“Suna bildiğimiz, tanıdığımız kadınların toplamı aslında”

Son Güncellenme Tarihi: Ağustos 20, 2023 / 07:00

Nurcan Eren, çoğumuzun görmezden geldiği kadınların vücut bulduğu ‘Suna’ oldu, filmi kadınları ve ilişkilere bakışını anlattı. 

“Utanç verici bir durum bu
ama maalesef böyle çok kadın var”

Bir kadın olarak içim acıyarak izledim ‘Suna’yı ve hikâyesini… Filmi izlerken filmin içine girip “Suna kendine gel sen çok güçlü ve güzel bir kadınsın, bu eziyete katlanmak zorunda değilsin” demek istedim ama bu filmdi tabii… 

Yapamazdım. 

Sonra film deyip geçme böyle o kadar çok kadın var ki çevremizde eğitimi, statüsü, durumu önemli değildi aslında… Erkeklerin işine geldiği gibi rol verdikleri, tanımladıkları kadınlar olabiliyoruz, kanıyoruz onlara ve onların istedikleri şekle girip öylece kalabiliyoruz bazen. 

Bunu neden yapıyoruz bilmiyorum. 

Belki de hep iyi niyet; çünkü kendisinin doğurduğu erkek çocuklarının zamanla büyüyüp adam olup kendisini anlayamayacağını düşünemiyor kadın milleti. 

Suna içimizden biri, hayatımızdaki bütün kadınların toplamını yansıtıyor. Her birimizden bir parça taşıyor aslında… 

‘Suna’ filmini izlediğim anda başka birisi oynayamazdı diye düşündüm ve Nurcan Eren’in oyunculuğuna hayran kaldım. Belki de alaylı olduğu için ve hala kendisini oyuncu olarak kabul etmediği için mi bu kadar gerçekçi oynamış bilemiyorum ama etkileyici oyunculuğunu ayakta alkışladım. 

Nurcan Eren ile röportaj yapmak için buluştuk ve kendisini tanıdıkça anladım ki bazı kişiler başka bir ruh… Nurcan Eren’i biliyordum, sohbetine ve kendisine bayıldım. Bir kadın daha ekledim hikâyeme ve “İyi ki tanıdım, iyi ki var” dedim. 

Suna’yı çok konuştuk aralarda Nurcan’a geldi mevzu ve kendi hikâyesini de anlattı. 

‘Suna’ filmi vizyonda, lütfen bu filme gidin önce kadınlar sonra kadınlı-erkekli buluşup gidin. Belki film bazı şeyleri sorgulamamıza yol açar ki bu da iyi bir şeydir! İşte o zaman ‘kadınlar çiçektir su ister’ hikâyesinden sığlığından çıkıp kadınlar ne ister durumunu belki anlamaya başlarız. 

Ayrıca bu röportajı okuduktan sonra oyuncu Nurcan Eren’den çıkıp müzisyen Nurcan Eren’in şarkılarını da dinleyeceksiniz diye düşünüyorum. İyi pazarlar! 


‘Suna’ filminin festival yolculuğu uzun sürdü. Ben filmi İstanbul Film Festivali’nde izleyebildim. En son İzmir Müzik ve Film Festivali’nde de bir araya gelebildik sizinle ve nihayet size bir ödül geldi ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü aldınız, çok mutlu oldum. Ödül bekliyor muydunuz? 

Beklenir mi ödül bilmiyorum ama ben beklemiyordum. Yönetmenimiz Çiğdem Sezgin benim için ödül hep bekledi. Artık kendi filmini bıraktı “Mutlaka senin bir ödül alman lazım” diyordu, o bana hep inandı. Ama festivallere katılan filmler, dinamikleri vs. derken İzmir’den ödül almak hem beni hem ekibi çok mutlu etti. 

Kesinlikle çok hak edilen bir ödül, o kadar iyi oynamışsınız ki gerçekten o karakter Suna olmuşsunuz. Bu rol sizi nasıl buldu?
Ben çok önceden Çiğdem filmi yazarken hikâyeyi biliyordum hatta konuk oyuncu olarak filme dâhil olacaktım. Filmdeki komşu kadını ben oynayacaktım. Çiğdem filmi bana anlatırken, bir yerde oturup onu öylece dinlerken “Suna sen olur musun?” dedi. “Olurum” dedim ama kendisine Türkan Şoray kanunlarımı da sundum. 

Gerçekten öyle kanunlarınız var mı?
Evet, öyle… Var… Soyunmam mesela. Öpüşmek istemiyorum, çok rahat edemiyorum çok da bayılmıyorum o tarz sahnelerde oynamaya. Mümkünse tercih etmiyorum diyelim ama hikâyeye hizmet ediyorsa zorlarım kendimi. Ama estetik olarak çok da gerekli olduğunu düşünmüyorum o tarz sahnelerin…  

‘Suna’ya nasıl hazırlandınız? 
Senaryoyu çok ciddi bir şekilde ezberledim ama “Ben bu kadına ne yaparım?” diye düşünmedim çünkü o kadınlar zaten vardı. Çiğdem ile hep konuştuğumuz kadınlardı ve mevzulardı. Suna’nın bir tarafı annem, bir tarafı ben, bir tarafı komşumuz. Çiğdem’in yakın tanıdığı öyle bir arkadaşı da var. Suna bildiğimiz, tanıdığımız kadınların toplamı aslında, bir kişi değil. Ben bütün kadınların toplamından bir şey çıkarttım; temizlik yaparken o olsun, adamla ilişkisinde tanıdığım başka kadın olsun, öteki davranışında bilmem şu abla olsun diyerek bir kadında hepsini harmanladım. Bir, sekiz, on kadının toplamı Suna. Öyle oluşturduğumuz ve hazırladığımız bir karakter değil, hayali bir şey düşünmedim, kendi yaşadıklarımdan yola çıktım. Sonuçta ben müzisyenim oyuncu değilim, bildiklerimi bir araya getirmeye çalıştım. Suna’yı çok üzülerek oynadım, içinde bulunduğu durum beni çok etkiledi. 

“Suna’da sevdiğim tek durum âşık olmayı bilmesi”

Kadın meselesi olduğu için filmi sevdim ama bir taraftan Suna’ya hem acıdım, hem kızdım, hem üzüldüm… Karmaşık duygular hissettirdi bana.
Kadın hikâyesi ama aynı zamanda eşi öldükten sonra yalnız kalan yaşlı bir adamın da hikâyesi. Suna çaresiz kaldığı için adamla evleniyor, sonrasında kadının kendini bulduğu durum ve yaşadıklarıyla hikâye başka bir yere doğru gidiyor. Yaşlı kocasının eline bakıyor ama bir taraftan da duyguları var, üstelik başkasına âşık olmayı da becerebiliyor. Suna’da sevdiğim tek durum âşık olmayı bilmesi aslında. İçinden çıkamadığı durum onu alkolik yapıyor ama bir taraftan masum da bir yanı var. 

Suna’nın yaşlı kocasına teslim olmasına hak veriyor musunuz?
Ben olarak vermiyorum tabii ama şartlar çok zorlaşınca nereye tutunacağını bilemeyen birçok kadın var. Bu çok ciddi bir konu, çaresiz o kadar çok kadın var ki. 

“Ben bildiklerimi oynadım, bildiğim kadınlar bunlar, sadece insan yüzleşmek istemiyor”

Kaderine razı olma durumu beni sinirlendirdi. O kadında güçlü bir potansiyel var, kendi ayakları üzerinde durabilir, kaçsa ve kendini kurtarsa bir çıkış yolu bulur dedim ama…  

Ben de “Git kendi başının çaresine bak” dedim ki sonunda gidiyor zaten. Bir kayboluşa gitmeyecek diye düşünüyorum. Büyük ihtimalle çalışacak, bir şekilde kendi yolunu bulacak. Zaten kimseye yaşlı bir adamla evlendiğini de söyleyemiyor; “Ben imam nikâhında bir adamla oturuyorum ve onun hizmetini her şekilde yapıyorum” diyemiyor. Nasıl desin? Utanç verici bir durum bu ama maalesef böyle çok kadın var. Sinemada görünce üzülüyoruz, ben oynayınca üzülüyorum. Hâlbuki biliyoruz bu gerçekleri, ben bildiklerimi oynadım, bildiğim kadınlar bunlar, sadece insan yüzleşmek istemiyor. 

Bir kadın olarak ben o çaresizliği görünce “Kadınlar niye bu halde” diye yine çok düşündüm. Kadınları Suna’dan yola çıkarak bu halde görünce gerçeklerle yüzleşiyorsun ve onlar adına çok üzülüyorsun.
Eğitim, öğretim, sistem değişecek ve değişmek zorunda.

Peki, bu noktada kazanan demeyelim ama bir şekilde erkekler işine geldiği gibi davranıyor ve kadına rol yüklüyor. Suna o erkeklere göre davranan bir kadın haline de dönüşüyor.  Erkek karakterlere baktığımızda Fırat Tanış, Erdem Akakçe, Tarık Pabuççuoğlu’nun oynadığı ki içlerinde en masum Tarık Bey’in karakteri kalıyor.
Tabii o kalıyor ama o kadarını biliyor çünkü dünyası o kadar. Fırat’ın karakteri kadınla arkadaşlık üzerine aslında ama kadının aklından başka şeyler geçiyor, bu kadının duyguları var ve ona karşı bir şeyler hissediyor. Kadın aslında kocasının dışındaki erkeklerle güzel sohbet ediyor ve arkadaşlık kurmak istiyor. 

“Bardaki adamın yaptığını tecavüz olarak düşününce kocasının yaptığını da tecavüz olarak düşünmek durumundayız”

Suna adamla arkadaş olmak için içiyor ama adam buradan hareketle içkinin de etkisiyle onunla sevişmek istiyor… Suna sonucunun bir tecavüz olacağını düşünemiyor değil mi? 

Aslında orada tecavüz değil de, darp daha çok var. Ama yönetmenimiz orayı açıkta bırakıyor ve yorumu size kalmış. Ama şöyle bir şey var; eğer orada bardaki adamın yaptığını tecavüz olarak düşününce kocasının yaptığını da tecavüz olarak düşünmek durumundayız. Yani her akşam uyarıcı ilaçlarını alıp “Pantolonumun cebimden para al ve yanıma gel” diyor. Sen benim imam nikâhlı karımsın benimle birlikte olmaya mecbursun dayatması yapıyor. 

“Karım değil mi ne istersem yaparım”

Genelde ilişkiler aslında böyle değil mi? Toplumsal bir şey bu dayatma ve kadına yapılan psikolojik şiddet bu. Erkek egemen toplum olduğumuz için erkek istediğinde sevişiyor, erkek istediğinde her şey oluyor…

Çünkü erkek “Ben seninle evlendiysem ve benim imamlı karımsan bunu kendimde hak görüyorum” diyor. İmam nikâhlısı da, resmi nikâhlısı da aynı duruma maruz kalıyor. Sonuçta nasıl yetiştirildiğimizle ilgili bir durum bu ve maalesef çoğu kadın böyle yaşıyor. En okumuşumuz bile bu şiddete maruz kalıyoruz. Kolay kolay değişecek bir sistem değil bu. “Karım değil mi ne istersem yaparım” diyor. Ya da dayak yiyen bir kadına müdahale etmek istiyorsun “O kocam” diyor. 

“Erkekleri doğurmak zamanla taçlandırılacak ödül verilecek bir şey olmaya başlamış”

Erkekleri bu hale getiren biz kadınlar değil miyiz?

Elbette biziz, başka hiçbir şey değil. Aslında köklerimizde anaerkil toplumuz ama zamanla değişerek, bastıra bastıra bu hale gelmişiz. Erkekleri doğurmak zamanla taçlandırılacak ödül verilecek bir şey olmaya başlamış. Erkek çocuğu kutsanmış ve erkek annesi olunca daha çok el üstünde tutulmaya başlanmış. İçler acısı bir durum. Ben kadın-erkek ayrımına da karşıyım, o kadar sıkıldım ki; insanız sadece bu çok önemli olmalı. Bir haktan konuşulacaksa artık insan hakkı olmalı… 

“Bir kere evlenmeyi düşündüm ama erkek arkadaşımı bir kazada kaybettim”

Evli değilsiniz, yalnızsınız sizin kadın- erkek ilişkilere bakışınız nedir? 

Ben hiç evlenmedim, evlenmeyi isteyemedim, bir kere evlenmeyi düşündüm ama erkek arkadaşımı bir kazada kaybettim. Sadece onunla evlilik olabilir diye aklımdan geçirmiştim. Aynı evde oturmaktan yana değilim. Çünkü biliyorum kendi alanların kısıtlanacak her konuda. Özellikle bizim gibi mesleklerde bir arada oturmak bana iyi gelmiyor, gelmez. Bugüne kadar da kimseyle birlikte oturmadım çünkü biliyorum bundan hoşlanmayacağım. Birlikte oturmadığım için belki de bu yüzden çok uzun süren ilişkilerim oldu. Birbirinin alanına girmiyorsun böylece.

Başınız sağ olsun… 
Çok teşekkür ederim. Dünya güzeli bir insandı. 

“Ondan sonra zaten hayatım değişti”

Peki, kaybettiğiniz erkek arkadaşınızla evlenmeye genç olduğunuz için mi düşünmüştünüz? O zamanlar evliliğe inanıyor muydunuz?
Çok genç değildim, 30 yaşındaydım. Çok güvenilir bir insandı. Çok koruyucu yani sevgili olmamış gibi çok koruyucu, sahiplenici, çok saygılı biriydi. Kadınlar hakkındaki düşünceleri kesinlikle hiçbir kimseye yaranmak için değil zaten iyi yetiştirildiği için öyleydi, bu özelliklerini kaybetmeyen erkeklerdendi. Özü sözü birdi, çok kıymetliydi. Bir tek o olurdu başkası da olmazdı zaten. Bir tek onunla evlenmeyi istedim diyebilirim. 2 yıl boyunca hiç kavga etmedik mesela, demek ki kavga etmeyince de oluyormuş ilişki. Ondan sonra zaten hayatım değişti.

“Hayata karşı iyileşmem ve sağlam duruşlarım Sezen’le başladı”

Hangi anlamda hayatınız değişti?
Antalya’da yaşıyordum, İstanbul’a geldim. Antalya’da sahneye çıkıyordum ve o zamanlar güzeldi her şey. Travma yaşadığım için tedavi oldum ve işimi gücümü bıraktım. Tedavi olurken fark ettim ki kimse bana bakmak zorunda değil.  O sıralarda Sezen Aksu Efendy Show Theatre’da kabare yapmak istiyor. Konuşurlarken Cihan Okan, Işın Karaca, Burak Kut benden bahsediyorlar. “Bu aralar İstanbul’da yine gidecek küstü her şeye” diyorlar, Sezen Aksu da “Küsmek olmaz” diyor ve beni çağırıyorlar. Beni hiç dinlemeden kadroya alıyor. Ondan 1 sene sonra da Sezen Aksu ile tamamen çalışmaya başlıyorum. Hayata karşı iyileşmem ve sağlam duruşlarım Sezen’le başladı. Bana hiç unutmadığım bir şey söyledi; “Çok teşekkür ederim her şey için” dedim o “Bana değil Allah’a teşekkür et, ben hiçbir şey yapmadım ki” dedi. O güzellikle de öyle devam ettik, yıllarca birlikte çalıştık.   

“Ben dursam onlar ağlıyorlar ve tekrar başa dönemiyorsunuz”

O hikâyeden dolayı siz Antalya’ya dönmeyerek zaten hayatınızı değiştirmek mi istiyordunuz?
Gidip geldim Antalya’ya ama bir şey yapamıyorum. Bütün arkadaşlarımız ve ortam onu hatırlatıyor. Her yerde o var. Aslında orada çalıştığım kulüp çok güzeldi, klas bir mekândı. Hatta Altın Portakal’dan çıkanlar oraya geliyordu. Ama sahneye çıkıyorum bizi bilenler geliyor tabii ve izleyen ağlıyor. Çünkü herkes onu çok seviyordu, herkesin tanıdığı biriydi. Ben dursam onlar ağlıyorlar ve tekrar başa dönemiyorsunuz. Başka bir hayat, ikinci bir hayat kurmak zorundaydım. Orada mı çalışırım, burada mı çalışırım dönemiydi.  

“Uğur Yücel beni görünce “İşte bu aradığım kişi” dedi”

Sezen Aksu aslında ikinci hayatınızın yolunu açan kişi olmuş. 

Evet, kesinlikle öyle oldu. Hatta oyunculuk hikâyem de onun sayesinde başladı. Uğur Yücel Alacakaranlık dizisinin hazırlıklarını yapıyor, müzikleriyle ilgili Sezen’le konuşurlarken “Bir tane cast’ım kaldı onu bulamıyorum, eski Türk filmlerindeki gibi bir kadın gerekli” diyor. Sezen diyor ki; “O bende var”… Beni çağırdı ben zannettim ki vokale çağırıyor, Uğur Yücel beni görünce “İşte bu aradığım kişi” dedi, o parlamayı gözünde gördüm… “Ben yapamam” dedim “Ben yapan istemiyorum” dedi. Oyunculuk hikâyem böylece başladı ve başlangıç bu şekilde oldu. Oyunculukta şimdi 10 diziyi geçti sonra sinema filmleri de beraberinde geldi. 

“Şanslıyım gerçekten, tipten kazanıyorum, kazandım”

Eski Türk filmlerindeki kadınlara benzemekle başlayan bir oyunculuk hikâyeniz çok ilginçmiş.  Hadi sesten kazanmanız normal çünkü eğitimli bir müzisyensiniz-yorumcusunuz ama fiziksel özellikleriniz sizi oyuncu yapmış, tipten kazanmışsınız yani.  

Evet ya çok acayip değil mi? Şanslıyım gerçekten, tipten kazanıyorum, kazandım.

Peki, oyunculuk yaptıkça nasıl hissettiniz?
Gerçekten oyunculuk ile hiç ilgilenmemişim, sete gittiğimde çok utandım. Ben gittim senaryo verdiler bana. İşte ilk seti ziyarete gittik. Dediler ki “Senaryomuz nerede?..” “Ben onu okudum teyzem okuyor şimdi” dedim. Saçımı boyattım ama senaryodan dolayı boyatmamam lazım o kadar bilmiyorum. Hiç ilgilenmemişim, ayıp değil mi? İzlerken ne güzel çekmişler diyordum sadece. Saçınızın tonunu değiştirmişsiniz diye kafama koşan insanlar oldu. O zamanlar tabii dizi setleri falan bu kadar yoğun değildi, bu kadar bilinmiyordu. Sonrasında alıştım ve titiz bir şekilde her şeyi öğrenmeye başladım. Teknik olarak da öğrenmeye, senaryonun da tamamını ezberlemeye başladım. 

“Keşke bir müzikalde oynasam” 

Oyuncu oldum ne zaman dediniz? 

Hiçbir zaman demedim ben müzisyenim. Oyunculuk yapmadan önce müzisyen olduğum için müzikal hayallerim vardı, hâlâ da kurarım o hayali. Keşke bir müzikalde oynasam. 

“Bunlar benim geç gelen saadetlerim”

Uğur Yücel ile oyunculuğa başlamak da büyük bir şans…  

Acayip bir şans, bunlar benim geç gelen saadetlerim. Çünkü 20 sene sonra geldi bu şans bana. Çok şükür hayatımın en güzel insanları oldular, hayatımı değiştirdiler. Sezen Aksu başka bir şey benim için; hayatımdaki yerini, onu anlatabilmem çok zor. 

“Herkesin yolunu bir tek Sezen Aksu açtı”

Sezen Aksu çok önemli bir okul sadece sizin değil çok kişinin yolunu açtı. Şimdi öyle hikâyeler yok, kimse kimsenin yolunu açmıyor.
Ya eskiden de yoktu böyle hikâyeler, onu bir tek Sezen yaptı neredeyse. Öyle herkes herkesin yolunu açma durumu yoktu aslında. 

Sizin döneminiz nasıldı, siz neler söylüyordunuz?
Bizim dönemimizde okul azdı, mezun olan herkes birbirini tanıyordu ve imkânlar çok kısıtlıydı. İstediğimiz albümleri bulmak, kaynaklara ulaşmak çok zordu. Ben caz söylüyordum eskiden. Benim derdim Amerika’ya gidip caz eğitimi almaktı. O sıralarda Kent Orkestrası’nın solistiydim. Annemi kaybettim o dönem ve Amerika’da caz eğitimi, hayaller yarıda kaldı. 

“Tin adını verdiğim çoğu şarkının sözü ve bestesi bana ait olan bir albüm çıkarttım”

Neden uzun süre vokalist olarak kaldınız ve geride durmayı tercih ettiniz?

Ben vokalistliğe hiç öyle bakmadım, bu benim işim ve alanım. Nerede şarkı söylediğim önemli değil ki! Vokalistlik de bir meslek. Sezen Aksu’nun vokalisti olarak ünlendim. Oyunculuk da var ama müzikte öyle anıldım. Biraz da kendi ürünlerim olsun istedim sanırım ama biraz fazla bekledim. Sesimin yapısından dolayı her tarzda söyleyebiliyorum cazdan rock’a, operadan türküye ve pop müziğe kadar… Bu çeşitlilik güzel şey tabii ama bir türlü beni yola sokamadı. Öyle mi, böyle mi derken bir baktım yıllarca albüm yapamamışım. Nihayet hali hazırdaki şarkılarımla 10 yıl sonra bir albüm çıkarttım. Farkında olmadan yıllar geçmiş, aralarda da oyunculuk ağır basınca albüme sıra gelmemiş. Hatta Sezen Aksu uyardı beni “Sen hep benimle anılacaksın, çıkart bir albüm artık” dedi. ‘Tin’ adını verdiğim çoğu şarkının sözü ve bestesi bana ait olan bir albüm çıkarttım. Çok değerli müzisyenlerle çalıştım ve bana göre özel bir albüm oldu. Albüme dair o dönemler “müzisyen albümü” olmuş eleştirileri aldım, ne albümü olacak ki ben müzisyenim elbette müzisyen albümü olacak. 

Mutlu Hesapçı

20 Ocak 1979 doğumlu. Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi mezunu, yazar.
Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler:
Apolyohtun Balıkçısı – 2001
1. Rastgele Balıkçı ve Deniz Belgeselleri Festivali. 2001

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top