Âdem’den önce

Üç büyük tektanrıcı dinin kutsal metinleri, bir tarihsel dönem olarak insanlığın başlangıcını tarım devrimi (G.Ö. 10.000) sonrasına, Ortadoğu’ya, Mezopotamya havzasına, tarımın başladığı Dicle ve Fırat nehirlerini çevreleyen “Verimli Hilal”e çıkarırlar. Ama işte bilimsel bilgi birikimi, insanlığın varoluş serüveninde bunun öncesi olduğunu işaret etmektedir. Dolayısıyla evet, Âdem’den öncesi vardır.

Yazı başlığı pek çok okuruma aşina gelecektir. “Ademden Önce”, Amerikalı yazar Jack London’ın bir romanının adı olarak (Before Adam) yaygınlık-bilinirlik kazanmıştır. İlk kez 1906-7 yıllarında bir dergide tefrika olarak yayımlanıp sonra kitaplaşmış bu romanında London, 1860’lardan itibaren (Darwin’in “Türlerin Kökeni” 1859’da yayımlandıktan sonra) hem biyolojik hem kültürel çerçevede sıçrama yaparak popülerleşmiş evrim düşüncesinin etkisi altında insan biyolojik evrimine ilişkin şahane bir kurmaca üretir. Mağara insanlarının yanı sıra “ağaç insanları” ve “ateş insanları”nı imgelem dünyamıza davet eden öykü, insanlığın tarihöncesine antropolojik bir yolculuk nitelemesini de hak eder.

Benim bu yazıda böyle bir başlık atma nedenimin London’ın romanının tematik içeriğiyle dolaylı bir bağlantısı olduğu söylenebilir. Başlığın dolaysız-doğrudan bağlantısı ise geçtiğimiz haftaya damga vuran Sezen Aksu olayı ve onun şarkı sözüne yönelik gösterilen, en son ve ağır örneği Erdoğan’ın camideki ifadelerinde karşılığını bulan “dinbaz” tepkiler.

İktidar kutuplaşma ister, şarkı bahane!

Sezen Aksu’nun “Şahane Bir Şey Yaşamak” adlı şarkısında “Binmişiz bir alâmete gidiyoruz kıyamete” sözleri ardından uyaklıca “Selâm söyleyin o cahil Havva ile Âdem’e” şeklinde gelen ifade, şarkı yayınlandıktan 5 yıl sonra dinbaz iktidar yardakçılarına malzeme oldu. Beka derdinde sıkışmış iktidar da hanidir aradığı dindar-laik toplumsal kutuplaşmasını ateşleyecek fırsatı böylece bulmuş oldu.

Elbette bekleneceği üzere Diyanet de hiç vakit kaybetmeden topa girdi ve “Dinî şahsiyet, sembol ve değerlerle ilgili özensiz tutum ve davranışlarda bulunulması en hafif tabirle saygısızlıktır” ifadesinin yer aldığı bir basın açıklaması ile herkesi bu hususta hassasiyet göstermeye ve “yüce dinimizin örnek şahsiyetleri hakkında konuşurken saygılı ve özenli olma”ya davet etti.  

Âdem’in cehaleti, Allah’ın tanısı

Sezen’in şarkı sözlerinde dinen bir mahzur olmadığını geçtiğimiz cuma günü “Bidebunu İzle” Youtube kanalındaki “Büyük Resim” programımızda temellendirmeye çalıştım. Orada Âdem ile Havva’nın “cehalet”inin kutsal kitaptaki anlatıdan hareketle esasen bir “Allah tanısı” olduğunu vurguladım.

Bu yazıda ise Diyanet’in basın açıklamasında yer alan ve kutsal değerlere-şahsiyetlere hakaret gerekçesiyle “bindirme” yapılarak bilimsel düşünce ve pratiği boğuntuya getirme hedefi güttüğü düşünülebilecek, sürdürülen tartışmalarda da pek öne çıkmayan ifadeler üzerinde durmak istiyorum.

Diyanet, kutsal değer ve şahsiyetlere yönelik “özensiz” tutum ve davranışları saygısızlık sayarak uyarıda bulunduğu basın açıklamasının giriş kısmında şunları kaydediyor:

“Öncelikle bilinmelidir ki Hz. Âdem (a.s.) ilk insan olmasının yanında aynı zamanda ilk peygamberdir. (…) Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de ‘halife’ olarak nitelenen Hz. Âdem ve onun eşi Hz. Havva bütün insanlığın müşterek değeri ve muazzez atalarıdır.”

İşte bu ifade ile Diyanet, kutsalı kendisine kalkan ve kılıç yaparak bize sadece dinî değerlere saygılı olun demenin ötesinde onun dogmasına da “bilgi” anlamında tâbi olun diyor.

“Öncelikle bilinmelidir ki…” ifadesi bunu dikte ediyor.

Öncelikle bilinmeli ki dediğiniz, inançtır!

Âdem ile Havva’nın ilk insan ve insanlığın atası (ve “anası”!) olduğu, bir inançtır. Buna inanabilirsiniz ve bu inancınıza saygı duyulur. İsterseniz elbette bu inancı kendinize bir “bilgi” de kılabilirsiniz. Ancak bu teolojik açıklamayı, kendinizce kutsal değerlere saygısızlık saydığınız bir konuyu da bahane ederek evrensel bir bilgi şeklinde öne süremezsiniz.

Belki, “Bilindiği üzere inancımız gereği…” diye başlayarak ne söyleyecekseniz kendinizce “ilk insan” ve “insanlığın atası” bahsine dair söyleyebilirsiniz. Ama ilk insan ve insanlığın atası-anası bahsini “öncelikle bilinmelidir ki” lafzı altında kıskaca alabilmeniz mümkün değildir. Bu sizi aşar.

Öncelikle bilinmekte ki ilk insan ‘Habilis’

Ve eğer siz söze öyle başlarsanız biz de deriz ki;

An itibarıyla mevcut veri ve bulgular ışığında “öncelikle bilinmektedir ki” ilk insan ve insanlığın atası-anası olarak kaydedilebilecek örnek, günümüzden 2-2,5 milyon yıl öncesinde Doğu Afrika’da karşımıza çıkan “Homo habilis”tir.

Antropolojik olarak paylaştığımız bu bilgi, bir “dogma”, yani mutlak ve değişmez değil elbette. İleride araştırmalar, kazılar, buluntular, analizler ve değerlendirmeler bizi bu bilgide bir değişmeye gitme durumunda bırakabilir. Bunu da memnuniyetle yaparız.

Ama yine aynı bilimsel yaklaşım doğrultusunda diyebiliriz ki Âdem ile Havva’nın ilk insan ve insanlığın atası oldukları ne “bilinmekte” ne de “öncelikle bilinmeli”dir. Buna, öncelikle ya da önceliksiz, inanılmaktadır.

Çiftçi Âdem ve Cennet’in doğu-batısı

Evrimsel biyoloji, paleontoloji, prehistorik arkeoloji, paleoantropoloji, moleküler genetik ve diğer pek çok bilimsel disiplin bünyesinde işbirliği içinde sürdürülen çalışmaların sonuçları, teolojik bildirimler ve insanların dinsel motif ve motivasyonları araçsallaştırılarak, daha doğrusu bunlar silah kılınarak domine edilemez.

Kutsal metin, insanlığın tarihi üzerine bir veri kaynağı olarak “antropolojik” okumaya tâbi tutulduğunda ortaya çıkan sonuç, Âdem’in çiftçi olduğudur. İnsanlık tarihinde çiftçiliğin ortaya çıkışından önce 2 milyon yıllık avcı-toplayıcı yaşam biçimiyle karakterize edilen bir dönem vardır.

Üç büyük tektanrıcı semavî/İbrahimî dinin kutsal metinleri, bir tarihsel dönem olarak insanlığın başlangıcını tarım devrimi (G.Ö. 10.000) sonrasına, Ortadoğu’ya, Mezopotamya havzasına, tarımın başladığı Dicle ve Fırat nehirlerini çevreleyen “Verimli Hilal”e çıkarırlar (Kitâb-ı Mukaddes’te Allah’ın Âdem’i içerisine koyduğu cennet, “Aden”den çıkmış ırmağın dört kolundan ikisi Dicle ve Fırat olarak kaydedilir). Ama işte bilimsel bilgi birikimi, insanlığın varoluş serüveninde bunun öncesi olduğunu işaret etmektedir.

Aden’de değil Rift Vadisi’nde ara ilk insanı!

Dolayısıyla evet, Âdem’den öncesi vardır.

Ortadoğu’nun, Mezopotamya’nın “Aden bahçesi”nde dolaştığı kutsal kitapta kaydedilen Âdem’den önce Doğu Afrika’nın Rift Vadisi’nde Olduvai Boğazı’nda, Turkana Gölü yataklarında dolaşan, çatır çatır yaşam mücadelesi vermiş “atalarımız-analarımız” vardır.

Bu “öncelikle” bilinmeli midir bilinmemeli midir, orası tercinize, telakkinize, itikadınıza, aklınıza, kalbinize kalmış bir mevzu.

Ama şimdilik bilinmekte olan budur.

“Âdem, Âdem olmadan önce maymundu”

Üstelik bu, yani “Âdem’den öncesi” (belki çok fazla imkân-ihtimal verilemeyecek bir şekilde) İslamiyet’te hayli erken dönemlerde âlimler, düşünürler, mutasavvıflar tarafından işlenmiş, üzerine gayet net, açık-seçik değini ve değerlendirmelerde bulunulmuş bir mevzudur.

Bir “evrimci yaratılış” fikrini savunan Mutezile âlimleri (Nazzâm, Câhız gibi) olmuştur. Yanı sıra İhvân us-Sâfâ okulu, İbn Miskeveyh, Birûni, İbn Tufeyl, Mevlâna Celâleddin-i Rumî, İbnü’l Arabî, İbn Haldun, Kınalızade Ali, Abdülkadir Bîdil, Erzurumlu İbrahim Hakkı, vd. Hepsi, Âdem’in öncesine uzanan evrimsel bir varoluş serüvenine değinmiş ve insanın bir maymun türünden evrimleştiğinden öte (“Kitâbû’l-Hayevân” yazarı Câhız gibi) insandan da maymun türeyebileceğini ileri sürmeye kadar varan görüşler temellendirmişlerdir (bkz. Mehmet Bayrakdar, İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, İnsan yayınları, 1987).

Bunlar arasında 17’nci yüzyıl sonu 18’inci yüzyıl başı Hint Yarımadası’nda yaşamış Türk kökenli şair ve mutasavvıf Abdülkadir Bîdil’in şu sözü, aslında Sezen Aksu’nun şarkı sözlerini dahi solda sıfır bırakır derecede Âdem Peygamber’e ilişkin bir değerlendirmeyi karşımıza çıkarmaktadır:

“Hiçbir şekil maddesiz suret kabul etmez; aynı tarzda Âdem, o Âdem olmazdan önce maymundu” (akt. Bayrakdar, aynı eser, s. 164).

Hep söylediğimiz gibi, İslamiyet’te Rönesans ya da aydınlanma önce, “Orta Çağ” ya da karanlık sonra gelmiştir; şimdilerde de hayli koyulaşmış halde devam etmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi