ALMANYA ÇATLASIN KISKANANLAR PATLASIN! BİR KLEPTOKRASİ HİKAYESİ…

Son Güncellenme Tarihi: Temmuz 11, 2021 / 18:14

Kendinize gelin, ülkemizin kıymetini bilin. A Haber izlemeyi, Yeni Şafak okumayı ihmal etmeyin. Kumandada ilk kanal mutlaka TRT olsun. İkinci bir televizyon alıp Beyaz Tv ekranlarından kendinize beyaz bir sayfa açın. Düzenli olarak Hürriyet, Yeni Akit, Sabah okuyun ve mutlu olun. Birgün, Evrensel, Sözcü falan; hatta Gazete Pencere’yi okuyup kendinizi mutsuz edip durmayın. Halk Tv, KRT, Tele 1 gibi sakıncalı şeyler izlemeyin. Almanya çatlasın, kıskananlar patlasın efendim…

En başından söyleyeyim, meselemiz, Kleptomani (çalma hastalığı) ile aynı kelime köküne sahip ama çok daha başka. Bir şöhretlinin, kuyumcudan heyecan için yüzük çalması ya da bir zengin aile mensubu paparazzi prensinin akrabasının evinden tablo aşırmasından bahsetmiyoruz. Politik yozlaşmanın en yoğun olduğu rejimin adına Kleptokrasi denir. Yani kamu gücünü elinde bulunduranların kamu kaynaklarının tamamını organize şekilde çalmalarına ve etraflarını dağıtmalarının diğer adıdır.

Kleptokrasi’lerde crony (bozuk/bozulmuş) ‘Ahbap Çavuş Kapitalizmi’ ve Oklokrasi de bulunur. Bu 3 ayaklı bir sistemdir. Her birinin yaşaması için diğeri lazım gelmektedir. Ahbap Çavuş Kapitalizmi; belirli şirket veya sermaye gruplarının kayrılması – bürokratik pozisyonların da buna göre belirlenmesi durumuna denir. Sadece bireysel istihdam durumlarında değil; büyük ihalelerde de liyakat değil, nepotizm (kayırmacılık) devreye girer. Oklokrasi ise cehaletin ve çürümüşlüğün organize haline denir. Demokrasinin en yozlaşmış biçimidir.

Yani Kleptokrasi’yle beraber organize şekilde çalar, rejiminizin sürmesi için Ahbap Çavuş Kapitalizmiyle organize şekilde bunu gereken yerlere dağıtır, halkı da aslında onlara hizmet ettiğinize ikna etmek için de organize şekilde aynı yalanı tekrarlar ve halktan bir kısmı da yozluğa ortak edersiniz (Oklokrasi). Yani kısaca üçü bir arada!

ÜLKEMİZİN KIYMETİNİ BİLELİM

Ülkemizde kamu kaynaklarımız hep halkın yararına, eğitimin ilerlemesine ve demokrasinin güçlendirilmesinde kullanıldığı için bizim ülkemizde bu tip şeyler görülmez. Hukukun üstünlüğünün olduğu ülkemizde Sayıştay her kurumu her kuruşuna kadar denetler, Meclis denetleme göreviyle bakanlara tek tek hesap sorar; bakanlar da her kuruşun hesabını tek tek verir. Bütçelerde en çok pay eğitim ve sağlığa ayrıldığı için gelişmişlik endekslerinde genellikle Hollanda ve İsviçre ile yarışırız. Çatlasınlar, patlasınlar!

Çok şükür mahkemelerimiz bağımsız olduğu için her vatandaş güven içerisinde adliyelere gidiyor ve biliyor ki özgür mahkemeler onu koruyacak. Efendime söyleyeyim; İnsan Hakları sıralamasında her yıl birincilik için uğraştığımız için tek derdimiz genelde ikinci olmak olsa da günün sonunda Dicle kenarındaki koyunumuz bile kendini güvende hissediyor. O nedenle benim memleketimin koyunu bile Avrupa’nın koyunundan daha başka bakıyor!

Bir yolsuzluk iddiası mı yaşandı? Tak, o kişi, soruşturmanın selameti açısından istifa eder, ardından şak diye mahkemeler hemen harekete geçer ve olay aydınlanır. Tak, şak yani!

Gazeteciler yazdıkları ve konuştukları için asla itham dahi edilmezler bizim ülkemizde. Biz öyle başkalarına benzemeyiz. Kim ne biliyorsa rahat rahat söyler. Kafası da rahattır. Basın özgürlüğü var çünkü. Bizde yok öyle yolsuzluğu yazdı diye Çin’deki gibi gazeteci tutuklama, faşizmi eleştirdiği için Rusya’daki gibi televizyoncuyu gözaltına alma. Bizim Silivri sıcaktır ama Rusya bildiğiniz üzere gayet soğuktur! Yani yok öyle, burası Türkiye!

Bizde kadınlar, erkekle eşittir. İstediğini istediği yerde özgürce söyler. İstediğini giyer, dilediğini içer. Ne öyle İran’daki gibi sokakta konuştu diye kadın dövmek, biber gazı sıkmak, gözaltına almak falan? Yakışıyor mu bu çağda İran? Kadını eve kapatmak, ikinci sınıf insan görmek falan yakışıyor mu sana? Allah bilir siz tacizcilerinize kravat taktı diye cezada indirim falan da yapıyorsunuzdur! Tahran eski belediye başkanınız “Tecavüze uğruyorsa çocuk değil anası ölsün” falan da demişti hani. Allah sizi bildiği gibi yapsın e mi?!

BEYİN GÖÇÜ ALAN TÜRKİYE!

Ülkemiz ayrıca maşallah Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan ve bilumum eğitim, demokrasi ve bilim konusunda çağ atlamış bu yerlerden kitleler halinde milyon milyon beyin göçü alan bir ülkedir. Adamlar orada güllük gülistan içinde yaşarken illa bize gelmek istiyor. Yani kıymet bilin Türkiye halkı kıymet! Ne öyle ABD gibi bir kişiyi içeri sokarken kırk dereden su getirme?! Yani bizde öyle sudan sebeple gitmek yok. Herkesler, tüm Ortadoğu çarşısı burada maşallah maşallah! Ha arada şımarıklıklarından gidenler oluyor Avrupa’ya falan; onlar da bir süre Avrupa’nın iki yüzlülüğünü, ırkçılığını, dinciliğini falan görüp sürünüyorlar; ardından gerisin geri koşuyorlar memleketimize. Kıymet bilinsinler canım! Ben olsam onları almam Kapıkule’den içeri. Gitsin sürünsünler o fukara Avrupa’da.

Bizde medya tamamen objektif habercilik yapar. Her kesimden her görüşten kişiye yer verir. Örneğin Afganistan’da K(A)bil Haber diye bir ucube kanal var. Afganistan hükumeti buraya yandaş iş adamlarıyla para basıyor. Onlar da gece gündüz beğenmedikleri kim varsa küfür kıyamet sövüyor! Ağzından salya akıta akıta kendi karşıtlarına hem akıllarına hem ağızlarına geleni sayıyorlar. Lütfen kendimize gelelim, malum kanallarımızın kıymetini bilelim. Televizyon kanallarını ayarlarken ilk onlar olsun. Hatta siz evde yokken açık bırakın, onlar konuşmaya devam etsin!

Münafıklığın alemi yok elbet. Biz öyle Yunanistan gibi kıyılarımızı kodamanlara vermeyiz. Ormanımızı İtalya gibi villa yapmak için kesmeyiz, İspanya gibi derenin üzerinde hop diye inşaat yapmayız. Havasına, suyuna, ırmağının akışına, heybelerin nakışına lütfen…

Ne diyorduk? Ha evet, kleptokrasi… Şimdi efendim bin şükür bizde asla olmadığı için konuyu idrak açısından 9000 kilometre uzaklıktaki bir ülkeden ve o ülkede o dönemlerde yaşanan gelişmelerden kısaca söz edeceğiz. Hani malum, derdimizi anlatalım. Bu üçü bir arada olan (Kleptokrasi, Ahbap Çavuş Kapitalizmi ve Oklokrasi) rejimini daha iyi anlamak için bunların yaşandığı ülkelere bir bakmak gerekiyor.

KLEPTOKRAT BİR FİLİPİNLİ

Örneğimiz Filipinlerin devrik diktatörü Ferdinand Marcos. Şimdi efendim bu Ferdinand, 1965’ten 1986’ya dek süren 21 yıllık iktidarı boyunca seçim hileleriyle ayakta kaldı. Yolsuzluklarıyla adından çokça söz ettirdi hatta kendisi Uluslararası Şeffaflık Raporlarına girdi. Onun döneminde garibim Filipinler durmadan borçlandı. Bu Ferdinand, her yere duble yok ve köprü yapmaya başladı. E tabi ihaleleri kendine bağlı iş adamlarına en ballı şekilde veriyordu. Ülke borcu 4 kata kadar çıktı. Ama Ferdinand “Amaaan canım size ne?” dedi. Soranları hainlikle ve vatana ihanetle suçladı.

Gel zaman git zaman sonra bu Ferdinand bir sabah uyandı, “Ya ben neden yetkilerimi artırmıyorum?” diye sordu. (Kimseye değil kendine sordu). Neyse efenim bu Ferdinand, bir plazada bombalı saldırı organize ettirdi. 9 insan öldü. Tak, Ferdinand piyasaya çıktı dedi ki “Bunu komünistler yaptı!” Haydaaa! Şak, operasyonlar başladı. Komünistler diye başlayan kumpanya liberallere, solculara, merkeziyetçilere hatta politikayla alakası olmayanlara kadar uzadı. Ahali kendini mahpusta buluverdi. Tabi bu Ferdinand rahat durur mu? Kalanları da ya parayla besledi ya da tehdit etti. Ülke dışına çıkanlara yol verdi. Korku, kaos ortamında güvenlikçi politikalar, kedi fare oyunları, beceriksiz muhalefet derken adam koşulları hazırlayıp seçime girdi. Ardından bir de anayasa değişikliği geldi, Ferdinand başladı kararnamelerle ülke yönetmeye. Kimse ne konuşuyor, ne hesap soruyor ne hesap veriyor. Rüşvet, yolsuzluk, yoksulluk, çürümüşlük, yozlaşma ve cehalet adeta el ele vermiş halay çekiyor! Ferdinand ve etrafı başladı kamu mallarını organize olarak yağmalamaya. Ferdinand arada anketlerde kendini düşük görünce ya da bir iki çatlak ses çıkınca hemen suçu dış oyunlara atıyor ve Filipinler olarak zor günlerden geçtikleri bu dönemde birlik ve beraberlik nutukları atıyordu. Bu Ferdinand baktı borç dağı aştı, yağmalayacak bir şey kalmadı bu defa da başladı Filipinler’de ne kadar cennet koy, güzelim orman ve kıymetli maden hepsini satmaya başladı. Tabi bir yandan dış ülkeleri kendisine komplo kurmakla suçluyor diğer yandan da o ülkelerin iş adamlarına buraları pazarlıyordu. E sonrası malum, klasik son…

GAZETE PENCERE OKUMAYIN!

Yani Filipinler’de Ferdinand; Kleptokrasi’yle beraber organize şekilde çaldı, rejiminin sürmesi için ahbap çavuş kapitalizmiyle organize şekilde bunu gereken yerlere dağıttı, halkı da aslında onlara hizmet ettiğine ikna etmek için de organize şekilde aynı yalanı tekrarladı ve halktan bir kısmı da yozluğa ortak etti. (Oklokrasi). Yani kısaca üçünü bir arada yaptı. Hah işte kleptokrasi tam da budur sevgili okuyucu.

İşin Öz’eti, bu nedenle kendinize gelin, ülkemizin kıymetini bilin. A Haber izlemeyi, Yeni Şafak okumayı ihmal etmeyin. Kumandada ilk kanal mutlaka TRT olsun. İkinci bir televizyon alıp Beyaz Tv ekranlarından kendinize beyaz bir sayfa açın. Düzenli olarak Hürriyet, Yeni Akit, Sabah okuyun ve mutlu olun. Birgün, Evrensel, Sözcü falan; hatta Gazete Pencere’yi okuyup kendinizi mutsuz edip durmayın. Halk Tv, KRT, Tele 1 gibi sakıncalı şeyler izlemeyin. Almanya çatlasın, kıskananlar patlasın efendim…

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top