AK PARTİ’NİN OYU ARTAR MI?

AK Parti’nin oy kaybetmeye başladığı dönemlerden itibaren “çekirdek oyu kaç?” sorusuna çokça muhatap olmuşumdur. Bu soruda esas merak edilen husus AK Parti’nin oylarının daha nereye kadar düşebileceğidir. Ben de istisnasız her seferinde “partilerin bir çekirdek oyu yoktur, şartlar oluştuğunda her partinin oyu hayal edemeyeceğimiz kadar düşebilir” diye yanıtlarım.

Siyasi tarihimiz bu konuda çarpıcı örneklerle doludur. Bir dönemin Karaoğlan’ı ve 1999 seçimlerinin galibi Bülent Ecevit yaşanan ekonomik krizin ardından yapılan 2002 genel seçimlerinde yüzde 1’lere düşmüştü. Aynı şekilde Milli Görüş’ün “Hoca”sı Necmettin Erbakan’ın son partisi olan Saadet Partisi, Erbakan’ın hayatını kaybettiği yıl yapılan 2011 genel seçimlerinde yüzde 1’i görmüştü.

AK Parti bugüne kadar tabi ki bu rakamlara asla inmedi. Şimdiye kadar aldığı en düşük oy, katıldığı ilk seçim olan 2002 genel seçimindeki yüzde 34,3’tü. Bunun dışında 2009 yerel seçimlerinde yüzde 38,4’ü, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ise 40,9’u gördü. 2019 yılında yapılan son yerel seçimlerde ise, birçok şehirde ittifak yapıldığı için, tam olarak kaç aldığını bilememekle birlikte yüzde 38 civarında bir oy aldığını tahmin ediyoruz.

Bu seçim sonuçlarına bakıldığında AK Parti için “çekirdek oy”un yüzde 38’ler civarında olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak yerel seçimlerden sonra yapılan kamuoyu araştırmalarının bulguları durumu anlamak için “çekirdek oy” dışında başka kavramlara ihtiyaç duyulduğunu bizlere söylüyor. Ben finans piyasalarının kullandığı “direnç noktası”nın bu konuda işe yarayacağını düşünüyorum.

Haziran ayında gerçekleşen 2018 genel seçimlerinden iki ay sonra ABD ile yaşanan Rahip Brunson krizi nedeniyle Dolar kurlarında yaşanan yükselmenin tetiklediği ekonomik türbülans günümüze kadar etkisini kesintisiz biçimde sürdürdü ve o günden sonra yaşanan oy kayıplarının en önemli nedeni oldu.

Pandeminin başladığı Mart 2020’ye gelindiğinde AK Parti’nin oy oranı yüzde 34’e inmişti. Salgın ile birlikte insanlar daha büyük bir tehditle karşılaşınca güçlü hükümete duydukları ihtiyaç arttı ve süreç içinde AK Parti’den uzaklaşan seçmenlerin önemli bir bölümü geri döndü. Bu nedenle koronavirüs salgınının ilk aylarında AK Parti’nin oy oranı yeniden yüzde 40’ın üstüne çıktı. Fakat süre uzayıp, zaten bozuk olan ekonomi süreçten olumsuz etkilenince, insanların memnuniyetsizliği artmaya ve iktidar yeniden oy kaybetmeye başladı. Ancak belirtmek gerekir ki bu kayıplar çok tedriciydi. AK Parti’nin oy oranı Aralık 2020’de yüzde 38, Temmuz 2021’de ise yüzde 36 civarındaydı.

Ağustos ayından itibaren ise Türkiye’de adeta bir “kusursuz fırtına” (perfect storm) yaşandı. Yani çok sayıda kötü gelişme arka arkaya gerçekleşti. Orman yangınları ile başlayan süreç Aralık ayında Dolar’ın 18 TL’yi görmesine kadar sürdü. Yaşanan onca olumsuz gelişmeye rağmen AK Parti’nin oyları Aralık ayının ortasında yüzde 32’ye geriledi. Yani 3,5 yıl boyunca kesintisiz süren ve son aylarda da şiddetlenen ekonomik krize rağmen AK Parti yüzde 32’nin altını görmedi. Dolayısıyla bu oy oranını AK Parti için bir direnç noktası olarak değerlendirebiliriz.

Bu durum AK Parti açısından “iyi haber” olarak değerlendirilebilir. Ama Aralık ayının ikinci yarısından itibaren yaşananlar AK Parti oylarının sadece aşağıya doğru değil yukarıya doğru da bir direncinin olduğunu bizlere gösterdi.

Önce 16 Aralık tarihinde asgari ücrete yaklaşık yüzde 50 zam yapıldığı çalışanlara duyuruldu. Arkasından 20 Aralık akşamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı dövize endeksli faiz uygulamasının ardından Dolar’da büyük bir düşüş yaşandı. Takip eden günlerde memur maaşlarına ve emekli aylıklarına zamlar yapıldı. Tüm bu hamlelerin iktidara geri dönüşünün yüksek olacağı fikri en azından AK Parti’ye sempati duyanlar arasında oldukça güçlüydü, ama öyle olmadı. Ocak ortasında yapılan araştırmalarda AK Parti’de yüzde 2 civarında bir oy artışı gözlemlendi. Yani oylar 32’nin altına inmiyordu ama yapılan onca şeye rağmen yükselmiyordu da.

Tek bir gözlemden hareketle büyük bir teori geliştirmek niyetinde elbette ki değiliz. Ama daha önce de benzer bir olayın yaşanması, AK Parti oylarının yukarıya doğru da bir dirence sahip olduğu kanaatini pekiştiriyor.

Hatırlanacağı gibi son yerel seçimlere giderken AK Parti o güne kadar neredeyse hiç yapmadığı ölçüde bir seçim ekonomisini uygulamaya başladı. Oy deposu olarak gördüğü alt ve orta sınıfların kendisinden kopmasını engelleyecek sosyal yardım/gelir transferlerini arka arkaya uygulamaya soktu. Destek paketlerinin içinde kredi kartı borçlularından çiftçilere, esnaflardan KOBİ’lere, İstanbul’daki 1. ve 2. köprü geçiş cezalarından sosyal yardım alan ailelerin elektrik faturalarına, vergi ve SGK borçlarının yeniden yapılandırılmasından KDV ve ÖTV indirimlerinin seçimlerin yapılacağı 31 Mart 2019 tarihine kadar uzatılmasına ve imar affına kadar çok sayıda alanda seçmenlere imkanlar ve kolaylıklar tanındı. Ancak tüm bu adımlar AK Parti’nin 9 ay önce gerçekleşen genel seçimlerdeki oy seviyesine ulaşmasını bile sağlayamadı. Kelimenin tam anlamıyla devasa bir seçim ekonomisi arzu edilen siyasal sonucu doğurmamıştı.

AK Parti’den kopan seçmenlerin kolay kolay geri dönmemesinin sebepleri üzerinde daha fazla araştırma yapılmasına ihtiyaç var. Ancak şu ana kadarki veriler seçmenin AK Parti’den kolay kopmadığını, kopma noktasına gelebilmesinin ancak partisiyle olan duygusal mesafesinin çok açılması sonucunda gerçekleşebildiğini bize gösteriyor. Duygusal mesafe çok açılınca da artık kopan seçmenlerin geri dönme olasılığı büyük ölçüde ortadan kalkıyor.

Bu durum genel olarak siyasetin ve bilhassa AK Parti’nin geleceğinin şekillenmesi açısından büyük önem taşıyor. Eğer bu tespit doğruysa, iktidarın iyi işler yaparak veya seçim ekonomisi uygulayarak oyunu artırması pek mümkün görünmüyor. Bu durum bir yandan muhalefet açısından bir fırsat penceresi yaratırken, öte yandan da iktidar içindeki şahin kanadın sertlik ve gerilime dayalı stratejilere daha fazla yönelmesine de yol açabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi