Altı Benzemez ve Mutabakat Mefhumu Üstüne…

Bir süredir yeni Türkiye’nin yeni rejimi, yeni tek parti anlayışı ve muhalefetin bu denklemdeki yeri ve rolü üstüne konuşuyoruz. Seçim sath-ı mailine girildikçe, bu saptamaların günden güne gerçeklik kazandığını görüyoruz. Karşıt görünen unsurların siyasi anlayışlarındaki ortaklık daha da belirginleşiyor. Muhalefet bazen hiçbir şey söylemeyerek, bazen de mevcut siyasi yapının işine yarayacak şeyler söyleyerek, sistemi değiştirmeye değil tahkim etmeye yönelik bir politika izliyor. “İzliyor” diyorum, çünkü durum bu; kimse kusura bakmasın. İç ve dış siyasetteki bunca açmaza rağmen bir şey yapılamamasını veya bu denli zararlı işler yapılmasını plansız, programsız ve kendiliğinden gelişen bir süreç olarak görecek kadar safdil olmamız da beklenmesin.

Türkiye toplumunun ihtiyacı da beklentisi de altı muhalefet partisinin bir mutabakata varması ve masayı ayakta tutması değil. Masanın sorunlarını konuşmaktan memleketin sorunlarını konuşmaya bir türlü sıra gelmiyor. Hiçbir zaman da gelmeyecek gibi görünüyor. Her şeyden önce; masadaki unsurların ontolojik kökenleri, ideolojik aidiyetleri ve dünyaya bakışları birbirlerine benzemiyor. Onca sorunun içinden herhangi birini cımbızlayabiliriz. Ekonomi, LGBTİ hakları, Suriye politikası, Kürt meselesi veya bunlar gibi herhangi bir gerçek sorun karşısındaki anlayış farklılığını görmemiz için ille de gözümüzün önünde bir tartışmanın veya kavganın zuhur etmesine, masanın devrilmesine gerek yok…

AKP’nin, tartışmasız neoliberal ekonomi politikalarını uyguladığı ve konjonktür sayesinde parladığı döneme dair aslan payını kendisine layık gören o günlerin ekonomi bakanı masada oturuyor ve yakından bakıldığında farklı hiçbir şey söylemiyor. Temel Bey ve ona benzeyen diğerleri ile LGBTİ hakları ve Türk aile yapısı üstüne konuşmayı da deneyebilirler. Masadaki liderlerin ve mutabakat metinlerinin, Ümit Özdağ’ın kendisi veya açıklamaları kadar ilgi çekemediği bir zeminde, Davutoğlu ile açıkça kusurlu olduğu ve vakti zamanında benimsediği Suriye politikası üstüne bir retorik yapmak da bir diğer seçenek. “Ben olsaydım bu hâle gelmeyecektik” denmesi durumu kurtarmadığı gibi, kimseye samimi ve inandırıcı da gelmiyor. “Açıklarsam yer yerinden oynar dendikten” sonra yutkunulması ise bu hissiyatı pekiştiriyor. Bunlar da yetmiyorsa, helalleşme stratejisinin iç yüzü Meral Hanım ile birlikte gözden geçirilebilir. Malum, tek tarihi yaramız 28 Şubat ve onun mağduru olan sınırlı bir azınlık değil…

Bu durumda ve hâlihazırda elde var, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”. Esasen bildiğimiz “parlamenter sistem”. Zira “güçlendirilmiş”inin nasıl olacağı veya bunun ne gibi hayırlı neticeleri olacağı konusunda toplumda bir fikir ve duygu uyandırabilmiş değiller. Bu başlığın ortalama bir yurttaşın günlük sorunları arasında veya fikir âleminde olup olmadığı da ayrı bir mesele. Neredeyse her hafta bir yenisi açıklanan ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin toplumda karşılık bulmadığı” sonucu çıkarılan, güvenilirliği tartışmalı anket sonuçları dışında sağlıklı bir veri de yok. Hâlbuki AKP ve Tayyip Erdoğan hayatımıza girdi gireli benzer bir model ile yönetiliyoruz. Başbakan veya Cumhurbaşkanı, sıfatı ne olursa olsun her konuda nihai kararı veren bir şahsın iş yükünün artmış olmasının toplumun umurunda olduğunu sanmıyorum. Bunun gündem olmasının sebebi ise, işlerin bir süredir ters gitmesi. Yoksa tarih boyunca, her dönemde apolitize edilmeye çalışılmış ve deyim yerindeyse aklı ve düşünme yetisi iğdiş edilmiş bir kitlenin bu konularda siyasi akıl yürütecek durumu olmadığı gibi, öyle bir derdi de yok.

Esasen herkesin gördüğü ve emin olduğu bir konu var; masadaki mutlak mutabakat, Tayyip Erdoğan’ı devirme arzusu. Bunun nasıl olacağına, “güçlü lider” imajının karşısına ne konacağına ve sorunların çözüm yöntemine yönelik gerçek tek bir şey söylenmiyor veya söylenemiyor. Böyle olunca da yapılan her toplantı ve sonucunda yapılan açıklamalar içi boş bir bidon gibi ortada duruyor.

Sonuç olarak; farklı hiçbir şey anlatmayan ve sadece görünüşte “tüm toplum katmanlarını mutlu etmek” gibi – ki bakıldığında kendilerinin de bunun nasıl olacağını izah edemediği – gerçekdışı hedefler koyan, inandırıcılıktan uzak bir mutabakattan hayır bekleniyor. Üzerine durulması gereken konu, bu kafayla Tayyip Erdoğan’ın mağlup edilmesi veya edilememesi değildir. Mağlup edilse dahi paradigma değiştirecek ve yeni şeyler söyleyecek bir anlayışın, sadece geçiş süreci için dahi ortaya konması ihtimalinin zayıflığıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi