinden de merkezi bir rol oynamaya başladıklarını gösteriyor. Irak’taki değişimin birkaç katmanı var. Evvela, seçim sonuçlarının da göstermiş olduğu üzere, Irak’ta İran’a mesafeli Şii Arapların, Irak Kürdistanı’nda ve Bağdat’ta ise KDP’nin etkinliği artmış durumda. Bu iki aktör arasındaki temasın seyri, bunların sadece ayrı ayrı güçlendiklerini değil, ortak bir Irak vizyonunda buluşabileceklerini gösteriyor. İran’ın Irak’taki nüfuzundan rahatsız iki aktör olarak Şii Arapların ve Irak Kürtlerinin çoğunluğu, sözünü ettiğim yeni bölgesel statükonun başat sponsorlarının da teşvikiyle, Irak’ı federatif temelde istikrarlı bir ulus devlet olarak yeniden inşa etmek vizyonunda ama isteyerek ama mecburen ortaklaşmış görünüyor.

Değişimin ikinci katmanında Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) içi güç dengesinin bozulmuş olması var. Irak seçimleri ve YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) içinde büyüyen ayrışma KDP’nin KBY içerisindeki gücünü hiç olmadığı kadar büyütmüş görünüyor. Bu durum, KBY yönetiminin neredeyse eşit biçimde paylaşılmasına dayalı parçalı yapının yavaş da olsa aşılmasına hizmet edecek görünüyor. Nitekim, peşmergenin birleştirilmesine ve Kerkük’e dönmesine yönelik adımlar da bunu teyit ediyor. Değişimin üçüncü katmanında da KBY liderlerinin vizyonunda gerçekleşen dönüşüm var. Son birkaç ayda yoğunlaşan diplomatik temas ve toplantılarda serdedilenler KBY’nin yönetimi altında olmayan Kürtleri de hesaba katan bir pozisyon almaya başladığını gösteriyor. Irak’la beraber Suriye ve Türkiye’ye de devletlerin egemenliğiyle beraber Kürtlerin haklarının da tanındığı ve Kürtler arası sınırları işlevsizleştiren bir genel vizyon önermeleri Barzanilerin KBY ve Irak içinde artan etkilerini ‘dışarıda’ da kullanmaya hazırlandıklarını gösteriyor. Hülâsa, bütün bu hal Irak’ta 2017 sonrasında oluşan Kürt meselesi statükosunun bir biçimde değişebileceğini gösteriyor. Değişimin istikametinin de Irak’ta istikrar, KBY’yle Bağdat arasındaki meselelerin yeni bir yaklaşımla ele alınması ve KDP’nin diğer aktörler aleyhine güçlenmesi şeklinde olacağı anlaşılıyor.
Iraktakiler kadar kuvvetli olmasa da Suriye’de de değişim işaretleri var. Yukarıda sözünü ettiğim yeni bölgesel statükonun önemli bir ayağını Suriye’de rejimin devamını esas alan bir istikrar durumuna geri dönüşte uzlaşılmış olması oluşturuyor. Ne var ki, bu türden bir istikrarın oluşabilmesi için Suriye Kürtlerinin iradelerinin ya tümden kırılması ya da bir biçimde tanınması gerekiyor.

Bölgedeki yeni statükonun sponsorları arasındaki denge Kürtlerin iradelerinin bir biçimde tanınmasından yana oluşmuş görünüyor. SDG temsilcilerinin son birkaç ay içinde hem ABD hem de Rusya’yla görüşmesi ve Avrupalılarla beraber Körfez ülkelerinden gördükleri ilgi bu durumu teyit ediyor olsa gerek. Özetle, Suriye’de rejimin kollanması ve istikrarın tesis edilmesine dönük uzlaşma bir biçimde Suriye Kürtlerinin 2016 sonrasında içine düştükleri durumun da değişeceğini gösteriyor. Suriye meselesinde nüfuzunu arttıran Rusya, rejimle Kürtleri, ellerinde tuttukları toprakların ve sahip oldukları geniş fiili özerkliğin bir kısmından vazgeçmeleri karşılığında Kürtlerin hukuken tanınmış dar bir özerklik edinmesine dayanan bir uzlaşmaya razı edebilir görünüyor.
Hülâsa, 2022’de Irak ve Suriye’deki Kürt meselesi statükosu ve bunu çevreleyen bölgesel statüko birlikte değişebilir, görünen bu. Öte yandan, bütün bu resmin bir de görünmeyen ya da henüz belli olmayan bir tarafı var. Başta İran ve Türkiye olmak üzere, muhtemel görünen bu değişimden memnun olmayacak aktörlerin neler yapabilecekleri…

Mesut Yeğen

1964’te Siverek’te doğdu. Ankara Atatürk Lisesi’nden mezun oldu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden lisans (1986) ve yüksek lisans (1989), Essex Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden doktora (1994) derecesini aldı. Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. Halen İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Türk milliyetçiliği, Kürt sorunu ve Türkiye’de yurttaşlık meseleleri üzerine çalışmaktadır. Yayımlanmış kitapları şunlardır: Devlet Söyleminde Kürt Sorunu (İletişim, 1999), Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa: Cumhuriyet ve Kürtler (İletişim, 2006), Son Kürt İsyanı (İletişim, 2011), İngiliz Belgelerinde Kürdistan (Dipnot, 2012).

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top