“Acılarımız bazen isim ve bazen şekil değiştiriyor ama hiç bitmiyor”

Mavi Huydur Bende’nin istismara uğrayıp öldürülen dört yaşındaki Irmak’a ve “büyüyememiş tüm çocuklara” ithafen yayınladıkları “Irmak” adlı son teklisi bu toprakların kanayan yarasına bir kez daha parmak basıyor.

2015 yılında Edip Cansever’in Günlerden şiirinden ilham alarak yola çıkan, Serkan Atay ve Okan Acarbaş ikilisinin kaptanlık ettiği alternatif-indie grubu Mavi Huydur Bende son teklisi “Irmak”ı yayınladı. Serkan Atay’ın altı yıl önce istismara uğrayıp öldürülen dört yaşındaki kız çocuğu Irmak için yazdığı şiirin şarkıya dönüşmüş hâli olan “Irmak”, insanı tokatlayan sözleri ve karanlık atmosferiyle bu toprakların kanayan yarasına parmak basıyor. Grubun ve şarkının hikâyesini Serkan Atay’dan dinledik.

Grup olarak kendinizi, “insanın olduğu ve insana dokunabilen her şeyden beslenmeye çalışan ve iyi müziğin peşinde koşan bağımsız bir müzik projesi” olarak tanımlıyorsunuz. Bunu bir tarafından düşününce Mavi Huydur Bende’nin bir misyonu olduğu sonucunu çıkartmak mümkün sanırım. Katılır mısınız bu görüşüme?

Misyon diyebilir miyiz bilmiyorum ama müzik yaparak insanların hayatına dokunmak ya da bazen herhangi bir konuda insanlarda farkındalık yaratmak en büyük isteklerimiz.

Yine bu tanımdaki “bağımsız” olma durumuna değinmek isterim. Bağımsız müzik yapan müzisyenlerle konuştuğumda genelde şu sonuç ortaya çıktı: “Şarkıları yaparken kafamız rahat ama dinleyiciye ulaşmak güç.” Sizde nasıl tezahür ediyor bu durum?

Benim de söyleyeceklerim çok da farklı olmayacak aslında. Bağımsız olarak müzik yapmak insana yaptığı müziği hakkında her türlü özgürlüğü veriyor. İçinizden geleni herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan yazıp söyleyebiliyorsunuz. Bu bence çok değerli ve önemli bir şey. Dinleyiciye ulaşmak ise genelde zor oluyor zira bireysel olarak bunu yapmaya çalışan müzisyenler büyük firmalar gibi ağlara sahip değiller. Burada müzisyen için büyük bir handikap var. Bu yüzden çoğu zaman iyi müzisyen olmak ya da iyi müzik yapmak maalesef yetmeyebiliyor.

Aslında üretken bir grupsunuz ama sadece bir albümünüz var. Diğer çalışmalarınız single. “Kullan at” çağında albüm yayınlamak size de mi zor geliyor?

Hem evet hem hayır. Bir süredir yeni albümümüz üzerinde çalışıyoruz ve bu albümde iki modeli de uygulamaya çalışıyoruz. Son çıkan single çalışmamız (Irmak) hariç önceki üç single de albüm şarkılarıydı. Bazen böyle mi devam etsek diye gitgeller yaşasak da albüm yapmanın bizim için bambaşka bir cazibesi ve anlamı var. Kaset neslinden olduğumuz için mi bilemiyorum ama birçok albüm yapma arzumuz var. Umarım bir gün başarabiliriz.

Son şarkınız “Irmak” yayınlandı. Şarkı için “hüzünlü”, “depresif” gibi tanımların yerine direkt “dramatik” diyebilirim. Kişisel bir hikâyesi var mı yoksa genel olarak bu toplum tarafından “büyütülmeyen” çocuklara ithaf mı?

Evet bir hikâyesi var. Hatta şarkıyı kaydettiğim gün adı ile ilgili can sıkıcı bir tesadüf de yaşadım. 6 yıl önce istismara uğrayan ve öldürülen dört yaşındaki kız çocuğu Irmak için yazdığım bir şiirdi. Yine benzer bir olayda daha çok kişiye ulaşsın ve daha kalıcı olsun düşüncesi ile bestelemiştim. Depremden sonra demo kayıtlarımı dinlerken “Irmak”ı dinledim. Memleketim Antakya’da yaşananlardan sonra hissettiklerimi de yansıttığını fark edince hızlıca kaydedip paylaşmak istedim. Oradaki kayıpları da göz önüne alarak depremle ilişkili bir kapak görseli hazırlamaya niyetlenince hepimizin aklına kazınan bir babanın enkaz altındaki kızının elinituttuğu fotoğraftaki ayrıntıyı kullanmak istedim. Fotoğrafı ararken ne yazık ki orada kaybettiğimiz genç kızın adının da Irmak olduğunu öğrendim. Bu tesadüf bana ağır gelmişti. Yıllardır acılarımız bazen isim ve bazen şekil değiştiriyor ama hiç bitmiyor ne yazık ki. Irmak için yazılmış bir şarkı olsa da şarkıyı “büyüyememiş tüm çocuklara” ithaf ettik.

Şarkıyı bizzat bir çocuğun ağzından dinlemek insana daha da koyuyor. Siz yazıp bestelerken nasıl bir ruh hali içindeydiniz?

Açıkçası pek de iyi bir ruh halinde değildim. Çok etkilendiğim bu olayda o çocuğun sesi olmak istemiştim. Nasıl hissetmiştir, bunları bize anlatabilseydi nasıl anlatırdı diye sorular sorup bu şekilde yazmıştım. O yazım süreci empatinin bazen bir insanın hislerini anlamak dışında bir insana başka birinin acısının canını acıtabileceğini de fark ettirmişti.

Pandemiden bu yana sanatçılar genelnde müzisyenler özelinde dünyada ve Türkiye’de yaşanan haksızlıklara, kötü gidişata karşı duran, sesini yükselten, “Hayır!” diyen çok fazla çalışma karşımıza çıktı. Bunların dinleyici tarafında kalıcı bir etki yarattığını düşünüyor musunuz? Yoksa anlık bir refleks olarak insanlar şarkıyla aralarında bir bağ kurup geçiyor mu?

Buna hem bir dinleyici hem de bir müzisyen olarak cevap vermek isterim. Dinleyici olarak bende bu tür şarkılar halen etki bırakıyor zira toplumsal şarkılar benim en sevdiğim ve etkilendiğim şarkılardır. Müzisyen olarak ise kendi müziğimiz hakkında bunun yargısına biz varamayız bunu zaman gösterecek. Ama bana çılgınca gelen bu hızlı tüketim devrinde artık çoğunlukla anlık bir etki olarak kaldığını ve birçok sosyal medya paylaşımı gibi kaydırılıp geçildiğini düşünüyorum.

Keşke her şey güllük gülistanlık olsa da “Irmak” gibi şarkılar yapmak yerine hoplamalı, zıplamalı şarkılar yapsak dediğiniz oluyor mu?

Çok oluyor. Neredeyse her şarkı yazdığımda içimden bu geçiyor. Ama özellikle de “Irmak” gibi daha toplumsal sorunlara değindiğim şarkılar yazarken oluyor bu. Genelde şarkılarınız çok depresif gibi eleştireler geliyor. Bazen daha mutlu şarkılar yapmaya çalışıyorum ama sözleri yazarken bunu devam ettiremiyorum ne yazık ki. Zira coğrafyamız buna pek de izin vermiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi