Avrupa Süper Ligi Açgözlülüğü

Son Güncellenme Tarihi: Nisan 25, 2021 / 16:24

Dürüstlükten ödün verme zamanı geçti. Futbolu, futbolu bozan milyarderler grubunun elinden almak zorundayız.
Avrupa Süper Ligi’nden çekilmelere yol açan dalavereler, geçtiğimiz Pazar günü gece geç saatlerde yapılan açıklamalardan bu yana medyada önemli bir yer tutuyor. Sadece futbol dünyasının her köşesinden değil, Downing Sokağı 10 Numara’dan (Birleşik Krallık Başbakanlık Ofisi ve Konutu) ve Elysee Sarayı’ndan (Fransa Cumhurbaşkanlığı Konutu) da sert tepkiler gelmesine neden olan bu gelişmeler futbolun olağan üstü bir kültürel ağırlığa sahip olduğunun göstergesi.

Avrupa Süper Ligi, aslında UEFA Şampiyonlar Ligi’nin yerini alacak, büyük futbol kulüpleri arasında kapalı ve kendi içinde seçim yapan bir hafta arası müsabakası olacaktı. Lig’in 6’sı İngiltere’den, 3’ü İspanya’dan ve 3’ü İtalya’dan olmak üzere, kendi ülkelerindeki liglere katılmayı sürdüreceklerini iddia eden 12 kurucu üyesi bulunuyor. Kurucu kulüpler bu yeni ligin, Şampiyonlar Ligi’nin yayımlanmasından elde edilecek devasa bir geliri, Avrupa futbolunun kalanıyla paylaşmadan ya da UEFA yönetmeliğine tabi olmadan, sadece kendilerine kalacak şekilde kontrol etmelerini sağlayacağını umdular. Bu gelir akışının yanında, yükselme ve küme düşmenin söz konusu olmadığı bu büyüleyici ortam, söz konusu kulüplerin imtiyazlı konumlarının daima güvencede olmasını sağlamak üzere planlandı.
Bunun neden korkunç bir fikir olduğunu vurgulamak neredeyse gereksiz: Böyle bir ganimet istifi, Avrupa yerel liglerinin pek çoğunu halihazırda yıpratan bir dengesizliği daha da artıracaktır. Eşitsizliği köklü bir hale getiren herhangi bir yönetici elit kesim ihtimali sadece rezillik değildir. Futbolun özüne ilişkin mitolojiye, eşit şartlar oluşturmaya ve kazanma şansına tamamen ters düşen bir kültürel saygısızlık eylemidir. Bir o kadar da Avrupa futbolunun büyük, kapsayıcı, kıta çapında bir anlatı ve ortak bir ritüel olarak görüldüğü 65 yılın itinayla harap edilmesidir.

Tüm bunların yanı sıra devlet bakanlıklarından, Avrupa Birliği’nden, futbol dernek ve liglerinden, taraftarlardan ve taraftar kuruluşlarından gelen devasa itiraz dalgasına rağmen bu tür futbol siyasetinin bir yere gittiği yok. Peki Avrupa futbolundaki ne gibi değişiklikler bizi bu yola soktu?
Avrupa Süper Ligi’nin kökleri ilk kez, daha sonra AC Milan’ın sahibi olacak olan Silvio Berlusconi tarafından 1990’larda ortaya atılan planlarda oluştu. Bu planlar zaman zaman su yüzüne çıktı ve daha sonra, şimdi olduğu gibi, en büyük kulüpler tarafından Avrupa müsabakalarından elde ettikleri daha önce hiç olmadığı kadar büyük miktarda paraları ceplerine atmalarını sağlamak için UEFA’ya karşı bir tehdit olarak uygulandı. Ancak şimdi kulüpler gerçekten hadlerini aşmış görünüyor.

Bu skandal açıklama, birbirine güvenmeyen birden çok aktörün dışarıda bırakılma korkusuyla kötü bir ortak karar almasıyla neticelenen, bir çeşit tutsak ikileminin ürünü olabilir. Bu büyük kulüplerden bazıları, Barcelona gibi, yaklaşık 1 milyar Avro kadar bir borçla fon konusunda özellikle sıkışıklar. Ancak burada, elit futbol kadar çağdaş kapitalizmin patolojilerini yansıtan daha derin eğilimler söz konusu.
İlk olarak Avrupa futbolu, pek çok yeniden dağıtım sistemi ortadan kaldırılır ve zayıflatılırken, geliri azalan bir dizi ulus, lig ve kulübe yoğunlaşmasıyla, diğer her şey gibi çok daha fazla eşitliksiz oldu. Bu eşitsizliğin bir sonucu, başı çeken bir avuç kulübün yerel liglerde baskın olması ve şimdi sadece elit bir Avrupa liginin kendilerine uygun olduğunu sanmalarıdır. Dünyanın ultra zenginlerinin pek çoğu gibi, şiddetli eşitsizliğin ortaya çıkardığı sorunları çözme yolunun plutokratik benzerleriyle birlikte kendilerini korunaklı bir balonda tutmaktan ziyade, basitçe eşitsizliği azaltmak olduğunu kabul edemiyorlar.
İkinci olarak, son on yıl boyunca yatırım bankaları, risk sermayesi ve serbest yatırım fonlarının, yatırımcılar ve kulüp sahipleri olarak futbolda oynadığı rolde keskin bir yükseliş görüldü. JP Morgan, Avrupa Süper Ligi’nin bankeridir; AC Milan ABD yatırım fonu tarafından sahiplenilmiştir, Liverpool’un sahibi Fenway Sports Group da bunlara çok benzemektedir. Bu yatırımcılar ile Juventus, Spurs ve Manchester United’a sahip olan milyarderler için kazancı artırma ve riski ortadan kaldırmaya yönelik amansız bir kararlılık söz konusu: Ligden çekilen Premiyer Lig kulüplerinden birinin bir yönetim kurulu üyesinin Sky Sports’a söylediği gibi: “Kulüp sahipleri başlıca işlerinin gelir ve kazançlarını maksimuma çıkarmak olduğuna inanıyor. Oyunun daha geniş anlamda akıbeti ikincil bir mesele.” Ancak bu kulüp sahiplerinin hepsi zaten çok zenginler, amaçları kar elde etmekse bu hedefe erişmenin çok daha az yıkıcı olan yolları var. Kendileri tarihi kulüplerinin muhafızları rolüne soyunuyorlar oysa gerçekte sadece kira geliri sağlayan rantiyeler ve yıkıcılar.

Üçüncü olarak, kulüp sahipliğinin kayda değer bir biçimde politikleştirilmesi söz konusu. Berlusconi AC Milan kulübünün sahibi oluşunu, onlarca yıldır İtalya siyasetinde egemen olmasına yardımcı olan siyasal bir harekete dönüştürdü. Roman Abramovich Chelsea’yi, kendini ve kaderini Putin Rusyasının zehirli siyasetinden kurtarmak için kullandı. Şu ana kadar Avrupa Süper Ligi’ne katılmayı reddeden Manchester City ve PSG ise sembolik olarak Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın dış politikasının kilit taşları. Körfez devletlerinin futboldan gelecek paraya ihtiyacı yok ama onların da gerek ulusal futbol dernekleri gerekse UEFA gibi kamu düzenlemelerinin yokluğuyla daha iyi iş gören başka hedefleri var.
Bu değişimler bu kulüplerin motivasyonlarını açıklamaya yardım ederken, fiilen bu amaçlar doğrultusunda hareket etme kararı, her ikisi de pandeminin etkisi ile daha açık hale gelen iki değişimin daha yansımasıdır. Maç günleri gerçek ve dijital arasında gidip gelirken, bir süreliğine Avrupa futbol seyircisi ve gelirleri yerelden küresele yöneldi. Stadyumların boşaltılması ve olağanüstü bir biçimde duruma ayak uyduran seyirci ilgisi Avrupa Süper Ligi kulüpleri nazarında dengeyi kati surette küresel ve dijitale doğru kaydırdı. Banker ve oligarkların ahlak dışı hesaplarında, stadyumdaki taraftarlara öncelik tanımaya veya onları bulundukları yere getiren köklü yerel ve ulusal hikayelere artık gerek yok: Sermaye, küresel bir dijital ürünün kaybettiğinden daha fazlasını kazanacağından emin.
Hiçbir şey kaçınılmaz değil ve bu planlara karşı olanların bazı ciddi seçenekleri var. FIFA ve UEFA bu kulüpleri ve oyuncularını uluslararası müsabakalara katılmaktan men edebilir; futbol federasyonları onları kendi yerel liglerinden çıkmaya zorlayabilir; taraftarlar örgütlenebilir, protesto edebilir ve maçları seyretmeyi reddedebilir. Ama hepimiz, şu ana kadar, bu gibi eylemlerle gözdağı vermekte başarısız olduk.

Bu milyarderler topluluğunun oyuna sahip olmasına ve oyunu deforme etmesine bir müddet izin verdik. Bu özel arena kapanabilir, ama onu mümkün kılan ekonomik ve politik değişimler bizimle olmayı sürdürecek. Artık blöflerini açığa vurmaktan ve genişletilmiş Şampiyonlar Ligi taviziyle yetinmekten daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Kuralları yeniden yazmalı, kurumları yeniden düzenlemeli ve taraftar olarak rolümüzü gözden geçirmeliyiz- çünkü hepimiz, hep birlikte avantaj sağlamak için piyon veya diğer taşlarımızı feda ederek onların bunu seyretmesine ve yaptıklarının yanlarına kâr kaldığına inanmalarına izin verdik.

David Goldblatt, futbolun küresel tarihi üzerine The Ball is Round: A Global History of Football and The Game of Our Lives adlı kitabın yazarıdır.
Çeviren: Evrim Yaban-Güçtürk

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top