Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Açık bırakılmış yaralar Veya Normalleştirilmiş travmalar

Kuşaklar arası öğretilerle tekrar eden döngülerin içinde kalanları; güven, sevgi ve rehberlik yerine cezalar, yaptırımlar ve sessizliklerle büyütülmüş yetişkinlere kulak veriyoruz. Terapi odasında duyduğumuz hikayelerde herkesin sesi başka, herkesin öyküsü yegâne, lakin döngüsü yek: Nerede yaralandıklarını bilmiyorlar. Yaralarının bakımı yapılmadan, merhemi sürülmeden, üstü kabuk bağlamadan yaşama bırakılmışlar.

Terapi odası, tüm ilişkilerin ilk prototipi olan ebeveyn ve çocuk ilişkisinde inşa edilmemiş güvenin, sunulmamış sevginin ve yapılmamış rehberliğin öğrenilmesi, yeniden deneyimlenmesi için bir imkandır.

“Öyle büyük travmalarım yok ama çocukken bir şey için tutturup ağladığımda ailem beni bırakıp gideceğini ya da yabancılara vereceğini söylerdi.” diyor, terk edilmiş hissetmemek için ilişkilerinde uğradığı ihanetleri sineye çeken kadın.

Geçmişinde travma yaşamayan -yaşamadığını sanan- insanların hikayelerini dinliyoruz. Anlatılarındaki müspet sonuçlar doğuran geçmişe kıyasla paradoksal şiddet ve yaralarla dolu bir toplumun içinden gelen insanların lal tahkiyelerini işitiyoruz. Kuşaklar arası öğretilerle tekrar eden döngülerin içinde kalanları; güven, sevgi ve rehberlik yerine cezalar, yaptırımlar ve sessizliklerle büyütülmüş yetişkinlere kulak veriyoruz. Terapi odasında duyduğumuz hikayelerde herkesin sesi başka, herkesin öyküsü yegâne, lakin döngüsü yek: Nerede yaralandıklarını bilmiyorlar. Yaralarının bakımı yapılmadan, merhemi sürülmeden, üstü kabuk bağlamadan yaşama bırakılmışlar. Yaşama hazırlıklı olmalarını sağlayan güven ve sevgi duygusunun eksikliği, bir de rehberleri olacak ebeveynler tarafından yaşama yaralı ittirilmenin çaresizliği ile birleşince acı içinde yaralı bireylerden oluşan toplum büyüyor. İnsanlar büyüdükçe yeni yaralar, modern problemler veya ilişki sorunlarıyla gelirken eski yaralarını da pansuman için ancak terapi odasında açabiliyorlar. Normal sanılan/sandıkları davranışların açtığı ilk yaralar, kendilerini başka problemlerin içine saklayarak terapi odasına gelişi sağlıyor. Bazen neden yaptığımızı bilmediğimiz davranışların altından çıkıveriyor bu yaralar.

Kabuksuz Yaralara Örnekler

Sosyal ağlarda uzun saatler harcadığından, sosyal medya bağımlısı haline gelen ve ekrana bakmadan uykuya dalamayan bir adam “Çocukken ağladığımda beni yalnız bırakırlardı, ağlamaktan uyuyakalırdım.” diyor. Sık sık ağlayan çocukların güven ihtiyacından dolayı ağladığını bilmeyen aileler, çocuklarının ağlayarak uyumasına izin vererek belki deliksiz uykuyu sağlasalar da güvenli bağlanma ilişkisini zedeleyebiliyorlar.

Yahut en ufak bir hata yaptığında, herhangi bir aksilik yaşandığında kendine hakaret ederek aslında kendini cezalandıran kadın söylüyor “Çocukken beni cezalandırırlardı ancak ben iyiyim şimdi.” diye. Oysa çocukların tam olarak gelişmediklerini, buna bağlı olarak davranışları üzerinde yetişkinler kadar kontrolleri olmadığı için daha sık hata ve sakarlık yaptıklarını unutuveriyor bazen ebeveynler. İleride onların baskıları ve cezaları son bulsa dahi birey onların yokluğundan kendini cezalandırmaya devam ediyor.

Başladığı tüm ilişkilerde partnerlerinin neden saldırganlaştığını anlamayan bir başka kadın ise “eğitim” adı altında tüm çocukluğu boyunca despotluğa maruz kaldığını anlatıyor. Onu eğitmek ve korumak için denilerek gösterilen agresif tutumları sergileyecek partner seçimleri yaptığının; samimiyet dolu, sıcak bir ilişki aradığını söylerken, ancak saldırgan tutumlara maruz kaldığında sevildiğini zannettiğinin farkında olmayarak dillendiriyor sorunu.

Korkuyla susturmak

 Kapalı alanda kalmaktan korkan ve anksiyete atakları geçiren genç adam, çocukken kaprisli davrandığında babasının davranışlarını düşünmesi ve sonuçlarını öğrenmesi için onu tek başına odasına kilitlemesine bugün minnettar olduğunu söylüyor. Bir başka hikâyede, “Öyle büyük travmalarım yok ama çocukken bir şey için tutturup ağladığımda ailem beni bırakıp gideceğini ya da yabancılara vereceğini söylerdi.” diyor, her gün gerçek aşkı bulmak için dua eden ve terk edilmiş hissetmemek için ilişkilerinde uğradığı ihanetleri sineye çeken kadın. Böyle inatlaşmalarda, tutturmalarda aile, çocuklarını korkuyla yönetmeyi başarsa da (!) çocuklarına terk edileceğini, münasebetlerinde sürekliliğin daim olamayacağını öğreterek güvenli ebeveyn-çocuk ilişkisini zedeleyebilir. Uzun bir seyahate giderken ya da bakım veren kaybı esnasında çocuk ağlamasın ya da üzülmesin diye başvurulan “hemen gidip geleceğim” gibi basit yalanlar da aynı etkiyi yaratabilir.

 Oğlu sürekli yalan söylediği için psikolojik desteğe başvuran ve “anneme ve babama atıkları her darbe için teşekkür ederim, onların yaptıkları olmasa hayatta başıma neler gelirdi?” diyen baba, oğlunun kendisinden korktuğunun farkında bile değil. Kronik yalan söyleyen çocukların bir başa çıkma mekanizması olarak yalanı kullandığı görülür. Başa çıkmaya çalıştıkları durum ise evde cezalandırıcı ebeveynler varsa, bir görevi tamamladıktan sonra gelecek sonuçlardan, eleştirilerden veya cezalardan kaçınmak olabilir. Yeteri kadar görülmediği hisseden bir çocuksa, daha çok görülebilmek adına kronik yalan söyleyerek etrafının ilgisini üzerine çekmeye çalışabilir. Oysa azarlanmayacağını ve cezalandırılmayacağını öğrenen çocuk eylemlerinin sorumluluğu üstlenmekten korkmayacaktır. Ancak tekrar eden travmatik döngü normalleştirilmiştir.

Yemekle ilişkinin bozulması

Yemekle bir türlü sağlıklı ilişki kuramadığını anlatan ve ergenlik döneminde yeme bozukluğu problemi yaşayan genç kadın, ailesinin kendisinin sağlığını düşündüğünden onu yemeği bitene kadar masada oturttuklarından bahsediyor. “Tabağımızdaki yemek bitene kadar masadan kalkamazdık, bazen zorla yedirirlerdi. Çünkü müsrif olmamalı ve iyi beslenmeliydik.” diye ekliyor, farkında olmadığı yarasının hayatını etkileyen sonuçlarından bahsederken. Oysa her çocuk büyüme hızı ve enerji ihtiyacına göre farklı beslenme ihtiyacı duyabilir. Yemek sırasındaki çatışmalar, zorlamalar ve baskıcı tavırlar çocukların kaygılarını yükseltebileceği gibi besin reddini de artırabilir.

İş yerinde her gün cuma mesai bitiminin hayalini kuran, işten ayrılmak ya da değiştirmek hususunda çaresiz hissettiğinden sevmediği işi yaparak yaşamını sürdüren adam ise ailesinin onu para kazanacağını bir kariyer için sevmediği bir alanı okumaya zorladığını anlatıyor.  “Benim iyiliğimi düşündüler, rahat iş bulabileceğim bir mesleğe sahip olup, onların yaşadığı ekonomik sıkıntıları yaşamamamı istediler ama benim seçim yapmama izin vermediler.” diyor bahsetmeye başladığı depresif belirtilerin arasında.

Terapi odasından yeniden deneyim imkânı

İyi olduklarını söyleyen travmasız bir çocukluk geçirdiğini iyi insanların hikayeleri oluşturuyor yaralı bireylerle dolu toplumları. Enfekte olmuş, sağlıksız biçimde üstü kapatılmış yaralarla dolaşan insanları görmek de onların tedavisiz kalması da normalleşmiş. Aynı acıyla büyümüş ebeveynler tarafından aynı acıyla büyütecekleri çocukların ebeveynleri olmaya evrilen yolda bir çocuğun en önemli duygusal ihtiyacı sevgi, güven ve rehberlik eksik kalmış. Bu eksiklik de normalin bir parçası haline geldiğinden iyi olduğunu söyleyen birçok kişi, geçmişinde duygusal, fiziksel şiddete maruz kaldığının, sınırlarının ihlal edildiğinin ya da bir birey olarak görülmediğinden kendi kimlik kabulünde zorlandığının farkında olmayabilir. Terapi odası ise tüm bu yaraları açmak, temizlemek ve iyileşmesi için uygun bakımı sağlamak için bir fırsat sunar. Terapi odası, tüm ilişkilerin ilk prototipi olan ebeveyn ve çocuk ilişkisinde inşa edilmemiş güvenin, sunulmamış sevginin ve yapılmamış rehberliğin öğrenilmesi, yeniden deneyimlenmesi için bir imkandır. Lal kalmış hikayelerin işitildiği yerdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi