Annem ve Singer

“Anne, bizim Singer dikiş makinası nerde? Ben onu istiyorum. “Tamam kızım o senin olsun da, ben onu hala kullanıyorum!”

Tüm yaşadıklarımız sebebi ile 86 yaşındaki annemden nerede ise iki yıl uzak kalmıştım. Bu uzun tatilde yollara düştüysem, annemi -biraz da aşılara güvenerek- görmek istememdi. Bilirsiniz, anne ile geçirilen zaman çoğunlukla çocukluğa dönülen, hatıraların ortaya döküldüğü bir zamandır. Bizimki de öyle oldu. Hasret, konuşa konuşa hatırlaya hatırlaya, kimi zaman kahkahalarla kimi zaman da duygusal anlarla biraz olsun hafifletildi.
Nerede ise tümü ile sokakta, ağaçların ve bisikletin tepesinde geçirdiğim çocukluğumda oturduğumuz ev, benim için annemin dikiş makinesinin tatlı sesi ile tıngırdayan bir yerdi. Enstitü mezunu olan annem, ben doğduğumda, moda evlerinde ve sonraları da daha çok evimizde durmadan dikiş diken bir kadındı. Öyle ki kimi zaman kırpık kumaşlar, çeşitli alet ve edevat, makaralar, çengelli iğneler, pullar, düğmeler tüm bir odayı kaplardı. Ben böyle bir yaşama doğdum ve orada büyüdüm. İlk oyuncaklarım bunlardı. Daha emeklediğim günlerden ergenlik yaşıma dek annemi dikiş makinesinin başında sürekli üretirken izledim. Binlerce saat izlemişimdir onu öyle.
Kimi zaman tutma yeri ahşaptan oyulmuş ve ucu farklı boyutlardaki demir toplardan oluşan el ütülerini kızdırır kumaşlardan çiçekler yapardı. Kimi zaman bir kıyafetin üzerine danteller ve parıltılı pullardan çiçek bezemeleri yerleştirirdi. Annemin her elini attığı iş, ister yemek olsun ister bir dönem çok moda olan seramik çiçeklerden tablolar, bir sanat eseridir, ama o kıyafetler bir başkaydı. Dümdüz bir kumaşın masaya ya da yere yayılıp, Singer makas ile ilk kez kesilip, biçilip, sonra o muhteşem gelinliklere, ya da Gençlik Parkı’ndaki gazinoda sahne alacak bir şarkıcının kıyafetine dönüşmesini her defasında hayranlıkla izledim. Benim için büyülü olurdu bu süreci izlemek.
TERZİ ANNENİN
TASARIMCI KIZI
Tabii çok geçmeden ben de kalan kırpıklardan, artık malzemelerden kendi ellerimle çarpık çurpuk şeyler diktim. Sadece bebeklerime elbiseler değil; eşyalara kılıflar, çantalar, sokak kedilerine kuyruk aksesuarları…Çizdiğim resimler, önünde sonunda hep kıyafet tasarımları oluyordu. Bir gün bunları sakladığım yerde bulamadım. Annem bir gün beni o makinenin başına oturtup da bana dikiş dikmeyi öğretmedi. Kendi gibi makine başında geçirilen bir hayatı bizim için istemedi; oysa uzun yıllardır işi olmadığı halde severek dikiş dikiyor. Eh ben ve ablamlar da hep yaratıcı alanlarda meslek seçtik.
Tahmin edebileceğiniz gibi tüm bu süreçte, herhangi bir zamanda giymek istediğim giysiyi sadece hayal ederdim, annemle konuşur ve gerekli malzemeleri alırdık ve annem o giysiyi dikip önümüze koyardı. Bu büyük bir lükstü.
Annemin kullandığı makası gibi, dikiş makinesi de Singer marka idi.
Makinaya ve mekanizmaya olan ilgim beni bir tasarımcı yaptı. Bunda bisikletimden sonraki en büyük ilham kaynağım işte bu Singer makinadır. Simsiyah döküm demir gövdesi ve bir iğnenin bir kumaşı nasıl da delik deşik ettiği düşünülürse bir çocuk için epey korkutucu olabilecek bu makine aksine sesi ve o metal döküm gövdenin tasarımı ile ailemizin uysal ve yumuşak huylu bir ferdi gibiydi benim için. Organik formlu gövdesi narin denilebilecek kadar incelir ve sonra kalınlaşır, sağ tarafındaki dümeni ile (ben dümen diyeceğim!) kusursuz bir biçimde birleşirdi. Bu siyah döküm gövdenin üzerinde sarı yaldızdan romantik desenler vardı.
Annemle geçtiğimiz hafta konuşurken hatıralarımızdan dökülen bu makinayı istediğimi söyledim. Annem de “Tamam o senin olsun da, ben onu hala kullanıyorum kızım!” diyiverdi.
Dikiş makinasının nerede ise Singer ismi ile özdeşleşmesinin ardında işte bu dayanıklılık yatıyor. Annemin de nerede ise bir ömür kullandığı ve hala tıkır tıkır çalışan bu makine 180 yıldır üretiliyor.
EN ESKİ YETENEKLERİMİZDEN BİRİ DİKİŞ
İnsanlık 45.000 yıldır dikiş dikiyor. Siberya ve Çin’de bulunan dikiş iğneleri bu bilgiyi kanıtlıyor. Önceleri soğuktan veya güneşten korunmak için örtünmekle başlayan giyinme hikayemiz ve bunun moda kavramı ile endüstrileşmesi bambaşka bir hikaye ve başka bir zamanda anlatmaya değer.
Dikiş makinaları pek çok şey gibi domestik kullanımından önce fabrikalarda yerini bulmuştu. Orduların ve işçilerin kıyafetleri bu fabrikalarda hazırlanıyordu. Özel giysiler tarihte de şimdi de hala el işçiliği ile hazırlanır. Daha doğrusu bir giysinin elde ve özel olarak dikilmesi, günümüzde hala bir statü sembolüdür ve değer taşır. Makine işi nakış veya el işi nakış, makine halısı veya el dokuma halılar ve kilimler, kumaşlar gibi pek çok üretimde bu değer önceliklidir. Kitapların değerlerini koruması gibi, makine üretimi değiştirse de insanın eli ile ürettiğinin kıymetini yerle bir etmemiş; edememiştir. Makinalar ucuzlaştırdıkça, el ile üretilen değerlenmiştir. El üretimine methiye niteliğinde eski bir yazım da var, merak edenler için…
TİYATRO OYUNCULUĞUNDAN MİLYARDERLİĞE
Aslında bir tiyatro oyuncusu olan Isaac Singer‘ın kurduğu firma, evlerde kullanılabilecek ilk dikiş makinasını 1850 yılında satışa sundu. Singer, bu makinayı icat eden kişi değil. Tarihte konuyla ilgili ilk kayıt Charles Weisenthal isimli bir Almanın dikiş makinası için kullanılan bir iğnenin patentini İngiltere’de almış olduğunu belgeliyor. Ama Weisenthal’a ait bir makine tasarımına hiçbir zaman ulaşılamamış. Bildiğimiz anlamdaki dikiş makinasının ilk çizimleri ise İngiliz Thomas Sait’e ait. Sonradan bulunan bu çizimlerden hareketle bir prototoip hazırlayan Newton Wilson, makinanın çalıştığını da ispat etmiş. 19. Yüzyılın ilk yılları Avrupa’dan Avustralya’ya kadar pek çok deneme ve yanılma ile ile geçmiş. Örneğin 1830 yılında Fransız Bathelemely Thimonnier, çalışan bir makine üretiyor ve Fransa ordusunun kıyafetlerini dikmek üzere başarılı bir sipariş de alıyor. Bu makinaların kendi işlerini yok edeceğini düşünen bir grup Thimonnier’nin 80 makina bulunan atölyesini yakıyor ve makinaları kırıyor. Thimonnier bu olaydan canını zor kurtarıyor.
Elias Howe isimli bir Amerikalı, Amerika’da ilk dikiş makinasını icat ediyor. Bu makine bizim Singer gibi ipliği hem alttan hem üstten alarak düz dikişi yapan ilk makine.
Isaac Meritt Singer, tüm bu kişilerin yaptığı makinalardan esinlenerek kendininkini üretiyor. Tiyatro oyuncusu olmasının yanında bir marangoz olan, reklama ve tanıtıma çok önem veren, 5 eşi ve 22 çocuğu olmuş renkli bir kişilik olan Singer, daha sonrasında Howe’un ona açtığı patent davasını kaybediyor ama buradaki cezasını da Howe’a geri ödüyor. Singer makinalar bu yıllara dek milyonlarca satıyor. Bu başarının ardında, Singer’in kadınları iyi tanımasının yattığını düşünüyorum. Makinanın tasarım kararları, hedef kitlesini doğrudan düşündüğünü ve tam hedeften de yakaladığını gösteriyor. Zaten marka kendi hikayesini, eşinin dikiş dikmeyi sevmesi yüzünden yapılmış bir çaba olarak sunuyor. Tabii buluşlar ve sürekli geliştirilen teknolojiler markayı bugüne dek taşıyor. Singer fabrikasının savaş zamanında dikiş makinası üretemediği için, bomba bile ürettiğini bir kenara koyalım. Evcilleştirilen teknoloji her zaman büyük başarı sağlar. Üzerine eklenen inovasyon, tasarım ve pazarlama becerileri doğu zamanda işe koyulan herkesi milyarder yapabilir.
TÜRKİYE’NİN İLK
YABANCI MARKASI, GÜNÜMÜZÜN ANTİKASI
Singer aynı zamanda Türkiye’yi ilk kez dikiş makinası ile tanıştıran, hatta Türkiye’ye belki de dikiş dikmeyi öğreten marka. İlk satış 1886 yılında yapılmış ve şirket resmi olarak 1904 yılında kurulmuş topraklarımızda. Türkiye’de kurulan ilk yabancı şirket ünvanına sahip Singer 1959 yılında fabrikasını da kurmuş. Kadınların toplandığı buluşmalarda onlara ürünlerini tanıtan, dikiş nakış öğreten bir pazarlama başarısı ile evlerimize girmiş ve annelerimizin önüne konmuş.
Bugün farklı modellerine göre değişen değerleri ile ayrıca bir antika eşya olan döküm modeller piyasada çok sayıda var ve pek çoğu da çalışır durumda. 1900 yılından önce üretilen tüm modeller genel olarak antika sayılıyor. Firmanın orijinal sitesinde modeline ve üretim yılına göre bu makinanın antika değerini anlamanızı sağlayan bir de kılavuz var. Bazı modeller oldukça önemli yeniliklere sahip olduğundan, bazıları da nadir bulunduğundan oldukça kıymetli olabiliyorlar.
Tüm dünya gibi 60’lı yılların sonunda Singer de tüm tasarım kararlarını değiştirerek malzeme olarak plastik alaşımlar kullanmaya başladı. Bugün yapılan üretimler alüminyum ve plastik ile üretiliyor. Teknolojik olarak ilk zamanlara göre çok üstün olan bu makinalar bana göre bizim evdekinin zerafetine, ruhuna sahip değiller.
Eşyanın anılarla donatılı bir ruhu olduğuna inananlardanım. Annemle sohbetimizde yaşadığımız bu duyguların pek çok evin de ortak duygusu olduğuna inanıyorum. Tüm dünya ve özellikle bizim yaratıcı ülkemiz, arkadaki bir odasında tıkırdayan dikiş makinasının başında saatler geçiren yaratıcı insanlarla dolu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi