AK PARTİ KENDİNİ YENİLEYEBİLİR Mİ?

Günlerdir medyayı ve dolayısıyla siyasetle ilgili insanları bir merak sardı. Telefonla veya yüz yüze yaptığım her sohbette söz kısa bir süre içerisinde hangi bakanların değişeceğine ve AK Parti kongresine geldi.
Kabinede yaşanacak değişiklikler kendimi bildim bileli insanların ilgisini çekiyor. Hatta Bakan Toto oynamak belli dönemlerde Ankara ahalisinin en sevdiği etkinlik oluyor. Ancak bu sefer kongre ve sonrasında AK Parti’de yaşanacaklar sanki biraz daha fazla merak ediliyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı eğer bir hafta önce veya sonra alınsaydı, televizyon tartışmalarının muhtemelen tek konusu AK Parti’nin kongre ile birlikte nasıl dönüşeceği olacaktı. Hükümete yakın bazı köşe yazarlarının ve televizyon tartışmacılarının kongrede yaşanacakları tsunami, fırtına, hortum gibi doğal afet analojileri ile ifade etmesi de beklentileri iyice yükseltti. Hele bir de Berat Albayrak’ın “muhteşem dönüşü” yönündeki senaryoların da eklenmesiyle insanların ilgisi daha da arttı.
AK Parti için dönüşüm beklentisi ilk kez yaşanmıyor aslında. Daha önceleri de 2002 Ruhuna Geri Dönmek veya 94 Ruhu gibi farklı dönemlere göndermelerde bulunan dönüşüm hedefleri dile getirilmişti. Berat Albayrak’ın istifasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yandan “Türkiye'nin geleceğini Avrupa'da görüyoruz” şeklindeki çıkışı, öte yandan ekonomi, hukuk ve özgürlükler alanında reformlar yapılacağı şeklindeki açıklamaları siyaseti takip edenler arasında heyecana neden olmuştu.
Açıkça söylemek gerekirse ben bu değişim tartışmalarının hiçbirini ciddiye almamıştım. Bu kongrenin de AK Parti’nin 2013’ten sonra girdiği rotada herhangi bir değişikliğe neden olacağını düşünmüyorum.
Bilindiği gibi AK Parti 2001 yılında neo-liberal bir parti olarak kuruldu. Ancak zaman içinde ülkemizde ve dünyada yaşanan çeşitli gelişmeler birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’nin de yönetim biçimini olumsuz etkiledi. Freedom House veya The Economist gibi uluslararası kuruluşların yayınladıkları demokratikleşme ve özgürlükler açısından dünya ülkelerini karşılaştıran endekslerde Türkiye 2013’lere kadar liberal demokrasi veya özgür ülkeler arasında sıralanırken, bu tarihten sonra pozisyonu düzenli olarak bozuldu.
Siyasi rejimleri bir ucunda liberal demokrasi, diğer ucunda ise otoriteryanizm olan bir yatay eksen üzerinde gösterecek olursak Türkiye 2013’ten itibaren liberal demokrasiden otoriteryenliğe doğru kayıyor. İki uç arasındaki rejimler ise farklı isimlerle anılıyor. Ünlü siyaset bilimci Fareed Zakaria bu tür ülkeler için “İlliberal Demokrasi” kavramını kullanırken, The Economist’in Demokrasi Endeksi’nde ise “Hibrit Rejim” kavramı tercih ediyor. Ama Harvard profesörlerinden Steven Levitsky ile Lucan A. Way tarafından geliştirilen “Rekabetçi Otoriterlik” tanımı uzun zamandır içlerinde en popüler olanı.
Kavrama aşina olmayanlar için kısaca özetleyecek olursak; Rekabetçi Otoriterlik’te bazı hileler yapılsa bile yine de ülkede düzenli seçim yapılıyor, iktidardaki parti devlet olanaklarını ölçüsüz bir biçimde kullanıyor, medya üzerinde baskı kuruluyor, iktidara bağlı medya kuruluşları oluşturuluyor ve muhalefetin medyada yer alması engelliyor. İktidar kendi sermaye sınıfını ve zenginlerini yaratıyor, diğer iş insanları ise bürokratik baskılar ve çeşitli cezalar ile yıldırılıyor. Yargı kurumları üzerinde baskı kuruluyor, adalet siyasallaştırılıyor ve iktidara bağlı yargıçlar eliyle muhalefet üzerinde tehdit oluşturuluyor.
Bütün bunlara rağmen, Rekabetçi Otoriter rejimler tam olarak otokratik rejimler değildirler. Demokratik kurum ve kurallar tamamen ortadan kaldırılmamakta fakat çeşitli yöntemlerle bu kurallar işlevsiz bırakılmaktadır. Muhalefeti yasaklamak yerine, yukarıda saydığımız yöntemlerle, baskı altına alınması tercih edilmektedir.
İktidarın son bir haftada attığı adımlar (Gergerlioğlu kararı, HDP’ye kapatma davası açılması, İHD Eş Başkanı ve çok sayıda HDP parti örgütü yöneticisinin gözaltına alınması, Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevinden alınması ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi) Kasım ayından beri kullanılan reformcu retoriğin sona erdiğini ilan etti. Aynı zamanda. AK Parti’nin 2013’ten beri girdiği yolda ilerleme konusundaki kararlılığını da gösterdi. Ayrıca, Cumhur İttifakı çatısı altında MHP ile sürdürdüğü ortaklığın, AK Parti’nin hızlı adımlar atmasını kolaylaştırdığını da ifade etmek gerekir.
Siz bu satırları okuduğunuzda AK Parti’nin kadrolarında ne gibi değişiklikler gerçekleştiğini muhtemelen görmüş olacağız. Ancak bundan sonra iktidar içinde yaşanacak hiçir görev değişikliğinin AK Parti’nin rotasını değiştirebilmesi mümkün görünmüyor.
Buraya kadarki değerlendirmelerimizden, Türkiye’nin günün birinde tam otoriter bir ülke olacağını ileri sürdüğümüz düşünülmesin. Ben sağın siyasal pragmatizminin, solun muhalefet deneyiminin ve yeni nesillerin demokrasi/özgürlük talebinin buna engel olacağını düşünüyorum. Ama iktidarın tekrar rotasını demokrasi yönüne çevirebilme imkanı olmadığı gibi, pozisyonunu koruyabilme şansı da yok. Çünkü muhalefetin nefesini ensesinde hissediyor. O yüzden daha önce başka bağlamda söylediği gibi “durmak yok, yola devam” demek zorunda.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi