ASRIN ÇÜRÜMESİ

Son Güncellenme Tarihi: Şubat 26, 2023 / 06:04

Deprem, olağan bir durum; tabiatla uyumlu olan, doğaya karşı böbürlenmeyen her canlı için alelade bir yaşam bir olayı. Felaket olan, içinde bulunduğu alem ile bağları zayıflamış, rabıtası kağşamış insanın ait olduğu yeri unutmasının sonucundaki depremdir. Asrın değil, insanlığın felaketidir. Köklerini unutmuş, geldiği yere saygısını yitirmiş, ne insana ne doğaya riayeti kalmamış kişilerin eylemlerinin sonucudur bu afet.

Toplumun yaşadığı travma yalnızca travmayı deneyimleyen grubu etkilemez. Dalga dalga önce tüm topluma, sonra gelecek nesillere yayılır.

Tek başımıza yaşadığımızı sandığımız acı dolu hikayeler, yitirilmiş ümitler, kurumuş inançlar dahi insanlığın ortak havuzuna katılır. Hiçbirimiz, birimizden ayrı kalamaz. Bugün, şifa için destek olmayan ve bulamayan yarının hasta toplumunu yaratır.

Doğal afet! Önüne geçilemezdi… Asrın felaketi…

Depremin doğal olduğu konusunda hem fikiriz. Doğanın bir parçası. Dünyayı bildiğimiz şekle getiren etkenlerden biri deprem. Olağan bir durum; tabiatla uyumlu olan, doğaya karşı böbürlenmeyen her canlı için alelade bir yaşam bir olayı. Felaket olan, içinde bulunduğu alem ile bağları zayıflamış, rabıtası kağşamış insanın ait olduğu yeri unutmasının sonucundaki depremdir. Asrın değil, insanlığın felaketidir. Köklerini unutmuş, geldiği yere saygısını yitirmiş, ne insana ne doğaya riayeti kalmamış kişilerin eylemlerinin sonucudur bu afet.

Bir bölgeye ait değil bu sefer acı, ateş sadece düştüğü yeri yakmadı. Ateş, ateşten haberi olan herkesi yaktı. Elleri enkazın altında nefes arayan neferlerin umudu bitince panik duygusunun yerini zamanla çürümüş insanlığın kokusu aldı. O koku atmosfere yayıldı, ciğerimize işledi, kalbimizden geçerken iç dünyamızda sarsıntılar yarattı. Zira sallanan yer kabuğu sadece binaların zeminini değil, içimizdeki temelleri de tehdit etti. Deprem, bildiğimiz tüm güvenli alanları yerle bir ederken, bizi ilk güvenli alanımızı sarsacak kadar geriletti. Bireylerin çocukluklarından itibaren yaşamları boyunca bastırmış olduğu korkuları, acıları veya endişeleri yıkılan duvarların ardından açığa çıktı. 

Güvenli alan hissinin kaybı

İnşa ettiğimiz benliğimizin zayıf kalmış, hasar almış kolonları, depremle birlikte şahsiyetimizi de yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya getirir. Bastırılmış endişeler, göz ardı edilmiş korkular, açık kalmış yaralar gün yüzüne çıkar.  Güvenli alan hissinin kaybıyla, geçmiş yılların hasar bırakmış sarsıntıların izlerini saklamak zorlaşır. Yarım kalma korkuları, sevdiklerini kaybı endişesi, ölüm, tamamlanamayan yaşamın hüznü hem bireyi hem toplumu yoğun bir anksiyete içinde bırakır. Bu endişeyi sakinleştirecek, güvendeyim hissini destekleyecek birinin yakınlarda bulunmaması ya da toplumun güvenliğinden sorumlu mekanizmaların hayati ve ruhsal bütünlüğü tehlikeye atan yaşam olayının ardından emniyetli ortam sunamaması yalnızlık, umutsuzluk ve değersizlik duygularının artışına neden olur. Doğal afetlerin ardından insanın taşıdığı yoğun anksiyete, tek başına var olmaya devam edemeyeceğinden fobilere, panik atağa veya obsesyonlara dönüşebilir. Zira bu duyguları yatıştıracak, hislerin ifade edilmesine olanak sunacak ve yeniden değerli hissetmeyi sağlayacak sevginin ortadan kayboluşu yalnızlık duygusunu yoğunlaştıracaktır.

Yalnızlık hissi, bireyi de toplumu da çıkılması güç depresif bir dönemin içine hapsedebilir. Güvenli zemini yıkılmış, sığınağı olan mekânsal hafızası sarsılmış olan birey ve toplum bu his içinde donuklaşabilir, yabancılaşabilir, soyutlanabilir veya duyarsızlaşabilir. Bastırılmış olanın tedirginliği ve öfkesi topluma yayılır.

Zihinsel ve duygusal sığınıklar da yıkıldı…

 Yıkılan sadece evlerimiz olmaz, geçmişimiz, mekânsal hafızamız, hatıralarımız depremle birlikte zarar görür. Zihinsel ve duygusal sığınıklar kaybolduğundan insan daha yoğun desteğe ihtiyaç duyar. Yaralarını tek başına sarma yetisi yetersiz olan bizler için birlik ve destek duygusunun ön plana çıkma ihtiyacı belirginleşir. Dayanışma pekiştirildikçe kaybolan bireysel ve toplumsal güven zemini yeniden inşa edilmeye başlar. Lakin, deprem gibi toplumu etkileyen travmaları görmezden gelmek, yeterince görmemek, inkâr etmek, üzerine konuşulmasına fırsat vermemek, duyguların ifadesi için alan açmamak, yaşanan acıyı küçümsemek, inkâr etmek veya unutturmaya çalışmak gerginliği arttıracak, çatışmaları perçinleyecek; hatta gruplar arası ötekileşmenin yayılmasına, alt gruplarda ayrışmanın büyümesine neden olacaktır. Hülasa, öfkesini gösteremeyen, yasını sürdüremeyen, hüznünü anlatamayan bireyler ve toplumlar en sonunda kendilerine yabancılaşacaklardır.

Sosyal güven zemininin yıkıma uğradığı toplumsal travma süreçlerinde, toplumun işleyişini sürdürmekle yetkili olan kurum ve kuruluşların sergilediği tutum, kendine yabancılaşma riski taşıyan toplumun bu travmadan nasıl etkileneceğini belirler. Zira her travmatik deneyim travmaya dönüşmez. Sonrasında sürecin nasıl yönetildiği, ne kadar destek sunulduğu, yardımların nasıl yapıldığı, travmadan etkilenmiş olabilecek tüm gruplara nasıl ulaşıldığı gibi kapsayıcı unsurlar, travmanın uzun vadede nasıl ve ne kadar etki edeceğini belirler. Akut ihtiyaçların karşılanması süresinin ardından hala giderilmeyen gereksinimler varsa, kayıpların ardından yeterli bir yas süresi sunulmamışsa, travma mağdurlarının sokakta yanımızdan geçen birer insan olduğu unutulmuş ve ikinci el hayata mahkûm edilmiş hissettirilmişlerse, tarafsız bilgiye ulaşma hakları ellerinden alınmış ya da yeterli sunulmamışsa, zaten güvensizlik duygusu yaşayan toplumun süreklilik algısı bozulması ve yaşamın olağan sürebileceğine dair umudu yitirmesi an meselesidir.

Nesiller boyu aynı hırka

Toplumun yaşadığı travma yalnızca travmayı deneyimleyen grubu etkilemez. Dalga dalga önce tüm topluma, sonra gelecek nesillere yayılır. Yasını tutamamış, umudunu yitirmiş, değersizlik ve yalnızlık duyguları içinde kalanlar hırkasını bir sonraki nesle teslim ederken depresyonunu da aktarır. Tek başımıza yaşadığımızı sandığımız acı dolu hikayeler, yitirilmiş ümitler, kurumuş inançlar dahi insanlığın ortak havuzuna katılır. Hiçbirimiz, birimizden ayrı kalamaz. Bugün, şifa için destek olmayan ve bulamayan yarının hasta toplumunu yaratır.

Ayşe Naz Hazal Sezen

Uzm. Psk. Ayşe Naz Hazal Sezen, lisans eğitimini Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü ve İletişim Fakültesi Reklam Tasarımı ve İletişimi bölümünde çift anadal ile tamamlamıştır. Lisans eğitimi döneminde bir yıl Universidade Beira Interior’da eğitimine devam ettikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde bir yıl özel öğrenci olarak ders almıştır. Mezun olduğu üniversitesinin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde saha araştırmasının ardından “Sosyal Medya Kullanımının Psı̇kopatolojı̇k ve Psı̇kososyal Değı̇şkenler Açısından Değerlendı̇rı̇lmesı̇: Marmara Bölgesi” tezini tamamlayarak klinik psikoloji alanında Uzman Psikolog unvanını almaya hak kazanmıştır. Klinik stajlarını Türkiye’nin ilk Nöropsikiyatri Hastanesi olan NPİstanbul Beyin Hastanesi’nde ve Almanya Evangelische Kliniken Gelsenkirchen’de tamamlamış; evrimsel psikoloji araştırmalarını University of Pécs -EPRGP (Evolutionary Psychology Research Group of Pécs) grubunun içinde sürdürmüştür. Yüksek öğrenim, uzmanlık ve çalışma yılları sürecinde muhtelif kongre ve seminerlere katılmış; ulusal ve uluslararası bildiri ve makaleler sunmuştur.

Klinik uzmanlığı eğitimini Psikodinamik/Psikanalitik ve Bilişsel-Davranışçı ekolleri ekseninde almasının ardından süpervizyonunu ağırlıklı olarak Psikodinamik Yönelimli Terapiler ve Psikodrama ekseninde tamamlamıştır. Avrupa Psikoterapi Derneği tarafından akredite İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde Psikodrama Grup Psikoterapisi Eğitimini (2018-2022) tamamlayarak Co-Psikodramatist ünvanını almıştır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top