KILIÇDAROĞLU’NUN ENTELEKTÜEL KAYNAĞI

KILIÇDAROĞLU’NUN ENTELEKTÜEL KAYNAĞI
Yaşayan en ünlü filozof Jürgen Habermas, çocukluğunda maruz kaldığı travmatik bir ameliyat deneyimi (ikinci damak yarığı operasyonu) sonucu konuşmakta zorlanmaya başlar. Aynı zamanda karşısındaki insanlara kendini anlatmakta...

Yaşayan en ünlü filozof Jürgen Habermas, çocukluğunda maruz kaldığı travmatik bir ameliyat deneyimi (ikinci damak yarığı operasyonu) sonucu konuşmakta zorlanmaya başlar. Aynı zamanda karşısındaki insanlara kendini anlatmakta güçlük çeker. Fikirlerini doğru ifade etmeye çalışırken bir konunun ne kadar önemli olduğunu anlar: İletişim kurmanın. Karmaşık teorik yaklaşımında merkezi yeri olan iletişim, aslında farklı fikirleri olan özneler arasındaki diyalog, etkileşim ve uzlaşmanın en güçlü (akılcı) argümanın rehberliğinde gerçekleşeceği düşüncesine dayanır. Kapitalist sistemde egemen olan “politik yönetim” ve “şirketler”in oluşturduğu “sistem”in kullandığı “araçsallaşmış akıl”a karşı olarak, “iletişimsel akıl”ın yönlendirdiği “yaşam-dünyası”nda (Lebenswelt) farklı fikirleri olan insanlar, demokrasiyi ete-kemiğe büründürecek fikirleri üretebilirler.

Özet olarak, gündelik hayatımızda biz insanlar için dil, haliyle iletişim çok önemlidir. Hele şu internet, sosyal medya ve dijital araçlar çağında. Konuşmadan anlaşamayız. Habermas, 1929 doğumlu; gençliğinde Nazi vahşetini gördü, tanıklık etti ve bu felaketin bir daha yaşanmaması için politik felsefi bir yaklaşım geliştirdi. Zira itaat, biat ve baskıya dayalı Hitler Almanya’sında demokratik dünya için asgari liberal koşullara (kamusal alan, yaşam-dünyası, diyalog, uzlaşma, ötekinin temsili, argümantasyon, özdüşünüm, ortak öğrenme vb.) hiç yer yoktu. Modernist ve seküler Habermas, daha sonra “postseküler toplum” denilen oluşumda giderek tikel çıkar, farklı kimlik ve değişik eğilimlerin bir ortak masa etrafında farklı argümanların yarışarak en akılcı olanın rehberliğinde kurulabilecek bir demokratik yaşamın her şeyden önce özneler arasında öğrenilebileceğini iddia etti.

Nazi felaketi sonrası Habermas, AKP yıkımı sonrası Kılıçdaroğlu oldukça benzer bir kaderi paylaşmak bakımından, farklı kavramlarla (Habermas için “uzlaşma”, Kılıçdaroğlu için “barışma”) ve değişik konjonktürlerde düşünmüş olsalar bile, benzer bir kaygıyı paylaşmaktadırlar: Her türlü diktaya karşı demokrasinin inşası. Nazi dönemi sonrası Habermas şanslıydı zira Almanya, ABD tarafından ekonomik olarak desteklenmişti; üstelik Almanya’nın köklü üniversiteleri, felsefi geleneği ve sanayi gücü vardı. Savaş sonrası on yıl içinde toparlanabilmesinde Alman disiplini, protestan etiği, sıkı çalışma tarzı ve güçlü gelenekleri de önemli rol oynamıştı.

Kılıçdaroğlu, “tek adam”a karşı “çoğul kimlikleri”, “sistem”e karşı “yaşam-dünyası”nı (ülkedeki demokratik güçler, sivil örgütler, farklı çevreler, yaratıcı nüfus, okuryazar kesim vb.), baskıcı rejime karşı “kamusal alan”ı savunan yeni bir süreç başlattı. “Altılı Masa” veya “Millet İttifakı”ndan tutun da sosyal belediyecilik, halkçı hizmet gibi çeşitli alanlara değin birçok sahada çokkültürlü, esnek ve yatay sosyal ilişkilenmenin zeminini de kurmaya çalışmaktadır. Erdoğan’ın ürettiği “negatif sabiteler”e (kutuplaştırılmış halk, kültürel fay hatları, sömürgeleştirici din kavramı, algısal siyaset, tekçi imaj, manipülatif medya vb.) karşı Kılıçdaroğlu’nun “pozitif üretkenlikler”le (barış, huzur, helalleşme, sosyallik vb.) inşa etmeye çalıştığı şey, aslında azami demokrasi anlayışıdır.

Şimdi açılan demokrasi şemsiyesi altında genişleyen muhalefet aslında her gün siyasi işbirliği, kolektif çalışma ve karşılıklı anlayışla yeni şeyler öğrenmekte ve “kriz”, “fırsat” ile değil “kritik” ile aşılmaya çalışılmaktadır. Habermas, postseküler toplum anlayışında, zayıflayan Batı demokrasisine bir ruh üfleyebilmek, güç kazandırabilmek ve zemin verebilmek için semantik bakımdan zengin anlamlar deposu olan dini değerlerin seküler dile/akla tercüme edilmesine dayalı yeni bir entegrasyon modeli (inclusion) önerdi: Din, kamusal alanda temsil edilirken seküler aklın filtresinden geçirilip sistemi güçlendirecek biçimde bir argümantasyona uğratılmalı ve demokrasiyi güçlendirmelidir.

Gültekin Uysal’ın “liberal geleneği”, Temel Karamollaoğlu’nun “dini kimliği”, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın entelektüel ve ekonomik birikimi edindikleri “muhafazakâr zemin” ve Meral Akşener’in “seküler milliyetçiliği”ni bir masanın etrafında uzlaştıracak bir ortak program, kolektif mutabakat ve hükümet programı üretmek hiç de kolay değil. Zihinsel haritaları yırtılıp dağıtılmış, devletin kurumsal yapısı çökertilmiş ve politika bir rant aracına dönüştürülmüşken bu farklı aktörlerin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” adı altında asgari demokrasi inşası sözü değerlidir.

Almanya, son yirmi yılda bir “göç toplumu” olduğunu kabul edip “Leitkultur” (referans kültür) yerine “Multikulti”yi (çokkültürlülük) benimseyip farklılıkları bir tehdit ve tehlike kaynağı değil de zenginleştirici güç olarak nasıl kullanabileceğini öğrendi. Habermas zaten “anayasal yurtseverlik” kavramıyla her türlü konvensiyonel toplum kavramının (kan, gelenek, millet, ırk vb.) ötesinde “tamamlanması” gereken modernlik için yakıt sağlayabildi. Kılıçdaroğlu, belki hiç bilmeden, el yordamı, sezgileri ve deneme-yanılmalarıyla Habermas’ın düşüncelerini takip ediyor gibi.