AKDENİZ’İN ÖYKÜSÜ

Akdeniz’de uygarlıkların nasıl oluştuğu, zeytin ve defne ağacının hikâyesi, modern insanın atası olarak kabul edilen Homo Sapiens ve Neandertallerin karşılaşmaları, Mısır’ın Yunan sanatına nasıl etki ettiği, farklı medeniyetlerdeki Adem ve Havva tasvirleri, tufan öyküleri ve daha fazlası Arkeolog Töre Sivrioğlu’nun yazdığı ‘Medeniyetlerin Şafağı-Akdeniz’in Öyküsü’ kitabında yer alıyor. Sivrioğlu okuru Akdeniz’in uygarlık tarihinde bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta bazen size Olimpos tanrıları eşlik edecek, bazen de resimler ve heykellerle toplumları anlamaya çalışacağız. Sivrioğlu kitabında tüm bu bilgileri akademik dilden uzak yalın bir dille aktarıyor.

Kitapta Anadolu’nun dünyaya armağan ettiği sözcükleri, simgeleri öğreniyoruz. Bilenler de yeniden anımsıyor. Örneğin sağlığın simgesi, asaya sarılı yılanın hikâyesi Bergama kaynaklı. Çünkü Pergamon Sağlık Tanrısı olarak kabul edilen Asklepios’un da kenti. Asklepios tasvirlerinde asaya sarılı bir yılan görülüyor. Bu yılan Pergamon’un da simgesi. Dünyaya hediye ettiğimiz bu topraklardan çıkan Selçuklu ve Osmanlılar’da şifahanelerin kapılarında görülen yılan simgesi ne hikmetse Sağlık Bakanlığı tarafından “yabancı bir simge” olduğu gerekçesiyle 2012-2018 yıllarında kaldırıldı. Töre Sivrioğlu bakanlığın neden bu simgeden rahatsız olduğunu anlayamadığını belirtiyor ve yeni simgenin de Asklepios’un değil tanrıların en hızlısı kabul edilen Hermes’e ait olduğunu belirtiyor. “Yılan geri döndü ama tek bir yılan olmalıydı. Şimdiki simge Hermes’e ait.  Asklepios’un simgesi değil!” diyor.

Sivrioğlu ayrıca Anadolu’nun bir dönem Afrika Serengeti gibi olduğunu, bu coğrafyada büyük kedilerin yaşadığını belirtiyor. Kitapta yer alan başka bir önemli nokta da dünya dillerine yerleşen ‘cennet’ sözcüğünün Manyas Gölü’nden gelmesi. Akdeniz’in öyküsünü Töre Sivrioğlu ile konuştuk.

Kitabınızda Fenike, Yunan, Roma medeniyetlerini yaratan, zeytini, turunçgilleri, makileri, iklimiyle dünyada başka eşi benzeri olmayan Akdeniz’e has bütün özellikleri 44 km genişliğindeki Cebelitarık Boğazı’na borçlu olduğumuzu anlatıyorsunuz. Nedir Akdeniz’in öyküsü? Nasıl oluşuyor?

Burası bir çöl havza, su fakiri bir bölge iken Arabistan yarımadası gibi çölleşmeye müsait bir yer ama büyük bir şans sonucunda Cebelitarık Boğazı’nın depremlerle açılmasıyla Atlas Okyanusu’nun suları Akdeniz’e doluyor. Jeologların araştırdığı, keşfettiği bir gerçek. 6 milyon yıl önce oluyor, o zaman henüz insan türü de yok. Birkaç yüzyıl içinde jeolojik olarak kısa bir zaman içinde Akdeniz oluşuyor. Neredeyse Çanakkale Boğazı kısmına kadar deniz alanı oluşuyor. Akdeniz’i, Atlas Okyanusu’na ve küçük bir bölgede yaşanan deprem silsilesine borçluyuz.

“İNSANLAR NEREDE YAŞIYORSA MİTLERİ DE ONA BENZİYOR”

Akdeniz’in Öyküsü’nü anlatırken mitlere de yer veriyorsunuz. Her mitin arkasında da bir parça gerçeklik olduğu bilgisi var. Bunu insanın topraktan yaratıldığı inancında da görüyoruz veya tufan öykülerinde de... Benzer öyküler Çin’de, Hindistan’da, Orta Amerika yerlileri arasında da var. Bu kadar farklı bölgelerde benzer öykülerin olmasını nasıl açıklayabiliriz?

Tufan hikâyesi olan yerler yağmur ikliminin olduğu, su taşkınlarının yaşandığı yerler. Mezopotamya’da Dicle ve Fırat nehirlerinin taştığı tespit edilmiş. Bu her mitin yüzde yüz gerçeği yansıttığı anlamına gelmiyor ancak arkeolojide mutlaka bir gerçeklik payı vardır diye düşünüyoruz. İnsanın yaratılışında kelimeler çamur ve kil olarak geçiyor. Mezopotamya ve Çin’de insanlar kap kacaklarını, evlerini kerpiçten yapıyor. Günlük eşyaların hepsi kil. Ölülerini de küplere koyuyorlar veya toprağa gömüyorlar. Yaşamları toprak ve kille geçiyor. Orta Asya’da eski insanlar kurtlardan geldiklerine inanıyorlar. Boz ayıdan geldiklerine inanan Kızılderililer var. Göçebe kabileyseniz avcılıkla uğraşıyorsanız kurt, boz ayı veya alageyik gibi hayvanları ata olarak görüyorsunuz. Tarımla uğraşıyorsanız kendinizi toprağa bağlı görüyorsunuz. Vikingler de durum daha farklı. Gemilerde yaşıyorlar, öldüklerinde gemileriyle yakılıyorlar. Çanak çömlek Vikingler de ahşaptan yapılıyor. Ahşap fıçıları keşfedenler de kuzeyliler. Vikinglerde bilge ağacı, sonsuzluk, hayat ağacı gibi kavramlar var. İnsanlar nerede yaşıyorsa mitleri de ona benziyor.

“HER TOPLUMUN ADEM VE HAVVA’SI KENDİ GİBİ”

Adem ve Havva için de aynı şeyi söyleyebiliriz değil mi? Kitabınızda yer alan Adem ve Havva çizimlerine baktığımızda her toplumda farklı resimler görüyoruz. Etiyopyalılar onları siyah tenli resmediyor, Moğollar çekik gözlü, düz siyah saçlı olarak tasvir ediyor. Yaradılışın maddesi de hep toprak. Neden?

Ksenofanes’in meşhur bir sözü vardır. “Atlar da resim çizseydi tanrıları at şeklinde çizecekti” der. Her toplum kendi Adem ve Havva’sını tasvir etmiş. Osmanlı minyatürlerinde Adem ve Havva bembeyaz tenli, çekik gözlü tasvir edilmiş. Orta Asya kültürüne yakın bir tarzla çizilmiş. Avrupa’da sarışın. Etiyopya’da siyahi olarak çizilmiş, kendilerine benzetmiş insanlar. 13. yüzyılda İlhanlılar dönemi Moğollar Anadolu’yu kontrol altına alıyor. İslam minyatürüdür onlar. İlginçtir şimdi İslam tarihinde tasvir yoktur, peygamberler çizilmez diye düşünenler var ama onları çürüten şeyler bunlar, tarihte çizimleri var.

“ZEYTİN AĞACI YETİŞTİĞİ YERİ MEDENİYETE AÇAR”

Akdeniz denilince akla ilk gelen bitki; zeytin. Biz maalesef bu kutsal ağacın kıymetini bilmiyoruz. Siyasal düzen sermayenin çıkarına işliyor, maden sahaları için zeytin ağaçları sökülüyor. Zeytini kutsal ağaç olarak ifade ediyoruz. Nedir ona bu kutsallığı veren?

Ölümsüzlüğe en yakın bitkilerden biri. Ben de Marmara kıyısında zeytin ağaçları içinde büyüdüm. Mübadeleden önce Güney Marmara’da zeytinleri Rumlar dikmişti. Yaz-kış yapraklarını dökmemesi ölümsüzlüğünü vurgular. Athena’nın ağacı olarak bilinir. Zeytin ağacından elde edilen zeytinyağı sağlık açısından önemli. Örneğin eskiden Artvin’de zeytin yetişirdi. Orada mikroklimal bir bölgede. Bazı türküler Ege’ye ait sanılır ama Artvin türküleridir. Çoruh Nehri’ne yapılan barajlar nedeniyle yerel zeytin büyük oranda yok oldu. Bir de Türkiye’de bazı teolojik düşüncelerde zeytin ağacı kötüleniyor. Zeytin ağacı Musevi diniyle eşleştiriliyor. Onları koruyan, yücelten bir ağaç sanılıyor. Kıyamet gününde zeytinlerin Musevileri koruyacağına inanılıyor.

Zeytin ağacı her yerde yetişmez, belirli bir iklim ister ama dayanaklıdır, hiç su istemez. Zeytinin sınırlarını aştığınızda uygarlıktan uzaklaşırsınız. Zeytinin bittiği yerde yabani coğrafya başlar. Medeniyetin sınırlarını temsil eden bir ağaçtır.  Defneyi de unutmayalım. O da Akdeniz’e özgü. Bunlar nazik bitkilerdir. Sevdikleri yeri medeniyete açarlar.

Alfabenin doğuşu önemli. Bilinen en eski yazı sistemini Mezopotamya’da Sümerler kullanıyor. Yazının icadından 2500 yıl geçtikten sonra M.Ö 1000’lerde Suriye ve Lübnan kıyılarına yerleşen Fenikeliler alfabeyi oluşturuyor ve Sümer ve Mısırlılardan farklı olarak sadece seçkinler değil halk da alfabeyi öğreniyor.  Alfabe nasıl doğuyor?

Bu yazı sisteminin basitleşmesinin hikâyesi. Çivi yazısı çoğu insanın çiviyle yazıldığını sandığı bir yazı sistemidir. Şekiller çiviye benziyor o nedenle adı çivi yazısı yoksa çiviyle yazılmıyor. Karmaşıklaştırılmış bir yazı türü. Rahipler, halk tabakasının okumasını istemiyor ama Fenike’de antik çağ burjuvazisi var. Karmaşık bir alfabe değil basit bir yazı sistemine ihtiyaçları oluyor. Mal alıp satacaklar. Çivi yazısı gibi okunması insanın yıllarını alan bir yazı yerine herkesin hemen anlayacağı basit bir iletişim sistemi gerekiyor. Fenikeliler ticaret yaptıkları için bunu yapıyor. Akdeniz’e hâkimler hatta Afrika’yı dolaştıkları söyleniyor.

“ARKEOLOJİ 19. YÜZYILDA ARİSTOKRASİ BİLİMİ OLARAK DOĞDU”

Troya da kitabınızda yer alan önemli bölümlerden. Mimari anlamda ve sergileme biçimi olarak çok güzel bir müze oluşturuldu. Troya Müzesi Avrupa’da yılın müzesi ödülünü de aldı. Troya’nın bizim için önemi nedir? Yeteri kadar Troya tarihinin farkında mıyız?

Arkeoloji 19.yüzyılda aristokrasi bilimi olarak doğuyor. Sonra halkın nasıl yaşadığı merak ediliyor. Sovyet arkeolojisi başlattı bunu insanlar hangi koşullarda yaşıyor diye. Troya üstüne titreyeceğimiz bir hazine. Bir film yapıldı biliyorsunuz. Bu film Türkiye’ de çekilebilirdi. Türkiye’nin çok büyük bir reklam fırsatını kaçırdığını düşünüyorum. Bazı bürokratlar Çanakkale Boğazı’nda gemi akışı sekteye uğrayacak diye film için izin vermiyor. Dünyanın izleyeceği önemli bir fırsat gitti maalesef.

TROYA HAZİNELERİ ANADOLU’YA DÖNMEYİ BEKLİYOR

Troya Müzesi’nin en üst katında bölgede yapılan kazıların tarihsel süreci ve Heinrich Schliemann tarafından yurtdışına kaçırılan takıların fotoğrafları sergileniyor. Her bir tüpün içinde takılar ve bu takıların nerede oldukları yazılı. Schliemann’ın … yılında Almanya’ya kaçırdığı Troya Kralı Priamos’un hazinesini II. Dünya Savaşı’nda Ruslar ele geçiriyor. Troya hazinesinin bugün Moskova’da Puşkin Müzesi’nde ve St. Petersburg’da Hermitage Müzesi’nde olduğu bilgisi var. Müzede dikkat çeken önemli bir bölüm ayrı bir alanda bu hazinenin fotoğraflarının video olarak gösterilmesi ve bu bölümün dışında Türkçe ve İngilizce “Toprağında kavuşmayı bekleyen Troya eserleri” yazısı. Müzenin hazineyle ilgili direnişinin simgesi olarak düşünülebilir.  

“BİR ZAMANLAR ANADOLU, AFRİKA SERENGETİ GİBİYDİ”

Romalılar tarafından yüzlerce aslan, kaplan, leoparın eğlence amacıyla öldürüldüğü bilgisini paylaşıyorsunuz. Bu hayvanları Anadolu topraklarından getiriyorlarmış. Bir zamanlar Anadolu’nun kendine has büyük kedileriyle meşhur olduğunu söylüyorsunuz.

Son aslan avı Anadolu’da 1000’lerde. Kaplan ise 1970’lerde Şırnak’ta bulundu. İran’dan gelen Hazar Kaplanı da oluyordu. Onların artık Anadolu’da yaşamadığı İran üzerinde geldiği varsayılıyor. Örneğin leopar da meşhurdur. Avcılık nedeniyle kaybettik maalesef. 40’lı, 50’li yılların gazetelerinde yirmi tane leopar öldüren insan haberleri var. Bir zamanlar Anadolu, Afrika’da Serengeti’yi andırıyormuş. Hatta fil bile varmış.

“DÜNYA DİLLERİNE CENNET SÖZCÜĞÜNÜ

MANYAS GÖLÜ HEDİYE ETTİ”

Bir de kuş cenneti sözcüğünün nereden geldiğini anlatıyorsunuz.

Persler ManyasGölü’nü çok seviyorlarmış. O dönem bölgede binlerce kuş ve balık türü varmış. Pers dilinde bu tür cennet bahçelerine paridiada denilmekteydi. Pers şehirlerine gidip gelen Yunanlar bu sözcüğü paradeisos olarak Yunancaya aktardılar. Böylece tüm Batı dillerinde cennet sözcüğünü karşılayan (İngilizce paradise, Almanca paradies, Fransızca paradis) bir sözcük doğmuş oldu. Dünya dillerine cennet sözcüğünü armağan eden ve halen de ‘Kuş Cenneti’ olarak anılan Manyas Gölü günümüzde endüstriyel kirlenme ve kontrolsüz su kullanımı sonucu kuş ve balık türlerini giderek tükendiği, su havzasının gün geçtikçe daraldığı bir yer.

BERGAMA SAĞLIK TANRISININ KENTİ

Pergamon Sağlık Tanrısı Asklepios’un da kentidir. Burada Asklepion adlı bir şifa merkezi de vardı. İnsanlar bu sağlık merkezinde, su sesi, çamur kürü, şifalı sular ve müzikle tedavi edilirdi. İnanışa göre Asklepios insanları ölümsüz kılmak istediği için Zeus tarafından öldürüldü ama kızı Hygieia (yani hijyen) babasının mesleğini devam ettirir. Asklepios tasvirlerinde görülen sağlığı ve uzun ömrü simgeleyen asaya sarılı yılan, aynı zamanda Pergamon’un da simgesidir. Bugün Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de dahil olmak üzere dünyada bu simge sağlığın sembolü olarak kullanılıyor.

Töre Sivrioğlu Sağlık Bakanlığı’nın değişen simgesiyle ilgili şunları söylüyor: Türkiye’de Sağlık Bakanlığı bir dönem “yabancı kökenli” olduğu gerekçesiyle asaya sarılı yılan sembolünü kaldırdı. Sonra tepkiler nedeniyle eski ambleme döndüler ama şimdi iki yılan sarılı. Yılan geri döndü ama tek bir yılan olmalıydı. Şimdiki simge Hermes’e ait.  Asklepios’un simgesi değil! Bu amblem neden kaldırıldı anlamak mümkün değil. Selçuklu ve Osmanlı’da şifahanelerin kapılarında yılan duruyordu. Selçukluların ve Osmanlıların rahatsız olmadığı simgeden neden rahatsız olundu anlayamıyorum.

ÇOCUK KİTAPLARI

KARANLIĞA YAKALANMAK

Vassiliki Nevrokopli

Çeviren: Fulya Aktüre

Günışığı Kitaplığı

Telefonu eline yapışık yaşayan liseli Argiris bilgisayar oyunlarına düşkün, sorunlarını görmezden gelen bir gençtir. Bir gün şehirde elektrikler kesilir ve uzun süre de gelmez. Önce arkadaşlarıyla eğlence konusu olan durum, bir süre sonra felakete dönüşür. Telefonların, bilgisayarların şarjı biter, buzdolabındakiler bozulur; hastanelerden ulaşım araçlarına, belediye hizmetlerinden eğitime dek her şey durur. Afallayan Argiris, annesiyle paylaştığı yaşamını sorgulamaya başlar. Yıllardır görmediği babasını bulmak üzere yola çıkar. Babasının yaşadığı köyde onu babaannesi ve Maria beklemektedir… 

Tepe Taklak

Vuokko Hurme

Çeviren: Nil Deniz Çidanlı

Can Çocuk

Lenna Anderssen hayatının ilk sekiz yılını Kardum’da, tersine dönmüş bir dünyada geçirmiştir. Eskiden gökyüzünün olduğu yerde artık toprak vardır. Ayaklarının altında, asıl toprağın olması gereken yerde ise uçsuz bucaksız bir boşluk. Dönüşüm adı verilen olay her şeyi kökten değiştirmiştir. Ama insanlar bu tepetaklak dünyada yaşamanın yolunu bir şekilde bulmuşlardır. Lenna ve ailesinin hayatı, Kardum’daki içme suyu tükenmeye başlayıncaya dek aslında gayet heyecan verici ve rahattır. Peki ama kaynaklar tükenmeye yüz tutarken hayatlarında neler değişecektir?  ‘Tepe Taklak’ Can Yayınları etiketiyle raflarda.

DAĞIN AY’LA BULUŞTUĞU YER

Grace Lin

Altın Kitaplar

Verimsiz Dağ'ın eteklerinde bir köyde yaşamakta olan Minli, günlerini tarlada çalışarak, gecelerini de babasının Yeşim Ejderha ve Ay'ın Yaşlı Adamı'yla ilgili anlattığı masalları dinleyerek geçirmektedir. Minli'nin fakir yaşamlarından bıkmış olan annesi, kocasına kızının kafasını bu saçmalıklarla doldurduğu için kızar. Ama Minli bu büyüleyici masalllara inanmaktadır. Ve böylece Ay'ın Yaşlı Adamı'nı bulup ona kaderlerini nasıl değiştirebileceklerini sormak için olağanüstü bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta birbirindan farklı insanlar ve ona bu macera boyunca eşlik eden bir ejderha da başta olmak üzere sihirli yaratıklarla karşılaşır.

ÇOK SATANLAR

  1. Atomik Alışkanlıklar, James Clear
  2. İnsan Geleceğini Nasıl Kurar? İlber Ortaylı
  3. Tiamat, İhsan Oktay Anar
  4. Anka Kuşu, Yılmaz Özdil
  5. Karatay Sözü, Canan Efendigil Karatay

HAFTANIN KİTAPLARI

ANKA KUŞU

Yılmaz Özdil

Sia Yayınevi

Yılmaz Özdil’in kaleminden “Mustafa Kemal” ve “Son Cüret” üçlemesinin son kitabı... Cumhuriyet’in “kurucu ayarlar” olarak tabir edilen ilk on beş yılında neler yaşandı? Yılmaz Özdil günümüzde olan bitenleri kavrayabilmek için okura bir yol haritası sunuyor.

AĞIZ TADI: TÜRKLERDE YEMEK KÜLTÜRÜ

Günay Kut

Simurg Yayınları

Günay Kut, ‘Ağız Tadı’ kitabıyla bizi Osmanlı döneminden başlayarak saraylarda, düğün ve ziyafetlerdeki yemeklerden mutfaklara, yemeklerin hazırlanmasından eski yemek tariflerine kadar yemek kültürümüz üzerine bir yolculuğa çıkarıyor. Kitap Simurg Yayınları etiketiyle raflarda.

AVUCUMDA RÜZGÂR VAR

İsmail Güzelsoy

Doğan Kitap

Yüzlerce yıl boyunca Platon’un gizemli bir bestesi olduğuna inanıldı ve bazı müzisyenlerin o kayıp eseri bildiği söylentileri kulaktan kulağa yayıldı. İsmail Güzelsoy ‘Avucumda Rüzgâr Var’ kitabında okuru bu müziği keşfetmeye çağırıyor. Bir melodram olarak başlayıp büyülü gerçekçilik ile süren romanı türler arasında yapılan bir gezinti olarak okuyabiliriz.
 

BİZİ BİZ YAPAN GENLER

Bir Tıp Devriminden İnsan Hikâyeleri

Edwin Kirk

Çeviri: Çağatay Tarhan

Gen, genom, kromozom ve DNA nedir? Genetik bozukluk ve hastalıklar nasıl aktarılır? Edwin Kirk’in yazdığı Türkçe’ye Çağatay Tarhan tarafından çevrilen ‘Bizi Biz Yapan Genler’ kitabı kalıtımın temel birimi olan genlerle ilgili merak edilenleri araştırıyor. Dış görünüşümüzden belli hastalıklara yatkın olup olmamamıza ve hatta mizacımıza kadar pek çok özelliğimizde hatırı sayılır miktarda önemi olan genleri merak edenler için öneriyoruz. Kitap Metis Yayınları tarafından yayımlandı.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi