ANKARA FİLM FESTİVALİ BAŞLADI !

Son Güncellenme Tarihi: Kasım 6, 2022 / 05:19

33. Ankara Film Festivalinde onur ödüllerine ek olarak bu yıldan başlamak üzere Vakıf Özel Ödülleri de verilecek. Bu kategoride festivalin yapıldığı yılda ya da son birkaç yıl boyunca yaratıcı çalışmalarına tanık olunan, ses getiren oyuncular, yönetmenler, yazarlar, görüntü yönetmenleri, kurgucular ve farklı alanlarda çalışan sinema sanatçıları/emekçilerine özel ödüller takdim edilecek.

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 33. Ankara Film Festivali 3 Kasım akşamı MEB Şura Salonu’nda düzenlenen açılış töreniyle başladı. Açılış töreninde Festivalin Onur Ödülleri sahiplerine takdim edildi ve 33.festivalin programı tanıtıldı. Ayrıca açılış töreni Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçıları soprano Görkem Ezgi Yıldırım, piyanist Melahat İsmayilova ve çellist Onur Şenler’in Livaneli Şarkıları konseri ile sona erdi.

ONUR VE VAKIF ÖZEL ÖDÜLLERİ

Ankara Film Festivali bu yıl da zengin bir programla sinema severlere perdelerini açtı. Ulusal ve uluslararası festivallerden ödüllerle dönmüş, yılın merak uyandıran filmlerinden oluşan  program, 3-11 Kasım tarihleri arasında Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda sinemaseverlerle buluşacak. Festivalde bu yıl Ulusal Yarışmalar, Dünya Sineması, Özel Gösterimler gibi bölümlerde toplam 76 film gösteriliyor. Festivalin açılış töreninde Aziz Nesin Emek Ödülü, yazar, müzisyen, senarist, yönetmen Zülfü Livaneli’ye, Sanat Çınarı Ödülü orkestra şefi Rengim Gökmen’e, Kitle İletişim Ödülü ise çevirmen, sinema yazarı, gazeteci, yazar Sevin Okyay’a verildi.

33. Ankara Film Festivali’nde onur ödüllerine ek olarak bu yıldan başlamak üzere Vakıf Özel Ödülleri de verilecek. Bu kategoride festivalin yapıldığı yılda ya da son birkaç yıl boyunca yaratıcı çalışmalarına tanık olunan, ses getiren oyuncular, yönetmenler, yazarlar, görüntü yönetmenleri, kurgucular ve farklı alanlarda çalışan sinema sanatçıları/emekçilerine özel ödüller takdim edilecek. Vakıf Özel Ödülü bu yıl iki ayrı alanda başarı gösteren sanatçıya verildi. Pek çok filmde canlandırdığı unutulmaz oyunculuk performanslarına imza atan oyuncu Farah Zeynep Abdullah ile sinema yazarlığı ve sinema programları ile başladığı kariyerine yapımcı, yönetmen, senarist olarak devam eden Ceylan Özgün Özçelik, ödüllerini açılış töreninde aldılar. Açılış töreni, Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçıları soprano Görkem Ezgi Yıldırım, piyanist Melahat İsmayilova ve çellist Onur Şenler’in verdikleri Livaneli Şarkıları konseri ile tamamlandı.

Ankara Film Festivali’nin en önemli bölümlerinin başında gelen Ulusal Uzun Film Yarışması’nda bu yıl Gizem Kızıl’ın “Bana Karanlığını Anlat”, Onur Ünlü’nün “Bomboş”, Ali Kemal Güven’in “Çilingir Sofrası”, Ziya Demirel’in “Ela ile Hilmi ve Ali”, Ümran Safter’in “Kabahat”, Selcen Ergun’un “Kar ve Ayı”, Maryna Er Gorbach’ın “Klondike”, Özcan Alper’in “Karanlık Gece”, Emin Alper’in “Kurak Günler”, İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı’nın “LCV (Lütfen Cevap Veriniz)”, Soner Alper’in “Mukavemet” ve Çiğdem Sezgin’in “Suna” filmleri yarışacak. Bu filmlerden bazıları hakkındaki izlenimlerimizi paylaşalım:

KURAK GÜNLER

33. Ankara FF Ulusal Uzun Film Yarışmasının şüphesiz en dikkat çeken filmlerinin başında, Emin Alper’in yönettiği “Kurak Günler” geliyor. Alper’in filmi, 75. Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde gösterilmiş ve sonrasında dakikalarca ayakta alkışlanmıştı. Emin Alper, sinematografik yaşamı boyunca sürekli yükselen bir ivme ile sinemasını ileriye taşıyan bir sanatçı. Son filmi “Kurak Günler”, öz ve biçim açısından dikkat çeken bütünlüğü, başrol oyuncuları Selahattin Paşalı ve Ekin Koç’un düeti, başarılı görüntü yönetimi ve müzikleriyle de dikkat çekerken; umalım Emin Alper’in sinematografik macerasında aşamadığı bir zirve olarak kalmasın.

“Kurak Günler”, ülkemizin Cumhuriyetin kurulması sonrasında baş etmekte zorlandığı ve yenik düştüğü feodal ilişkiler ve bu ilişkilerin yarattığı otoriter düzenin sonucu olan “mahalle baskısının” etkili bir eleştirisini içeriyor. Alper, bu yansıtmayı yaparken bir hukuk adamını baş köşeye yerleştirmiş

Film susuzluğun etkili olduğu bir coğrafyada oy kaygısıyla hukuğun dışına çıkarak yer altı sularını kullanan ve obrukların oluşmasına neden olan yerel yöneticilerle, özellikle taşra ve kasaba kültürüne egemen olan erkek egemen düzenini sürekli yükselen bir nabız gibi eleştirel bir yaklaşımla yansıtırken; bu düzenin yarattığı ve yaratabileceği tehlikelere de objektifini çeviriyor.

Bu bağlamda filmin finaline egemen olan linç kültürünün sembolleştiği “Yanıklara dokunma, sabrımızı taşırma” sloganı, benzer başka olgularda da karşımıza sık sık çıkıyor. Filmin 59. Antalya Altın Portakal FF’de “En İyi Yönetmen” ödülüyle birlikte dokuz dalda ödül aldığını da vurgularken; Ankara FF’de “En İyi Film” ödülünün favorisi olduğunu ekleyelim.

LCV (LÜTFEN CEVAP VERİNİZ)

Antalya Altın Portakal FF’den sonra Ankara’da da Ulusal Uzun Film yarışmasında İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı’nın yönettiği “LCV (Lütfen Cevap Veriniz)” yarışıyor. Teatral bir film olarak büyük bir sahnede kurulmuş dekorda oyun seyrettiğiniz duygusu verse de; tiyatro yazarı da olan Erdi Işık’ın katmanlı senaryosu, LCV (Lütfen Cevap Veriniz)’nin artısı olarak öne çıkıyor. Diğer yandan yönetmenler Kurtuluş ve Arıcı’nın, tek mekanın handikaplarını hissettirmeyen rejisi ve başarılı oyunculuk performanslarının ise filmin diğer artısı olduğunu vurgulayalım.

Bir pilot ve iki kabin memurunun grift ilişkilerini anlatan filmde, pilot Semih ve kabin amiri Mert arasında 7 senedir devam eden bir ilişki vardır. Buna karşın Semih, kabin memuru Ceren ile de ilişki yaşamaktadır ve evlenmeye karar verirler. Her şey damat ve şahidinin nikah saatini bekledikleri odada gerçekleşir ve geçmişin bütün sırları tek tek ortaya dökülür. Sırları ortaya dökülmesine karşın Ceren ve Semih evlenecekler midir?

LCV (Lütfen Cevap Veriniz), oyuncuları Ushan Çakır (Semih), Melisa Şenolsun (Ceren) ve Cem Yiğit Üzümoğlu’nun (Mert) başarılı performanslarıyla ilgiyi üzerinde tutuyor ve seyirciyle de eğlenceli, diyalektik bir ilişki kuruyor. Cem Yiğit Üzümoğlu, 59. Festivalde Altın Portakal Heykelciğini “En İyi Erkek Oyuncu” dalında kaldırmıştı. Bakalım aynı performansı Ankara FF’de de gösterebilecek mi?

KARANLIK GECE

Özcan Alper, Türk sinemasının 1990’lardaki radikal değişim sürecinin öne çıkan yönetmenlerindendir. İlk filmi “Sonbahar” ile sinemaya çok başarılı bir başlangıç yapmış ve bu filmiyle pek çok ödül almıştı. Bir yönetmen için ilk filmiyle çıtayı yüksek bir noktaya koymak kendisi için bir dezavantaj da sayılabilir.

“Karanlık Gece”, Özcan Alper’in filmografisinde çıtayı yeniden yükseğe koyduğu bir yapıt. Nitekim 59. Antalya Altın Portakal FF’de aldığı “En İyi Film” ve yakın geçmişte sona eren Boğaziçi Film Festivali’nde aldığı “En İyi Yönetmen” ödülleriyle başarısını taçlandırmıştı. Diğer yandan bağımsız sinemanın öne çıkan iki yönetmeni Özcan Alper ve Emin Alper, 59. Antalya Altın Portakal FF’de olduğu gibi, 33.Ankara FF’de de benzer temalı filmleriyle Ulusal Uzun Film Yarışmasında yer alıyorlar.

Ülkemizde egemen olan feodal ilişkilerin şemsiyesindeki kültürel kodlar, özellikle taşrada daha baskındır. Emin Alper’in “Kurak Günler” filminde de olduğu gibi, Özcan Alper de filmi “Karanlık Gece”de devleti temsil edenlerle, mahalle baskısının temsilcilerinin uzlaşmasını yansıtıyor ve bu bağlamda feodal ilişkilerden beslenen mahalle baskısının kolektif bilinçaltına da ayna tutuyor.

İstanbullu bir genç olan Ali (Cem Yiğit Üzümoğlu), Anadolu’da bir dağ kasabasında orman koruma memuru olarak göreve başlar. Aslında bir doğa tutkunu olan genç adamın amacı soyu tükenmek üzere olan Karakulak’ı (Caracal caracal) bulmaktır. Kasabanın gençlerinden ve müzisyen olan İshak (Berkay Ateş) ile iyi arkadaş olurlar. “Kurak Günler”deki savcının görevini yapmak istemesinin “düzene çomak sokmak” olarak algılanması gibi, Ali’nin de görevini yapma çabası aynı duvara çarpar ve süreç trajik bir şekilde son bulur.

Özcan Alper, filmine biraz tutuk giriş yapsa da, kısa sürede sinematografik anlatımını netleştirip, trajik bir finalle sonuçlanan film öyküsünü, ileri geri sıçramalı bir kurguyu kullanarak anlatıyor. Bu bağlamda özellikle Ali, İshak ve Sultan (Pınar Deniz) ana karakterler olarak öne çıkarken; diğer karakterler tip olarak geçiliyor. Oğlu Ali’yi kaybeden baba karakterini oynayan Taner Birsel’in deneyimli oyunculuğu filmin katmanlarına hizmet etse de, kimi sahnelere insert edilmiş flu bir unsur olarak kalıyor. Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan ve  Ali’nin ablası karakterini oynayan Sibel Kekilli’nin, Almanya geçmişine paralel “Almanya”da yaşayan bir akademisyen olarak betimlenmesi gerekli miydi sorusu da akla geliyor.

Yönetmen Özcan Alper’in kurduğu dünyanın seyirciye geçmesinde görüntü yönetmeni Yunus Roy İmer’in etkisinin önemini vurgularken, filmin duygusunun öne çıkmasında kendini belli eden fon müziği katkısını da belirtelim.

SUNA

29. Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yer alan “Suna”, Adana’dan “Seyirci Ödülü” ile dönmüştü. Çiğdem Sezgin, filmografisindeki ikinci filmi “Suna” ile, 33. Ankara  Film Festivali’nin Ulusal Uzun Film Yarışması’nda yer alıyor.

Yönetmen Çiğdem Sezgin’in ilk filmi “Kasap Havası” onun sinemaya güçlü bir başlangıç yapmasına katkı sağlamıştı. Sezgin ikinci uzun metraj filmi “Suna” da, sinematografik anlatımının olgunluğu ile dikkati çekiyor. Sezgin Çiğdem, yönetmen olarak kendini ifade ederken feminist bakış açısının filmlerine egemen olduğu bir yönetmen. Ülkemizin kadınlarının yaşam tarzı, giyim kuşamları erkek egemen kolektif bilinçaltının otoriter baskısına muhatap kaldıkça feminist bakış açısının kadın sanatçıların yapıtlarındaki etkisinin öne çıkması ise doğal bir olgu.

Çiğdem filminde, hayatın sillesini yemiş ve temizlik yaparak değişik kişilerin yanında sığıntı olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalan Suna’nın (Nurcan Eren) varoluş mücadelesine yoğunlaşıyor. Suna, uzun süredir tanıdığı Erol’un (Erol Babaoğlu) aracılığıyla, eşinin ölümü sonrasında yalnız kalan Erol’un kayınpederi Veysel (Tarık Pabuççuoğlu) ile imam nikahıyla evlenir. Çevresinde iyi bir insan olarak tanınan Veysel’in, giderek nobran yüzü ortaya çıkar ve Suna’ya hükmeden kötücül birine dönüşür. Özgür bir kadın olan Suna, içmeye sığınır. Ayık değilken sevgiden uzak bu gizli şiddet barındıran dünyanın ilişkilerine tahammül etmek onun için daha kolay olur. Suna, yaşadığı sahil kasabasında tanıştığı sinema yazarını oynayan Fırat Tanış aracılığıyla bir çıkış hayal eder. Yönetmen Sezgin, bu karakteri oluştururken geçtiğimiz yıllarda ölen sinema yazarı Cüneyt Cebenoyan’dan esinlenmiş ve filmini de ona ithaf etmiş.

Yönetmen Çiğdem Sezgin, aynı zamanda Marmara Üniversitesi GSE Film Tasarımı Anasanat Dalı YL Tezi olan filmi hakkında, şu açıklamalarda bulunmuş: Hayat acımasız ben ne yapabilirim? Siz cezalandırdığımı düşünüyorsunuz. Ben gerçekçi sinema yapmayı seviyorum. Kadınlar sürekli tacize, tecavüze uğruyor.  Her ay en az yirmi kadın erkek şiddetine maruz kalıp hayatını kaybediyor. Bunlar korkunç sayılar. Suna evden çıktığı için cezalandırıldı’ tam doğru bir okuma değil. Ben kimseye ahlak dersi vermiyorum. Sinema yapıyorum, kurmaca öyküler ve karakterler yaratıyorum. Evde de sokakta da Sunanın başına kötü şeyler gelsin istedim. Kadınlar devamlı istemedikleri şeyleri yapmaya zorlanır. Evde kendi kocasından gördüğü taciz asıl en büyük cezadır Sunaya. Yalnız ve yoksul olmanın cezasını sevmediği arzu etmediği bir erkeğe karılık etmek zorunda kalarak çeker.(1)

Yönetmen Sezgin, kötü olan hayata kurmaca olay ve karakterleriyle amacı doğrultusunda müdahale ettiğini belirtmiş. Şüphesiz bir sanatçı olarak buna hakkı var. Diğer yandan sinemamızın 1990’larda değişen döneminde, nedensiz kötüler ya da iyiler yaratmak artık yeni Türk sinemasının gerçekliği değil. Suna’nın evlendiği dul adamın ve kızının geçmişi filmden anlaşılmadığı için, Suna’ya yönelik nedensiz kötülükleri abartılı kalırken; karşı kutbu temsil eden sinema yazarının pamuk gibi insalcıl ve demokratik tasviri de gerçekçi fırça darbelerine karşın yapay kalıyor.

Günümüzün Türk sineması yaşamın içindeki ayrıntıları geçmişe göre daha derinlikli ve belli bir öyküye bağımlı kalmadan ve özellikle durumlara yoğunlaşarak yansıtıyor. Bu bağlamda Çiğdem Sezgin, ikinci uzun metraj filminde eşik atlayarak ele aldığı olguyu yalın sinema diliyle anlatmasıyla dikkati çekiyor. Diğer yandan özellikle Suna karakterinde Nurcan Eren ve Veysel’i canlandıran Tarık Pabuçcuoğlu’nun oyunculuk performanslarının yönetmenin yaratmak istediği dünya açısından işlevsel ve başarılı olduğunu vurgulayalım.

KAYNAKLAR

(1) https://m.bianet.org/bianet/yasam/267655-cuneyt-cebenoyan-anisina-ozgur-bir-kadinin-oykusu-suna

Bülent Vardar

1961, Ankara doğumlu. 1983 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü, Sinema-TV-Fotoğrafçılık Ana sanat Dalı’ndan 1983 yılında mezun oldu. Aynı üniversitede Yüksek Lisans, Marmara Üniversitesi’nde Sanatta Yeterlik yaptı. 1989 yılında yaptığı “Gemi Adamları”, 1991 yılında yaptığı “Geleneksele Dönüş” adlı belgesel filmleri, 2000 yılında Beta Yayınevi tarafından basılan “Sinema ve Televizyon Görüntüsünün Temel Öğeleri” isimli bir kitabı bulunmaktadır. Sinema konusunda pek çok film eleştirisi ve makalesi bulunan Vardar, ayrıca film, reklam filmi, televizyon yapımı ve reklam/tanıtım fotografı alanında görüntü yönetmenliği ve Aydınlatma tasarımı çalışmaları yapmıştır. Cem Kağan Uzunöz’ün “Osmanlı’da Harem Cariyeler” (1994) belgesel filminin görüntü yönetmenliğini yaptım. Oktay Yalın’ın “İzlenimler/Oda” kurmaca filmiyle, Ülker Sayın’ın “Perpetium Mobile ya da Yinelenen Hayatlar” kurmaca filminin görüntü yönetmenliğini yaptım. Ferhan Şensoy’la beraber “Varsayalım İsmail” dizisinin Işık yönetmenliğini yaptım. Pek çok TV programı, reklam filmi ve reklam ve tanıtım fotoğrafı alanında Işık yönetmenliği ve görüntü yönetmenliği yapmıştır. Bülent Vardar’ın kendisine ait 50 kw’lık bir Işık seti vardır. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema-TV Bölümü Öğretim Üyesi ve Sinema-TV Anasanat Dalı Başkanı ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Bölüm Başkanı olarak görev yaptı. Halen Okan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi dekanıdır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top