Açlık

Anadolu tarihi kıtlık olgusuna yabancı değil. Milattan önce 1200 yıllarında Hititleri vuran ve can düşmanları Mısır’dan yardım istemek zorunda bırakan kıtlık tarihçilerin tespit edebildikleri en eskisi.

O tarihten bu yana birçok kıtlık görmüş bu topraklar. Ama dünya tarihindeki diğer kıtlıklarla karşılaştırıldığında, yaşadığımız coğrafyanın yine de şanslı olduğunu ve barındırdığı canlıları kolay kolay aç bırakmadığını söylemek mümkün.

Taa ki Akape iktidar olana kadar…

Dünya nüfusunun %10’u açlık tehdidi altında yaşıyor bugün. 800 milyon insan. Nedeni kıtlık değil de toprakların verimsizliği, susuzluk, fakirlik gibi kronik sorunlar.
Bazen de kötü yönetim. Bizdeki gibi.

Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları adıyla ilan ettikleri ve 2016 yılında yürürlüğe giren eylem çağrısında 2030 yılına kadar ulaşmayı amaçladıkları 17 hedef belirlediler. Bunların en önemlisi açlığa son verme hedefi.

Açlığa son verme hedefi, yeryüzünde açlığı bitirmek, gıda güvenliğine ve iyi beslenmeye ulaşmak, sürdürülebilir tarımı desteklemek, başta çocuklar olmak üzere tüm insanların yıl boyunca yeterli besine sahip olması anlamına geliyor.

Açlığın en yalın tarifi vücudun enerji ihtiyacını karşılamak için yeterli kaloriyi alamaması. Oysa vücudumuzun sağlıklı kalabilmesi için doğru beslenmeye ihtiyacı var. Doğru beslenme de tabağımızda karbonhidratın, proteinin, liflerin, yeşil sebze ve meyvenin olması demek.

Ve bir “ekonomist” tarafından yönetilen 2022 Türkiye’sinde okula aç gidiyor çocuklarımız. Aileler çocuklarının beslenme çantalarına bir elmayı, portakalı veya muzu koyamıyor artık. Bazıları kuru ekmek, bilemedin poğaça veya boş sigara böreği ile okula göndermek zorunda kalıyor çocuklarını. Çoğunda o da yok. Birçok evladımızın okulda tuvalet musluğundan içtikleri suyla açlık bastırmaya çalıştıklarına dair hikayeler duyuyoruz.

Sadece ilkokul, ortaokul veya lise değil, üniversitede de durum farksız. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin bazılarının “Acıkmamak için spor yapmıyoruz” dedikleri söylendi televizyonda geçenlerde.

Dünyanın toprakları en verimli ülkelerinden biri olan Türkiye’de bugün açlıktan söz edilmesi iktidarın ve onun “alanı ekonomi” olan başının eseri.

Artık bizi, değil Almanya, Burkina Faso bile kıskanmıyor.

Kendimize gelelim. Türkiye Cumhuriyeti, geleceğinin emanet edildiği çocuklarına sahip çıkmak, dengeli ve yeterli beslenmelerini sağlamak zorundadır.

Kaç paraysa kaç para. Okullardaki bütün çocukların karınlarının tok olmasını sağlamak zorundadır bu devlet.

Türkiye’de Kasım ayı itibariyle açlık sınırını 7786 Türk lirası olarak açıkladı Türk-İş. Yani dört kişilik bir ailenin sadece dengeli beslenmek için gereksinim duyduğu para 7786 lira. O da Kasım ayında. Her ay yükselecek bu rakam. Bunun içinde barınma, giyim, eğitim, sağlık, kültür, tatil gibi giderler yok.

Bugün başlayan asgari ücret pazarlığında masadaki en önemli aktörlerden biri olan Türk-İş Başkanı “Asgari ücrette kırmızı çizgimiz 7785 lira” dedi. Yani adam asgari ücretin kendi ilan ettiği açlık sınırı düzeyinde olmasına razı. “İşçiler sefaletten fazlasını hak etmiyor” diyor resmen. Yuh olsun!

Senaryo belli: “İşçiler 7785 lira istedi, Reis 8000 (veya 9000) verdi” manşetlerini görür gibiyim yandaş basında.

Her kurumu tahrip eden iktidar Türk-İş’i de yozlaştırmış besbelli!

On liralık köprünün kamuya 25 liraya mal edilerek beşli çetenin ve yönetim içindeki “ortaklarının” zengin edildiği sistem olan Kamu-Özel İşbirliği projelerine para bulunuyor. Hatta sistem o kadar tatlı ki Zafer Havaalanı örneğinde olduğu gibi gereksiz projeler uygulamaya geçiriliyor. Maksat toplu hırsızlık devam edebilsin.

En az 20 milyar dolara mal olacak Kanal İstanbul’u yapmakta inat ediliyor. Saraylara, uçak filolarına, 115 bin makam aracına ilave olarak alınacak Mercedes’lere, danışmanlara, bakan yardımcılarına ödenen üçer beşer maaşlara kaynak var.

Ama çocuklarımızı açlıktan kurtaracak girişimlere kaynak yok.

Muhalefet partilerinin okula giden çocuklarımıza kahvaltı ve/veya öğle yemeği verilmesi yönündeki kanun teklifleri iktidar ortakları tarafından reddediliyor. Bu konuda kıllarını kıpırdatmadıkları gibi, yemek dağıtan muhalefet belediyelerine engel oluyorlar.

2021 bütçe yılında Milli Eğitim Bakanlığına ayrılan ödeneklerden 62 milyarı “İhtiyaç fazlası” olarak görüldü ve iade edildi.

Yani okullar için, öğretmenler için, öğrenciler için ayrılan ödenekler “fazla” denilerek alındı ve kur korumalı mevduatın finansmanına, geçiş garantilerine, kamu-özel iş birliğiyle yapılan şehir hastanelerine, Sarayın ejder meyvesi ve efuli bütçesine aktarıldı.

Öğrencilere yemek verilmesinin düşünülüp düşünülmediği yönünde TBMM’de sorulan soruları milli eğitim bakanı “Fayda-maliyet analizi yapıyoruz” diye geçiştiriyor. Faydası çocuklarımızın karınlarının doyması Sayın Bakan. Onun maliyeti düşünülmez!

Siz aldığınız maaşları da bir fayda-maliyet analizine tabi tutsanıza. Bakın bakalım ne sonuç çıkacak.

Bu rejim tepemize çökmüş bir kara buluttur.

Ve “Yaşama sevincimizi geri almak” bu kara buluttan, bu organize kötülükten, bu iki dudak iktidarından kurtulmamıza bağlıdır.

Sıkın dişinizi. Az kaldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi