Altılı Masa’da Kadının İnsan Hakları Savunusu

Son Güncellenme Tarihi: Mayıs 8, 2022 / 01:58

Muhalefet blokunun kadın yoksulluğu konusunu, emek sömürüsünü, mobingi, haksız ücretlendirmeyi ve geçim derdini oy devşirme alanı olarak değil, bizzat bu toplumun içinden yükselen bir çığlığın duyulduğunun gösterilmesi açısından gündemde devamlı tutması gerekiyor. Zira siyasi partilerin kaç kadın aday gösterdiklerinden çok daha evrensel ve akut bir sorunla karşı karşıyayız.”

İşçi Bayramı olarak anılan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde bu sene kulaklarımda hep Osmanlı’nın “ilk sosyalist kadın şairi” olarak anılan Yaşar Nezihe (Bükülmez) tarafından kaleme alınmış bu çarpıcı dizeler yankılandı:
“Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azmet de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.”
Kadınlar Dünyası, Hanımlara Mahsus Gazete gibi yayınlarda şiirleri ve yazıları yayımlanan, kendisi dahil yaşadığı dönemde kadınların yaşadığı yoksulluk, cinsiyet eşitsizliği, açlık, emek sömürüsü gibi sorunlara edebiyat üzerinden farkındalık yaratmak, düzene itiraz etmek için çabalayan, Amele Cemiyeti üyesi Yaşar Nezihe, 1 Mayıs’ın şairi olarak da tanınıyor.
Yaşar Nezihe, uzak diyarlardan ülkemizdeki emekçi kadınların yaşam şartlarını halen izliyor ise, kendi yaşadığı dönemden bu yana kadının güvencesizliği, değer görmeyen emeği ve kadın yoksulluğu konusunda -yürütülen onlarca Avrupa Birliği ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) projesine, hazırlanan eylem planlarına rağmen- çok büyük bir aşama kaydedilmediğini görüyordur.
Aylardır artarak devam eden kur krizi ve gıda enflasyonu, buna bağlı olarak astronomik boyutlara varan elektrik ve doğal gaz faturaları, elektriği kesilen evlerde yemek pişirmeye ve çamaşır yıkamaya çalışan, tüp alamadığı için sobada çorba hazırlayan kadınların dramı, ucuz halk ekmek kuyruklarında saatler süren bekleyişler, atanamayan yüz binlerce öğretmen adayı ve içlerinden hayatın çaresizliğine kurban verdiğimiz canlar, pazarlarda taneyle sebze meyve satışları derken hanelerin yoksulluğu giderek kronik bir hale geliyor.
Hele ki pandemi döneminde 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı varken, ailesini geçindirmek için temizlik işlerine giden kadının toplu taşıma aracından inmeyi reddettiği görüntüler halen belleğimizde dün gibi taze…


Derin Kadın Yoksulluğu ve Yoksunluğu
Yaşam maliyetlerinin arttığı bu sürecin göz ardı edilen bir boyutu ise “derin kadın yoksulluğu ve yoksunluğu”. İstanbul Sözleşmesi’nden bir anda imzasını çeken Türkiye’de kadının güvencesizliğinin bir kat daha arttığı bir ortamda, kadınların yaşadığı yoksulluğun ve yoksunluğun boyutları da ayrı bir kırılganlık alanına dönüşüyor.
Yoksullar, çünkü milyonlarca kadın bebek bezinden kadın hijyen ürünlerine, pirinçten elmaya dek temel malzemeleri satın alamıyor; hatta bunlar için “kredi çekmek” zorunda kalıyor. Yoksunlar, çünkü hayatlarını yönlendirmede kendilerini kontrol sahibi göremiyorlar artık. Bir nevi “insani yoksulluk” içerisindeler. Ne istediği üniversiteye gidebiliyor ne çocuk ve/veya yaşlı bakımı sorumluluğundan dolayı emek piyasasına karışabiliyorlar. Dahası statülerini koruyan yasal mekanizmalar da sabun gibi avuçlarının arasından kayıp gidiyor.
Yoksullaşan ve yoksunlaşan hanelerde ilk gözden çıkarılan bireyler, okula giden genç kızlar. Zira ailenin geçimine katkı sağlamaları yönündeki talep, kısa vadede, onların okula giderek yoksulluğun fasit döngüsünü kırma şansını elde etmelerine baskın geliyor.

İstihdamda Eşitsizlik
Türkiye’de istihdam edilenlerin sadece dörtte birini kadınlar oluşturuyor. İstihdama katılım rakamlarına göre Türkiye gerek Avrupa Birliği gerekse Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkelerinin gerisinde. İşgücüne katılan kadınlar ise erkeklerle eşit ücret alamıyor; zira erkekler kadınlara göre yüzde 27,4 daha fazla kazanıyor.
Türkiye’de halihazırda 10 milyonun üzerinde ev kadını var. Çocuk ve yaşlı bakımının sorumluluğunu üstlenen, ev işlerini gerçekleştiren ve ataerkil düzende ev içi ücretsiz emeği göz ardı edilen bu kadınlar, bu dönemde ayrıca daralan hane gelirleri içinde herkesi doyurmak için adeta sihirbazlık yapıyorlar.
TÜİK’in 2020 verilerine göre, hanesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadınların sadece dörtte biri istihdama katılıyor.
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) her yıl dünya ülkelerini işçi hakları açısından değerlendirdiği Küresel Haklar Endeksi raporunun geçtiğimiz yıl yayımlanan verilerine göre, işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülkeden biri Türkiye. Dolayısıyla işgücü piyasasında kadın emeğini önceleyen politika ve girişimlere, ortak akıl üretmeye dönük ortak projelere ivedilikle ihtiyaç var.
Muhalefet partilerinin müştereklerini artırarak devam ettirdikleri diyalog ve istişare ortamında kadın emeğinin ve işgücüne katılım için yenilikçi ve kalıcı projelerin de ilgili kadın örgütleriyle görüşmeler neticesinde hazırlanması ve somut öneriler olarak kamuoyuna sunulması gerekiyor.
Zira işin güzel yanından bakarsak, çok güçlü bir kadın hareketimiz var ve giderek daha örgütlü ve daha dirençli bir hale geliyor. “Kadın kadının yurdudur” sözü, toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna muhalefet partilerinin de giderek daha fazla yer vermesi ve bunu eylem planlarının bir parçası haline getirmeleriyle birlikte giderek daha geniş bir siyasi kabul görüyor.

Kalıcı, Sürdürülebilir ve Akılcı Çözümler
Dolayısıyla, muhalefet blokunun bu dönemde kadın yoksulluğu konusunu, emekçi kadınların gündelik hayatlarında yaşadıkları açmazları, emek sömürüsünü, mobingi, haksız ücretlendirmeyi ve geçim derdini oy devşirme alanı olarak değil, bizzat bu toplumun içinden yükselen bir çığlığın duyulduğunun gösterilmesi açısından gündemde devamlı tutması gerekiyor.
Seçim dönemlerinde dezavantajlı hanelerin aldıkları sosyal yardımlar çerçevesinde siyasal tercihte bulunduğuna yönelik tartışmalar her dönemde devam ederken, bireylerin de artık rasyonel beklentileri olduğu ve kendi geleceklerini belirlerken geçim dertlerine kalıcı, sürdürülebilir, akılcı ve üstten bakmayan tavırların yanıt bulabileceğine dair bir söylem değişikliği gerekiyor.
Konu artık “askıda ekmek”, Instagram’da tekil olarak kadınlar tarafından kurulan “el emeği göz nuru” ürünlerin satıldığı hesaplar veya “askıda fatura”nın çok ötesine geçmiş durumda. Kadın yoksulluğunu yaratan nedenlerin tek tek ele alınması, kadın politikasının daha net ve şeffaf bir şekilde uygulanabilir ve sürdürülebilir temelde ulusal bir eylem planı şeklinde hazırlanıp toplumla paylaşılması gerekiyor. Dolayısıyla burada asıl mesele kadının içinde bulunduğu yoksulluk ve yoksunluk halinden ziyade, kadının insan hakları konusunda politika eksikliğinde yatıyor.
Kadınlar, emekleriyle işgücünde güçlü ve güvenceli şekilde yer almak, hane gelirine katkı sağlamak, bunu da Avrupa Birliği aday ülkesi olan Türkiye’ye yaraşır şekilde iyileştirilmiş bir emek piyasasında yapmak istiyorlar.
Kent yoksulluğu, derin yoksulluk, emek sömürüsü, eşit işe eşit ücret gibi kavramlar akademik yayınların bir parçası olmaktan ziyade, siyasetçilerimizin ısrarla tartıştığı, bilimsel öneriler getirdiği ve sosyolojik gerçekliğimizi gözler önüne serdiği bir alana dönüşmelidir.


Kadınlar Söylem Değil, Eylem İstiyor
Kadınları ucuz ve esnek emek gücü olarak gören, esnek çalışma düzenlerini yaygınlaştırırken bir yandan da ücretsiz ev-içi emeği ve ev-içi cinsiyet rollerini normalleştiren düzen, birçok açıdan ekonomik şiddetin yeni bir boyutuna, kadının emek piyasasında da ötekileştirilmesine dönüşüyor.
Zira artık bir kadın, yoksulluk karşısında hayatta kalma ve hanesini yaşatma stratejileri izliyorsa, onun öncelikli tercihi, ülkesinde siyaset alanını dizayn eden veya dizayn etmeye aday olan tüm aktörlerin ekonomik vaatlerinin kendi istihdam koşullarına kısa vadede nasıl etki edeceğini görmektir. Bir diğer deyişle, o çok kullanılan “kadın-erkek eşitliği” söyleminin kendi gündelik yaşantısına nasıl yansıdığını gören kadının zihinsel tartısında da oy tercihleri şekillenir.
Eğer bir kadın emekçi en az beş yıl Türkiye’de hukuk fakültesinde okuyup türlü fedakârlıkları yaptıktan sonra bir avukatlık bürosunda ücretsiz stajyerlik adı altında bir ekonomik sömürü döngüsüne giriyorsa veya 10 yaşından beri okuduğu konservatuvardan mezun olduktan sonra yıllarca orkestralarda kadro açılmasını bekliyorsa, bu da bir tür kadın yoksulluğu ve yoksunluğudur.
Emek piyasasında yer almak, ülkeyi emekleriyle hak ettiği yere getirmek isteyen kadınların önünü açacak, toplumda bu yönde bir kabulü teşvik edecek adımların atılması gerekiyor.
Bu açıdan, merkezi yönetimin kadının insan haklarına dair politikasını uygulanabilir kılması durumunda yerel yönetimler de bu politikanın doğrudan uygulayıcısı ve izleyicisi olur. Örneğin merkezi yönetim bir bölgeye nüfusuna oranla yerel bir sığınma evi açılması talebini ilettiğinde, tüm kurumlar kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı ön-kabulünden yola çıkarak adım atar. Dolayısıyla, kadının insan hakları konusundaki bir politikasızlık, bu alandaki politikaların ve kişisel uygulamaların yazılı bir hale getirilmesiyle giderilebilir.
Kız çocuklarının eğitimi bu açıdan kritik önemde. Zira bugün kız çocuklarının yeterince okullaşamamasının temel sebebinin 4+4+4 sistemindeki sorunlar olduğu ileri sürülüyor. Bugün eğitilen kız çocukları, yarının eğitimli, geniş vizyonlu kadın emekçileri olacak. Öte yandan, kadın kooperatiflerinin demokratik ve kolektif bir dayanışma ekonomisinin uzantısı olarak yaygınlaştırılması, kısa vadede kadın yoksulluğuna dair bir çözüm oluşturabilir.

Kadınların Sesi Her Süreçte Duyulmalı
İşsizliğin ve yoksulluğun yönetilmesi, kadın sorunlarının da yönetilmesini gerektiriyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye, cinsiyet eşitliğinde 156 ülke arasında 133 sırada bulunuyor. Sermayenin en vahşi şekilde kullandığı kadın emeğine dair sosyal devlet ilkelerini gözeterek plan ve programlar geliştirilmeli. Bunun için de bilimsel ve teorik düzeyde sıkışmaksızın, dezavantajlı gruplardan gelen ve kadın yoksulluğunu birebir yaşamış kadınlarla yuvarlak masa toplantıları yapılmalı, teker teker sorun alanları tespit edilmeli.
Toplumsal refah, ancak toplumun kılcal damarlarına dek inerek, toplumu temelden tanıyarak sağlanır. Zira ekonomik büyüme bir avuç insanın zenginleşmesinden ziyade, toplumda asgari refah düzeyinin artırılması ve kalıcılaştırılmasıyla sağlanır. Eğer bir kadın o ay gereken hijyenik ped ihtiyacını karşılayamıyorsa, çocuğunun çorbasını elektrik faturasını ödeyemediği için sobada pişiriyorsa, evlere temizlik işine gitmek için okulunu yarıda bırakmak zorundaysa bu toplumda ekonomik büyümeden değil, kadınların insan haklarında toplumsal gerilemeden söz etmek daha doğru olacaktır.
Kadının insan haklarını korumaya dönük kamu kurumlarının işlev kazanması, kadınların insan hakları ve emek piyasasındaki sorunlarına dair izleme mekanizması da hak savunucuları tarafından yetersiz bulunuyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve nafaka-karşıtı lobinin giderek siyasi alanda güçlenmesiyle birlikte kadın yoksulluğu farklı noktalardan sıkıştırılmaya ve zorlanmaya devam ediyor.
Ancak şu da bir gerçek ki, kadının insan haklarını savunan örgütlere karşı açılan kapatma davalarına rağmen, kadın hareketi, Türkiye’nin en güçlü hak savunucusu dinamiklerinden biri. Kapitalist sömürüye karşı kadınların sınıf mücadelesi hareketinin mesajlarını siyasi arenada görünür kılmak, kadrolarında kadın-erkek eşitliğini gözetmek, ekonomik krizle birlikte perçinlenen kadın yoksulluğunu hep anımsamak ise, tüm siyasetçilerin öncelikli uğraşlarından biri olmalı.

Mesele, Kadın Aday Sayısının Çok Ötesinde
Altılı masanın yayınladığı metinlerde de kadın yoksulluğu kalın puntolarla ön plana çıkmalı. Zira siyasi partilerin şu veya bu seçimde listelerinde kaç kadın aday gösterdiklerinden çok daha evrensel ve akut bir sorunla karşı karşıyayız.
Ayrıca ilgili partilerin kendi seçim programlarında kadın politikasını yatay ve dikey kesen tüm alanlar için harekete geçilmesi ve nüfusunun yarısı kadınlardan oluşan ve bu kadınların da büyük kısmı yaralı, kırgın ve yoksun olan bir ülkede Kadın Bakanlığı’nın kurulmasının öneminin vurgulanması gerekiyor.
Kadın örgütlerinin de, kadının insan haklarını savunan siyaset arenasının da sesi her zaman, her şeye rağmen gür çıkmalı.

Menekşe Tokyay

1982 senesinde İzmir’de doğdum. Tevfik Fikret Lisesi’ni üçüncülükle bitirdikten sonra Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümüne girdim ve dereceyle mezun oldum. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi’nde Jean Monnet bursiyeri olarak Avrupa Birliği alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirdim ve “üstün başarı” (grande distinction) diplomasıyla mezun oldum. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nden doktora derecemi aldım. Avrupa Birliği alanında danışmanlık firmalarında ve üniversite bünyelerindeki düşünce kuruluşlarında uzman olarak görev aldım.

2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapıyorum. 15’in üzerinde roman çevirim bulunuyor.

Ayrıca, 2010 yılından bu yana Southeastern European Times, Al Arabiya English, Business New Europe, International Business Times, Deutsche Welle, Washington Post, Euronews Türkçe, Al Monitor, Arab News, Axios gibi uluslararası haber ajanslarında Türkiye muhabiri olarak görev aldım. Gazete Duvar ve Perspektif’te düzenli yazıyorum. Buna ek olarak, Mayıs 2021’den beri Andante dergisi yazarıyım. Bir yandan da uluslararası haber ajanslarına Türkiye’ye ilişkin gelişmelere dair haber-analizler hazırlıyorum. Mülteci hakları, sağlık politikaları, çocuk hakları, kadının insan hakları, müzik, AB-Türkiye ilişkileri ve Orta Doğu’daki gelişmeler ise başlıca ilgi alanlarım arasında yer alıyor.

Harika Çocuklar ve Harika Gençler dosyaları, müziğe olan ilgimin sonucunda kendi geliştirdiğim bir sosyal sorumluluk projemdir. Bu röportaj dizilerinin amacı ise, sanatın tüm alanlarında üstün yetenekli olan çocuklar ve gençler için kendilerini ifade etme, tanıtma imkanı yaratarak hepimizi ortak sanatseverlik paydasında birleştirmek…

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top