ACI REÇETE; SABAH AKŞAM AÇ KARNINA

ACI REÇETE; SABAH AKŞAM AÇ KARNINA
Başlığımı ‘Bu memlekette yoksulu kimse sevmez, yoksulu sevmek sadaka zannedilir’ koyacaktım, “Yazı işleriyle kavga ederim” diye vaz geçtim.Memleketi yönetenler ısrarla anlamazlar. Aslında yaşadıkları hayata, ettikleri...

Başlığımı ‘Bu memlekette yoksulu kimse sevmez, yoksulu sevmek sadaka zannedilir’ koyacaktım, “Yazı işleriyle kavga ederim” diye vaz geçtim.
Memleketi yönetenler ısrarla anlamazlar. Aslında yaşadıkları hayata, ettikleri kavgaya, ulaştıkları güce ve ihtirasa, kararı yoksullar verir.
Rahmetli Özal, siyasi yasakların kaldırılıp kaldırılmaması oylamasında TRT aracılığıyla hepimizi, kuyruk-yokluk görüntüleri, anarşik olaylarla korkutmuş, darbenin yasaklayıp hapse tıktığı liderlerin geri gelmesi durumunda geçmişe döneceğimizi söylemişti.
Kaybetti.


Kaybetti, çünkü sorun tencere idi. “Çağ atlıyoruz” diyordu, el hak doğru, çağ atlıyorduk. Biz seke seke atlarken, Özal’ın adamları çağları çoktan geride bırakmıştı.


Yasaklar kalkınca bir çoban memleketin Reis-i Cumhuru bile olmuştu. Yasaklı iken bas bas bağırıyordu meydanlarda. “Tencerenin götüremeyeceği hiçbir iktidar yoktur.” Bir Karl Marx bir de Demirel bunu görüyordu o zamanlar. Neyse.
Şimdi yıllardır, benim bile sayamadığım kadar uzun zamandır, Almanya’nın, İngiltere’nin, ABD’nin, Rusya’nın, Fransa’nın ayıptır söylemesi tüm Afrika’nın, Avusturalya yakınlarının, Papua Yeni Gine’nin (Bu memleketin parası bizden değerli o yüzden yazdım, sinirlenme) ve kutupların bizi kıskandığı bir dönemde zatı şahaneleri “Şahsım” dedi ki;
“Gerekirse acı reçete…”
Hayda!
Arkadaş ben ne zaman reçete lafı duysam rahatsız olurum. İlaçla aram iyi olmadığından mı, rahmetlik babaanneme aşırı güvenmemden mi bilmiyorum. Hastalıklarımı babaannem iyileştirir, ama ben eczaneye onun için, anneannem ve son olarak da annem için giderdim.
Eczanelerde genellikle kalfa, ama o telefonu kurcalıyorsa eczacının, reçeteyi gördüğünde rafa birkaç saniye içinde uzanmasına hayret ederdim.
Eczaneler, eczacılar hastaları görür görmez tanır, adeta röntgeni çeker, ilacını, merhemini hemen verirdi, hala öyle. Belki de toplum olarak hep aynı ilaçları kullanıyoruz ondan. Rafımız belli nihayetinde.
Doktorun, “Oh be bu hastadan da kurtuldum” dercesine, “ulan bunu da okusun da göreyim” gibi yazdığı reçeteyle eczacı arasında ilişki anlık yani.
Böyle ekmek satılmıyor memlekette.
Müthiş.
Solcu eczacılar odası kızıp bizimle uğraşmasın ama gerçek bu. Pratik insanlar bu eczacılar, zengin-yoksul ayırmıyorlar, çaremizi anında uzatıyorlar.
Yoksulu siyaset ayırıyor. İşçinin, emekçinin, emeklinin, yoksulun işi Meclis’e düşsün bakalım. Çok bakakalırız.
Yüzyılımızın liderinin ağzından acı reçeteyi duyunca ‘Bak, 80’lere gittik’ dedim. Bir de buna bizi kıskanan ülkelerin vatandaşlarına dağıttığı paraları duyunca ‘Kesin bizden bir şey saklanıyor’ diye düşündüm. “Merkez Bankası’nın dolarları eridi” diyorlardı, ‘Doğru herhalde’ dedim. Allah şahit, dedim.
Acı reçete nedir?
Zengin daha zengin olacak.
Sen, ben, o yani birinci tekil şahıslar daha yoksullaşacağız.

Vergi gelecek, zam yapılacak, emeklilik tırpanlanacak. Kamu çalışanları, işçiler, asgari ücretliler reçetenin acı ilacını bir çırpıda içecek, rafta hazır çünkü.
Bizim bir türlü okuyamadığımız, doktorların da okumamızı istemediği o reçetede ne yazacak başka?
İstikrarın devamı için işvereni yaşatmamız gerek. İşçiyi değil, işvereni. Zenginlere vergi indirimi, borç silme. İstihdamın önünü açmak adına kıdeme çökme, SGK prim desteği.
Faiz artacak, parası olan daha çok para kazanacak oturduk yerde.
Nihayetinde doktorlar reçeteyi okumayalım diye yazar.
Zaten böyle durumlarda eczacı bakıyor reçeteye “Sabah akşam aç karnına” diyor, gönderiyor.
Ama güzeliz, daha ilacı eczaneden alır almaz iyileştik sanıyoruz ya, o eczane poşetini taşırken, bu bize yeter.
Kurtuluyoruz, reçeteyi yazdılar nasıl olsa.