ARAF

İnsanlığın her bakımdan dönüşüm içinde olmasından sıkça söz ediyoruz. Bir şeylerin eskisi gibi olmadığı, değiştiği, çok sayıda yeni şeyin hayatımıza girdiği bir gerçek. Teknolojinin açtığı her kanal, her yeni gün daha da çok bilinmeyen demek. Kimilerimiz eskiye sıkı sıkı sarılıp, yeniliklere karşı açık bir ret içerisinde. Gelişen teknolojileri ve yaşamlarımıza getirdiklerini kimilerimiz yakalamaya çalışıyor, kimilerimiz ancak mecbur kalınca kabulleniyor.

Teknoloji ile gelişen dünyada, insanlık tek kelime ile arafta.

Araf kelimesini severim. Bir yere ait olmamayı anlatır bana. Yüksek bir yerdir aynı zamanda. Bu ikisi sevmem için yeterli. Kökenini Arapça’da kum tepesi anlamına gelen Urf kelimesinin çoğulundan aldığı söylenir. “El-A-Raf” yüksek yerler, yüksek mevkiler anlamında kullanılıyormuş bu dilde, bazen de bilgelik anlamında.

İnanç sistemine ait bir kelime bir bakıma araf. Kuran’da, aynı isimdeki 206 ayetlik uzunluğu ile Araf suresi, iyilik ve kötülük arasında, karar vericilerin bulunduğu bir yer olarak kullanılıyor. İyiliğe daha yakın olanlar, ama kötülüklerin de muhasebesini bir süre daha yapması gerekenler burada bekliyorlar yazılanlara göre. Cennet ve cehennem, başka bir deyişle bahçe ve ateş arasında bir yer araf. Bu surenin tüm ayetleri, gönderildiği kavime, geçmiş örnekler üzerinden (Lut, Nuh, Musa) yoldan çıkmamak için dikkat edilmesi gerekenleri ve yoldan çıkanlara verilen cezaları anlatıyor. Bu cezalar daha çok depremler, seller, dağların yıkılması gibi doğal olaylar. Özünde iyi niyetli bir çağrı var; iyi ahlaklı, duyarlı ve inançlı olmaya yönelik; ama pek tabii bugünün dünyasında kabul göremeyecek ifadeler de yer alıyor kitabın bu satırlarında. Bize iki uçtaki davranışları ve bunların sonuçlarını hikayeleştirirken, bir de araftan bahsediliyor işte. Orası yüksek ve bilge bir yer ama bir o kadar da kararsız bir alan. Bir tür geçiş noktası. Biraz da arınma noktası gibi sanki.

KADERCİLİK VE ÖZGÜR İRADE

Kelimenin Hristiyan inancındaki karşılığı olan purgatory de arınmak anlamında. Hristiyanlar, fiziksel ölümden sonra kalınan bir ara yer olarak tanımlıyor arafı. Kötücül ve lanetlenmiş ruhlar için bir yer değil burası. Seçilmiş kişilerin, haklarında Tanrı tarafından bir karara varılıncaya kadar bekledikleri bir yer, daha doğrusu bir aşama olarak tanımlayabiliriz bu ifadeyi. Her iki dinin kutsal kitaplarında örneklerin Musa Peygamber deneyimlerine dayandırıldığı bölümlerin benzerliği çok açık. Buradaki en büyük fark şu: Hristiyanlar, özellikle Katolikler kaderci bir doktrine sahip, yani bu inanç sisteminde her şeyin önceden belirlenmiş olduğu kabul görülür. Bu nedenledir ki dini çevreler tarihten bu yana bu kadercilik ve insanın özgür iradesi meselesini tartışıp durur. Seçilmiş kişiler, davranışları, sergiledikleri tutumlar, niyetleri ne olursa olsun seçilmişlerdir. Araf ancak bu kişilerin sahip olduğu bir arınma alanıdır Hristiyanlıkta. Müslümanların kitabı Kuran’daki Araf suresinde ise, Allah açıkça, insanı kendi özgür iradesi ile baş başa bıraktığını ifade eder. Özetle, biz iyiyi de kötüyü de sunduk, seçim sizin, size öngörü verdik, kötü yolda olanları cezasız bırakmaz, ceza mahiyetindeki zorluklarla ve kötülüklerle baş başa bırakırız, der.

İnançlar, ırklar, kültürler ne olursa olsun evren karşıtlıklarla dolu bir yerdir. Yaşam ise bir seçimler bütünü. Yolumuz, her dakika önümüze serilen ve seçim yapmamız gereken anlarla dolu. Seçimlerimiz yaşam deneyimimizi şekillendiriyor. Belki de bugünkü yaşamımız önceki deneyimlerimizin bir sonucu. Aynı biçimde belki bu yaşam deneyimimizin sonucu da başka bir katmandaki deneyimin belirleyicisi. Tüm kültürlerde bu determinizmin bir karşılığına denk gelen öğretilere rastlamak mümkün.

METAVERSE VE ARAF

Teolojiye ve felsefeye daha fazla karışmadan ayaklarımı yere basmalıyım!

Bana arafı düşündürten metaverse ( öte-evren/ evren ötesi ) oldu. Size alakasız gibi görünecek belki, ama ne yapabilirim, yaratıcı bir akıl böyle bağlantılar kurabiliyor bazen. Biraz aktarmaya çalışacağım düşündüklerimi.

Her şeyden önce belirtmeliyim ki mateverse hakkında konuşmayan, yazmayan kalmamışken, bugüne dek bu konuda son dönemde özellikle bir şeyler yazmıyor ve konuşmuyordum. Ancak okuyucularım hatırlayacaklar, 2 yıl önce, pandeminin ilk günlerinde bir metaverse etkinliğe katılmış ve bu deneyimimi de sizlerle yine Pencere sayfalarında paylaşmıştım. O günlerde bu topraklarda pek kimsenin konuşmadığı bu kavram, bugünlere gelinceye dek herkesin çok sevdiği ve mutlaka dahil olması gerektiği bir “moda”ya dönüştü. Kuşkusuz Facebook’un dönüşümünün bunda katkısı büyük. Hala bu akımın bir parçası olarak anılma korkusu içinde yazıyorum bu kelimelerimi.  Peki metaverse ve araf nasıl buluştu beynimde?

Ünlü kurgu yazarı ve benim yıllardır Wired dergisinde yazdıklarını okumayı pek sevdiğim Neil Stephenson’un meşhur romanı SnowCrash’a borçluyuz bu kavramı.

Biliyorum pek çok şey duydunuz ve okudunuz  ama yine de bir tanım yapmak gerekirse, metaverse en özet hali ile, içinde çok yönlü bir etkileşim olan, kripto paranın ve ekonominin, sanal ve arttırılmış gerçekliğin (AR-VR), ve NFT’nin bulunduğu bir sanal alem. Bu alemde görüntü, ses, duyuları arttıran deneyimler, iletişim, etkileşim, ticaret bir arada. Bu atmosfer artık, genişletilmiş gerçeklik (XR) olarak tanımlanıyor.

Bu alem istediğimiz her şeyin kolayca gerçekleşebildiği bir yer çünkü kodlar yazarak, tasarlayarak, sadece dijital dünyanın amaçlarını kullanarak yaratımlarınızı hayata geçirebiliyorsunuz. Gerçek dünyanın zorlukları burada yok.

Geçtiğimiz hafta ben de bu alemde artık resmi bir biçimde dolanmaya başladım. Bir türlü kendime benzetemediğim ve belden aşağısı olmayan avatarımla, tasarımcıların yarattığı bahçelerde, parklarda, galerilerde ve binalarda gezinip duruyorum. Çeşitli sanat sergileri açılıyor ve bu sergileri geziyorum. Eğer kripto param var ise bu galerilerden sanat eseri de alabilir ve evime asabilirim. Evim derken, kullandığım uygulamanın tasarımcıları beni için bir ev tasarlamışlar, önünden şelale akan daire bir penceresi var. Bir şöminem bile var; çıtır çıtır yanıyor. İstersem bu sanat eserleri ile kendime bir galeri açabilirim. Kendi mekanımı tasarlayıp burada o mekanda yaşayabilirim. İstersem bir müze yapabilirim. Kendi eserlerimi, kampanyalarımı yaratıp bu alemde, farklı kullanıcıların deneyimlemesi için sunabilirim. Bunları yapabilmek için tek ihtiyacım olan teknoloji. Diğer yandan bu evrende atılan her adım artık gittikçe bedava olmaktan çıkıp, kripto paralara bağımlı hale geldi. İşi para olan kuruluşların açıkladığına göre 2030 yılına dek metaverse bağlantılı yatırımların potansiyeli 13 trilyon dolara, kullanıcıları da 5 milyara ulaşacakmış.

EVRENÖTESİ TASARIM DENEYİMLERİ

Mesela dün gece gezdiğim galeri havada uçan, duvarları içi boş pembe halkalar halinde göğe doğru yükselen helezonlar biçiminde yapılmış bir mekandı. Çevremdeki mimarlık ve tasarım dünyasında bu aleme hızlıca ilgi gösterenler var; ara ara onlarla buluşuyor ve pek çok şey öğreniyorum; yakın bir amanda bu çalışmaları da sizlerle paylaşabilmeyi diliyorum. Bu alemdeki mimarlığın normlarının tahminimce baştan belirlenecek. Metaverse te karşılaştığım tasarımların çoğunda düşündüğüm bu oluyor.

Bir yapıyı sanal bir alemde deneyimlemek, bazı mimari stüdyoların uzunca sayılabilecek bir zamandır sunduğu bir hizmet.

Benim zamanımda Rotring marka rapido kalemle kağıt üzerine çizilen planlar ve üç boyutlu çizimler üzerinden gösterilen tasarım hayalleri, gelişen teknolojiler ile üç boyutlu dijital tasarımlar olarak gösterilmeye başlandı. Sonra bu üç boyutlu dijital tasarımlar animasyonla buluştu. Ekranda izleyiciye binanın içinde, dışında dolaşıyormuş gibi hareketli görüntüler, yani animasyonlar gösterildi. Bu halen en yaygın sunum biçimini oluşturuyor. Örneğin bir binanın cephesi için özel ve akışkan bir aydınlatma tasarımı gerçekleştirdiniz diyelim, bunu yapılmadan önce işvereninize, film biçiminde aslına uygun olarak deneyimletebiliyorsunuz.

Arttırılmış ve sanal gerçeklik ile izleyici zamanla o ortamın içine entegre oldu. Metaverse tüm bu deneyimlerin mimari tasarımlar veya oyunlar gibi sadece belirli alanlarda değil; hemen her alanda kitlesel olarak kullanıma açıldığı bir evreni temsil ediyor. Artık ekranın dışından izleyen kişi değil, bizzat o yapıda bulunan, merdivenlerinden çıkan, camından bakan kişisiniz. Üstelik gezindiğiniz alanlarda başkaları ile eş zamanlı olarak karşılaşabiliyor ve etkileşime girebiliyorsunuz. İşin içinde sadece mekanlar yok; insanın olduğu yerde moda da var, eğlence de var, ulaşım da var.  Daha doğrusu, içinde yaşadığımız dünyanın dijital bir alternatifi olarak, bu dünyada karşılaştığımız hemen her şey büyük bir hızla metaverse içerisine dahil olmaya devam ediyor.

İşte araf tam da burada.

Henüz emekleme aşamasında olan bu çok yeni evrende, tasarım ve teknoloji gücü kaliteyi belirliyor. Sunulanların bir kısmı çok ham. Bana en anlamsız gelen durum ise, insanın aklına gelebilecek her şeyi yapma yetisine sahip olduğu böylesine özgür bir ortamda, hala dünyevi tasarım kriterleri ile hareket ediyor olması. Çok yeni olan bu metaverse deneyimimde sözgelimi avatarımın normal bir insan gibi modellenmesi bana tuhaf geliyor.  2021 rakamlarına göre yaklaşık 200 milyon dolarlık bir hacime sahip oyun endüstrisinde bunun için çok iyi örnekler olsa da,  henüz çok yeni olan ve kitlesel olmanın getirdiği teknik kısıtlarla ilerleyen metaverse platformlar için bu kişiselleşebilme için daha zaman var gibi görünüyor.

Aynı biçimde, bahçenin bahçe gibi, evin ev gibi, binanın bina gibi modellendiği örnekler de bana yavan ve anlamsız geliyor. Gerçekten inşa edilecek bir yapıyı sanal alemde deneyimlemek başka bir durum. Diğer yandan eğer sadece metaverse üzerinde var olacak bir yapı tasarlanıyorsa, neden alıştığımız evlere benzemek zorunda? Örneğin üst katlara neden uçarak değil de merdivenlerden çıkayım ki? Bugüne dek içinde bulunduğum deneyimlerde hemen her türlüsü ile karşılaştım. Açık olmam gerekirse, bildiğimiz dünyada karşılaşmadığım türdeki tasarımların tümü bana daha çok heyecan verdi.

METAVERSE YETERİNCE SPEKÜLATİF Mİ?

Bilim kurgu filmlerinde de benzer tasarım gerçekleri var. Spekülatif tasarım dediğimiz bu profesyonel alan, insan beyninin başka formlardaki yaşam pratikleri üzerine senaryolar, fikirler ve görsellikler oluşturuyor. Yıllardır gelişen spekülatif tasarımın iyi örnekleri metaverse üzerinde yayıldıkça, buradaki deneyim de kuşkusuz zenginleşecek. Şimdilik  her alanda olduğu gibi iyi ve kötü örneklerin bir arada olduğu ve bizlerin kendi öngörülerimize göre seçme şansına sahip olduğumuz yeni bir alemdeyiz diyelim.

2000’lerin başındaki tartışmalarda, sanal dünyalar başta oyunlar, eğitim ve sosyalleşme üzere üç amaca hizmet eden ortamlar olarak ifade ediliyordu. Secondlife, Minecraft gibi ortamlar hep bu eksende tartışılıp durdu. Oysa sanal ortamların günümüzde, yepyeni mekânsal ve yaşamsal deneyimlerin sağlanabileceği yerler oldukları açık. Bu deneyimlerin geleceği için iki yol var. Bunlardan biri, tam da bugünlerde olduğu gibi gerçek dünyanın dijital bir replikası olması. Kripto paralarımızla aldıklarımızı sanal evlerimize yerleştirmemiz, bu evlerdeki duvar dokularını, zemin kaplamalarını, bitkileri yine sanal paralarla satın alarak düzenlememiz…Diğer bir yol ise şimdiye kadar hiç bilmediğimiz ve akıl edemediğimiz bir görselliğin ve yaşama biçiminin metaverse üzerinde şekillenmesi ideali. Açıkçası kendi metaverse deneyimimde sanal bir Balenciaga yı üstüme geçirdiğim bir Özlem yerine, örneğin, ne bileyim bir ahtapot gibi sekiz kollu bir sanal varlık olmayı, veya tümüyle şeffaf olup içimdeki tüm duyguların görünür olabilmesini filan tercih ederdim.

Oysa öylesine araftayız ki, hala metaverse’te bu dünyanın gerçekleri ile davranmaya çalışıyoruz. Aynı akıllı telefon kullanıp hala banka şubesine gittiğimiz gibi, veya  onlarca dizi ve filmi bilgisayarlarımızda veya mobil cihazlarımızda izleyebildiğimiz halde hala televizyon ekranlarından ve kanallarından kurtulamadığımız gibi, teknoloji bizi bu çağda sürekli arada bırakıyor. Aslında kararsız değiliz. Geleceğin ne olduğu açık ve geliyor. Biz sadece biraz daha arafta kalıp, diyetimizi öder gibiyiz.

Bana göre çok önemli bir zaman dilimi bu. Teknolojik gelişmelerle ortada kaldığımız konu, yer yüzünde zaten çok da iyi bir yer, iyi bir yaşam inşa edememiş insanlığın bir de şimdi bunun kötü bir benzerini sanal alemlerde kurgulamasına mı tanık olacağımız; veya bu teknolojilerin çok daha farklı, bilmediğimiz deneylere mi sahne olacağı.

Teknolojinin bizi bir yol ayrımına getirdiğine inanıyorum. Gelecekteki dünyanın bildiğimizden çok farklı olacağını görebiliyorum.

Bu beni daha çok geçmişten nasihat almaya yöneltiyor. Bir girdabın içinde savrulup yok olmaktansa, nereye gittiğimizi anlamak için nereden geldiğimizi daha iyi anlamak isteği var içimde. Bu merakla zaman zaman başvurduğum dini kitaplar bir arada okunduğunda evrensel bilgi kaynağı ve sağladıkları karşılaştırmalarla da aslında ayırıcı değil; aksine tamamlayıcı ve birleştiriciler.

Çoğunluğun davranışının hakikat olmadığı (Kuran, Enam,116); hakikatın bizi özgür kılacak yegane şey olduğu ( İncil,John,8-32) arafta kaldığım bu günlerde tutunduğum en güçlü ifadeler gibi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi