Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Alevlerin ortasında 2

Kocası, kısa bir süre önce metresini İspanya’ya gezmeye götürmüştü. Biliyordu. Kendisi de güneşin bol olduğu, dondurucu soğuktan uzak bir yere gitmek istiyordu. Çocukların sağlıklarının iyi olmadığını, deniz kenarında sıcak bir yere gitmeleri gerektiğini de tekrarladı, birkaç defa. Ev sahibesi tüm sevecenliğiyle, Paskalya tatilinde onu ve çocukları güneşe ve denize götürebileceklerini söyledi, ancak tercihi İspanya yerine İtalya idi. “Paskalya” dedi, misafiri. Ekledi, “Çok uzakta…”
Gece yarısına doğru anca uyuyabildi. Böylelikle ev sahibesi de onu bırakıp kendi odasına gitti. Ancak bir saat kadar sonra küçük oğlan uyandı. Misafirin oğlu. Ev sahibesi bekletmeden yataktan kalktı, mutfakta biberonla biraz süt ısıttı. Misafiri de seslere uyanmış olmalıydı ki yattığı yerden seslendi. Ev sahibesi minik oğlanı ve sütü annesine götürdü. Derken minik kızı da annesinin yatağına geldi. Biraz oynadılar. Ev sahibesi misafirinin çocuklarını kendi yataklarına götürdüğünde sabaha daha çok vardı. Misafiri sordu, “Acaba uyarıcı haplarımı içmeli miyim? Kalkma zamanı mı?” “Hayır”, dedi ev sahibesi. “Daha çok erken.” Ama, uyuyamadı. Ürkek bir sesle sordu, ev sahibesine, “Biraz yanımda kalabilir misin?” Ev sahibesi onayladı, yatağının yanına oturdu, oda karanlıktı. Holden gelen zayıf ışıkta gözlerinin kapalı olduğu görüyordu. Arada aniden açarak ev sahibesinin hala orada olup olmadığını kontrol ediyordu, sanki. Odada yalnız olmadığından emin olunca gözlerini yavaşça kapatıyordu. Bu bir süre devam etti. Ev sahibesi, onun uyuduğundan emin olunca yavaş hareketlerle kendi odasına geçti.
Sabah ilacını aldıktan ve iyi bir kahvaltı ettikten sonra zamanın önemli bir kısmını telefonda geçirdi, misafiri. Çocuklarına bakmaya yardımcı olsun diye bakıcı arıyordu. Daha önce gelen birini yeniden gelmesi için ikna etmeye çalıştı ancak nafile. Konu çözülmeden kaldı. Ev sahibesi bir ara misafirinin psikiyatristini telefonla aradı. Onu misafirinin durumu hakkında bilgilendirdi. Daha önce de konuşmuştu, görüşmelerinde bir sorun yoktu. Doktor ev sahibesine, onun çocukları için her şeyi yapmamasını, annenin onlara bakması gerektiğini, ona ihtiyaç duyduklarını hissetmesi gerektiğini söyledi. Bu yüzden ev sahibi çocukları her tuvalete götürüşünde, yemeklerini hazırladığında, bez değişim zamanlarında annenin yani misafirinin yanında olmasını sağladı. Ama misafiri eline ne bir sabun ya da havlu, ne bir kaşık ya da bir çengelli iğne aldı. Boş gözlerle izledi, yalnızca. Ev sahibesi odadan her çıkışında geri dönmesini bekledi. İki seçenek vardı, ev sahibesi için. Ya hiçbir şey yapmayacaktı, böylelikle çocuklar beslenmemiş, yıkanmamış, üstleri değişmemiş kalacaktı ya da yapacaktı. Ev sahibesi yapmayı seçti.
Akşama doğru misafiri mavi üzerine gümüş simli elbisesini giydi. Saçlarını yoluna koymak için bir süre uğraştı. Ev sahibesi, “Güzel oldun” dediğinde neredeyse gülümsedi. Memnun görünüyordu. Birisiyle buluşacaktı, bu zaten belliydi. Ancak kiminle buluşacağını söylemedi. Kapıdan çıkmadan önce kızını ve oğlunu öptü. Peşinden kapıya kadar gelen kızına eğildi, “Seni seviyorum”, dedi.
İş işten geçtikten, günler birbiri üzerine ağır ve hüzünlü devrildikten sonra o gece kiminle buluştuğunu öğreneceklerdi. Bilselerdi, gitmesine engel olurlar mıydı? Buluşmanın önüne geçebilirler miydi? Peki, ya sonra? Belki, o aşkın hayatında olamayacağı ama kalbinde kalabileceği bir noktaya gelirdi. Belki.
Misafir gecenin bir vakti eve döndü. Otuzundaydı, daha. “Kedi gibi dokuz canı vardı, hem de…”
Devamı son kez HAFTAYA…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi