Ağlamak Bir Güç Göstergesi

Son Güncellenme Tarihi: Nisan 19, 2021 / 20:07

Birey, güçlü ve yoğun doğan duyguları tesmiye edemez. Duyguların adı konulamadıkça, kelimelere sığdırılamadıkça gözyaşları devreye girer. Ağlayan insan bedeniyle ve zihniyle kısıtladığı tüm duyguları gözyaşları aracığıyla serbest bırakır. Duyguları serbest bırakmak cesaret işidir. Önce duyguların varlığı kabul etmeyi, onlardan kaçmamayı, bütünüyle benimsemeyi gerektirir. Oysa ne kadar zordur, aldığın her solukta ciğerlerine saplanan binlerce bıçak darbesi gibi acı bir haber karşısında yaşananları kabul etmek…

Ağlamak, tereddütlü görünüşünün aksine sağlam ve dengeli birey olmanın kıymetli bir parçasıdır.

“Güçsüz müsün, neden ağlıyorsun!”

“Erkek adam ağlamaz!”

Ağlamak ne zaman bir zayıflık göstergesi haline geldi? Güçsüz kalanın, hassas olanın, duygusalın gözyaşları için suçlandığı bir mertebeye ne zaman ulaştık? Homo sapiens sapiens dışındaki primatlar da ağlarken, insan ne zaman gözyaşlarına hâkim olmak zorunda bırakıldı? Hatta ne zaman cinsiyetleştirmenin kurbanı olarak erkeklerin elinden ağlama hakkı alındı? Toplumsal önyargılar, bireyleri ağlama eyleminden yoksun bırakarak hem bedensel hem psikolojik sağlıklı olmanın önüne engeller koyuyor.

            Ağlamak Bir İletişim Yolu

Yetişkinlerin kurduğu iletişim dünyasında kelimeleri olmayan bebekler ağlar. Ağlamak onların iletişime geçme yöntemidir. Karınları acıktığında, bezleri değişmesi gerektiğinde, uykuları geldiğinde, üşüdüklerinde veya ilgi istediklerinde gözpınarlarından oluk oluk gözyaşı akar. Ebeveynleri ile diyaloga girmenin bir yoludur ağlamak. Doğduğu coğrafyadan veya kültürden bağımsız ağlar bebek. İhtiyaçlarını giderilene kadar da ağlar. Bebeklerin kelimelerle kısıtlı iletişim dünyasına ihtiyaçları yoktur, daha fazlasına sahiptirler.

            Yetişkinler ise kelimelerle iletişime geçilen sınırlı bir dünya inşa etmişlerdir. Ağlamak güçsüzlüğün bir göstergesi, duygularla baş edemeyecek kadar zayıf olduğumuzun bir ifadesi olarak değerlendirilir. Gözyaşlarını gösteren birey, yaşamın karşısında sökel kalmış yorumlanır. Diğerleri tarafından ağlayanı aşağılanmaya müsait bir alan türetilir. Bu uydurulmuş normların içinde ağlayan kişi, gözyaşlarından utanmalı ve onları saklamalıdır; hatta gözyaşları yasaklanmalı ve sınırlandırılmalıdır. İnsanın var oluşuna anlam veren duygular, ifade edilmek yerine giriş anahtarının dahi saklanacağı kör dehlizlere itilir. Duygularından ve kendinden uzaklaşan birey, mekanikleşmeye, neşesini yitirmeye ve sert duvarlarının arkasına saklanmaya başlar. Akıtmadığı gözyaşlarının öfkesini, diktiği duvarları surlara dönüştürürken bir harç olarak kullanır. Oysa ağlamak bir güç göstergesidir. Ağlamak değil, ağlayamamaktır aykırı olan. Ağlamak, fani dünyada her şeye ve herkese rağmen var olmaktır.

            Ağlamak yüzleşme cesaretidir

Elem ve acı anlarında gözyaşlarının akmasına alışkın olunmasına karşın utanç, kaygı, suçluluk, çaresizlik, öfke, umut, heyecan hatta sevinç gibi duygular da göz pınarlarını harekete geçirir. Bir duygu bedeni, zihni ve beni her yerinden deragüş ettiğinde kelimelere yer kalmaz. Kelimeler bireyin içinde yaşanan yoğun duygu istilasını ifade etmek için yetersiz ve yersiz kalır. Birey, güçlü ve yoğun doğan bu duyguları tesmiye edemez. Duyguların adı konulamadıkça, kelimelere sığdırılamadıkça gözyaşları devreye girer. Ağlayan insan bedeniyle ve zihniyle kısıtladığı tüm duyguları gözyaşları aracığıyla serbest bırakır. Duyguları serbest bırakmak cesaret işidir. Önce duyguların varlığı kabul etmeyi, onlardan kaçmamayı, bütünüyle benimsemeyi gerektirir. Oysa ne kadar zordur, aldığın her solukta ciğerlerine saplanan binlerce bıçak darbesi gibi canını yakan acı bir haber karşısında yaşananları kabul etmek…

Cenazelerde ağlamayan, yıkımlar karşısında göz pınarları hiç nemlenmeyenler ise duygularıyla yüzleşemediklerinden, bedenlerinin bu hisler tarafından ele geçirilmesine müsaade etmezler. Duyguları ve ben arasındaki muharebede yenik düşmekten korktuklarından gözyaşları akıtamazlar. Halbuki, duygularının benliklerini inşa ettiğinin idrak edemeyecek kadar toydurlar. Toylukları yaşlarından değil, yaşadıklarıyla yüzleşememelerindendir. Ağlayan birey ise cesaretlidir, olgunluğu cesaretinden beslenir. Akıttığı gözyaşı onun hayat karşısında başarısızlığının değil, başa çıkma yeteneğine fazlasıyla sahip olduğunun tescilidir.  Duygularından kaçmak yerine, onlarla yüzleşmeyi ve ağlamayı tercih etmiştir.

Ağlamak Sosyal Normları Yıkmaktır

Diğer bir yandan, duyguları gözyaşlarıyla bedenden azat etmek, sosyal normları da yıkmak anlamına gelebilir. Gözyaşları, öğretilmiş olan kalıplara direnç flaması olarak taşınabilir. Yapısallaştırılmış dünyamız içinde nerede ne yapmamız gerektiği belirli kurallarda belirlenirken, kapitalist düzen duygularıyla hareket eden bireyin olası tutarsızlığını istemez. Duyguları göstermek, insan olmanın ibaresidir ve insanlaşma verimin düşmesine neden olabilir. Mekanikleşmiş düzene aykırı bir duruş içerir. Vaktiyle erkeklerin hakimiyet sürdüğü iş dünyasında verim kaybına neden olabilecek bu duygusal dalgalanmanın önüne geçmek için ağlamanın erkeklik gücüne hakaret gibi sunulması ve erkeklerin elinden ağlama hakkının alınması da bu sisteme hizmet niyeti taşımaktadır.

Verdiği kayıpların, yaşadığı acıların, yıkılan dünyasının ardından muharebe meydanında çarpışmak, demir fabrikasında çalışmak ya da tarlada ekin toplamak zorunda kalan erkeği “erkekler ağlamaz” gibi kalıpların içine sokmak sistemin aksamadan sürdürülebilmesi sağlar. Her insan olanın yaşadığı gibi kalbi parçalanan ya da yüreği şenlenen erkek, erkek olmanın gerekliliğinden bu duygularını bastırır. Böylece duygusal iniş çıkışlarının yaratabileceği, verimliliği tehdit eden tüm dalgalanmaların önüne geçilerek mihaniki üretimine devam eder.  Çalışma dünyasında eşit hak ve pozisyonlara sahip olmaya başlayan kadınlar için bu söylem sunulamayacağından, iş dünyasında başarılı kadın imajı için yaşamında duygusallığa yer olmayan, yalnız kadın profili çizilmektedir.

Oluşturulmuş normlar gözyaşlarımı akıtma ve duygusal olma hakkımızı elimizden çeşitli ve yenileşen söylemlerle almaya devam etmektedir. Lakin, ağlayabilmek dış dünyaya karşı “başkalarını ne düşünür, ne der” korkusu olmadan, yaratılan kalıpların dışından kendimizi kucaklamaktır. Ağlamak, tereddütlü görünüşünün aksine sağlam ve dengeli birey olmanın kıymetli bir parçasıdır.

            Gözyaşı Fiziksel Sağlıktır

Yine de akılcılığa sığınarak, duygularını bastırmaya yatkın olan ve gözyaşlarını duygusal içeriklerle değerlendirmeye lüzum görmeyen psikolojik duvar ustaları için ağlamanın fiziksel sağlamlıkla da ilişkili olduğunu eklemek gerekir. Bastırılmış ve ötelenmiş duyguların er ya da geç dönüşü olduğu sıklıkla tekrar edilen bir bilgidir. Kelimelerle anlatılamayacak kadar yoğunlaşmış bu dönüş için bazen beden bazen ruh sağlığı söz sahibi olabilir. Oysa dökülen gözyaşları, yoğun yaşanan duygunun yarattığı stres durumunda hormonsal sistemi dengeleyerek, bedensel ve psikolojik rahatlama sağlar. Yoğun stresin azaltan ağlama eylemi için kalbe şifalı olduğunu öne süren çalışmalarda gözyaşının destekçisidir.

Biz gözyaşlarımızı göstermek yerine içimize akıtmakla tembihlenirlerken, teknolojinin egemenliğinde bireyselleşmenin arttığı ve yoğun çalışma temposunun depresyonun kapısını tıklattığı Japonya gibi ülkelerde okullar ve şirketlerde gözyaşının faydalarına dair eğitimler veriliyor. İnsanlar, duygularının sağlıklı bir ifadesi olan ağlama eylemine teşvik ediliyor.

Ağlayabilen bireyler aciz, kırılgan ya da zayıf olmaktan ziyade cesur, güçlü ve duygularına kilit vurmaya devam edenlere verdikleri ağlama cesaretiyle öncü kişilerdir. Gözyaşı tozlanmış duyguların temizliği, kör dehlizlerin ışığı ve her şeye rağmen var olmaya devam etmenin kuvvetli bir müzahirdir.  

Ayşe Naz Hazal Sezen

Uzm. Psk. Ayşe Naz Hazal Sezen, lisans eğitimini Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü ve İletişim Fakültesi Reklam Tasarımı ve İletişimi bölümünde çift anadal ile tamamlamıştır. Lisans eğitimi döneminde bir yıl Universidade Beira Interior’da eğitimine devam ettikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde bir yıl özel öğrenci olarak ders almıştır. Mezun olduğu üniversitesinin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde saha araştırmasının ardından “Sosyal Medya Kullanımının Psı̇kopatolojı̇k ve Psı̇kososyal Değı̇şkenler Açısından Değerlendı̇rı̇lmesı̇: Marmara Bölgesi” tezini tamamlayarak klinik psikoloji alanında Uzman Psikolog unvanını almaya hak kazanmıştır. Klinik stajlarını Türkiye’nin ilk Nöropsikiyatri Hastanesi olan NPİstanbul Beyin Hastanesi’nde ve Almanya Evangelische Kliniken Gelsenkirchen’de tamamlamış; evrimsel psikoloji araştırmalarını University of Pécs -EPRGP (Evolutionary Psychology Research Group of Pécs) grubunun içinde sürdürmüştür. Yüksek öğrenim, uzmanlık ve çalışma yılları sürecinde muhtelif kongre ve seminerlere katılmış; ulusal ve uluslararası bildiri ve makaleler sunmuştur.

Klinik uzmanlığı eğitimini Psikodinamik/Psikanalitik ve Bilişsel-Davranışçı ekolleri ekseninde almasının ardından süpervizyonunu ağırlıklı olarak Psikodinamik Yönelimli Terapiler ve Psikodrama ekseninde tamamlamıştır. Avrupa Psikoterapi Derneği tarafından akredite İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde Psikodrama Grup Psikoterapisi Eğitimini (2018-2022) tamamlayarak Co-Psikodramatist ünvanını almıştır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top