Aşıyı beklerken…

Aşıyı beklerken…
Sabah güne uyanıyor. İçinde kalan umutla. “Güzel bir gün olsun, insanlar hastalanmasın, hastalar iyileşsin, ekonomi düzelsin, sevdiklerim iyi olsun, onlarla eskisi gibi görüşebileyim.Ortalık düzelsin, işime gidebileyim, iş...

Sabah güne uyanıyor. İçinde kalan umutla. “Güzel bir gün olsun, insanlar hastalanmasın, hastalar iyileşsin, ekonomi düzelsin, sevdiklerim iyi olsun, onlarla eskisi gibi görüşebileyim.
Ortalık düzelsin, işime gidebileyim, iş bulabileyim, dükkanımı açabileyim. Borçlarımı ödeyebileyim, çevremde yardıma muhtaç o kadar insan var, onlara yardım edebileyim.”
Tanrıya yakardığı o kadar çok konu var ki, kötü gidenleri sabahları bir umut tek tek sıralıyor, bitmiyor.
İyi haberleri televizyonların vereceğini düşünüyor hala. Uzun zamandır gazete almıyor zaten.
Düğmesine dokunuyor kumandanın, öğle ajansına bakmak istiyor, “Belki aşı gelmiştir…”
Bağırarak konuşuyor Cumhurbaşkanı, aşı yok ama Bay Kemal var. Yeni terörist listesi hazırlanmış, adres değiştirmiş örgütler bir torbada buluşmuş.
Canı sıkılıyor ama dinlemeye devam ediyor, terör listesi bitince aşıdan da söz eder, vatandaşa nasıl yardım edileceğini de anlatır sanıyor.
Bay Kemal’e olan hıncı, kızgınlığı aşıyı unutturuyor sanki. Millet ile yardımlaşmayı unutturuyor. Türkiye’nin girilmesi en zor üniversitesine büyük zorluklarla girmiş genç pırıl pırıl çocukları da terör listesine dahil ediyor.
Çaresiz kapatıyor televizyonu. “Belki akşam söyler” diyor “İyi haberleri…”
Pazara gidiyor. Zabıtaların ateşine ölçmesine seviniyor. Sohbet ediyor biraz. Zabıta fısıldıyor, “Meyveye yaklaşma, karnabahar ucuz gibi bir ona bak.”
Pazar yeri evinin içi gibi. İnsanlar birbirlerinin yüzüne aynı ailenin mutsuz üyeleri gibi bakıyor. Herkes pahalılıktan şikayetçi.
Aklından eski günler geçiyor. Pazarcılarla fiyat kavgaları filan. Televizyon haberleri geliyor gözünün önüne sonra. Tarladan pazara sebzedeki değişim. Pazarcılara artık kimse kızmıyor. Kime kızacaklarını onlar da artık iyi biliyor.
Küçük filesini geçen hafta ödediğinin bir katına yakın parayla kendince dolduruyor.
Bir köşede ellerinde bez torbalarıyla duran ama alışveriş yapmayanlarla göz göze geliyor. Onların neden beklediğini artık iyi biliyor. Filesinden utanıyor.
Eve dönüyor. Yemeğini ocağa koyuyor, yağı, tuzu daha idareli ekliyor. Telefonuna, gaz, elektrik, su ve ödenmemiş kredi kartı mesajları düşüyor.
Kalemi kağıdı eline alıyor. Topluyor, çıkarıyor, erteliyor.
Sabahın umudu akşamın karanlığına dönüşüyor adeta. Bir kap yemeğini koyuyor masasına, yeniden açıyor televizyonu.
Bir umutla O’nun konuşmasını bekliyor. Zaten televizyonlarda bir süreden beri sadece O konuşuyor.
Aşıyı bekliyor, kendisi hasta değil, korunuyor kendince ama aşı müjdesiyle hayatın normale döneceğini, iyi günlere bir başlangıç olacağını sanıyor.
Hiddetli sesiyle konuşma başlıyor. Dünyanın birçok memleketine yardım ettiğimizi söylüyor. Umudu artıyor, karamsarlığı kayboluyor. “Yaban ellere bu kadar yardım ettiysek bu iş tamam” diyor mırıldanarak.
Dünyanın ileri birçok memleketinin hem bize düşman hem de bizi kıskandığını öyle güzel anlatıyor ki, içindeki müjde umudu büyüdükçe büyüyor.
Ama konu ne müjdeye ne işçiye ne emekliye ne öğrenciye ne işsize geliyor.
İnatla kapatmıyor televizyonu, “Konuşmanın bir yerinde mutlaka bizden bahsedecek” diyor kendi kendine, mutlaka ama mutlaka.
Ne yazık gelmiyor.
Başka bir kanala geçiyor. Sandalyelerinden gece gündüz hiç ayrılmayan aynı isimler aralarında tartışıyor. İsmet Paşa’ya kızanları da var, HDP’nin kapatılmasını isteyen de CHP Lideri’nin parti kurmasını öneren de.
“Hükümet ve onun lideri bugün de bizden neden bahsetmedi?” diye soran olur mu, beklemiyor.
Televizyonu kapatıyor. Radyosunu açıp yatağına uzanıyor.
Radyodan da ne aşı ne de yardımlaşma sesi geliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın elektrik dağıtım ihalesini memleketin her şeyini yapan beş müteahhitten ikisinin aldığını işitiyor.
Gözlerini kapatıyor.