Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

BAKIYORUZ DA NE OLUYOR?

Herhangi bir sosyal medya platformuna ait herhangi bir akan ekran görüntüsünün iletiyi görsel ve bazen işitsel takip eden izleyeni için farkındalık yaratmadan bir kalabalık oluşturduğunu siz de düşünüyor musunuz? Dikkat odaklaması bir nesne/süje ile sınırlı olmakla birlikte insan beyni farkında olmadan depoladıkları ile ilgili olarak yoğun bir işleyiş gösteriyor.

Düşünce, tasarım, plan yapma, değişik olaylar arasındaki bağlantıları görme, yeni fikirler ileri sürme ve karar verme gibi süreler beynin çok boyutlu bir çalışması sonucunda ortaya çıkıyor. İki yumruk büyüklüğündeki katlanmış, sıkıştırılmış bir madde hissini veren beyin yaklaşık 15 milyar hücreden meydana gelmiştir. Bu, iğne başı kadar olan bir alanda, yüz binlerce minicik bağlantı ve işlem merkezi bulunması demektir. Yani gözle seçilmesi mümkün olmayan o sinir hücreleri, aynı anda saklama, hesaplama, veri alma, cevap verme ve programcılık görevlerini birlikte yerine getiriyor. On beş milyar nöronun her birinin diğerleriyle de bağlantıya girdiği düşünülecek olursa, ortaya çıkan ağın, ne denli karmaşık olduğu anlaşılır. Bu bağlantıların sayısı, on binin katları olarak tahmin ediliyor. On beş milyar nöron, karşılıklı bağlantıları dışında, “şimdilik” bilinmeyen bir haberleşme kodu aracılığı ile birbirleriyle sürekli rezonans ve haberleşme halindeler.
Cep telefonu ekranına her baktığınızda beyninize bir yığın izlenim, bilgi, algı ve etki gönderiyorsunuz. Sonra kaç tanesini hatırlıyorsunuz? Çok az, değil mi? Baktıklarınızdan bir kısmı unutuluyor, bir kısmı beyinde kalıyor ve bellek denen hatırlama yeteneğini oluşturuyorlar. Ama bakalım bellek oluşturmaya izin veriyorlar mı? İzlenimlerin beyinde uzun süre saklanabilmesi için önce “çok kısa süreli” ve “kısa süreli” hafıza/bellek aşamalarından geçmesi gerekiyor. Bilimsel araştırmaların bizi getirdiği bu düzeyde, hafızaya kaydolana kadar bir enformasyonun hangi yolları ve nasıl kat etmesi gerektiği üzerinde bazı şeyler söyleyebilmek mümkün: Hafıza edindiği izlenimleri hemen değerlendirir ve sonra da unutur. Ancak, bu izlenimler “çok kısa süreli hafıza” içinde sönüp gitmeden (ilk yirmi saniyede) bilinçli olarak düşünceye çekilir ve bilince yükseltilirse hafızada daha uzun bir süreyle kalır. “Çok kısa süreli” hafıza dıştan gelen uyarıların ve beş duyumuzla yaptığımız algılamaların elendiği ilk filtredir. Gelen algı, elektriksel olarak yaklaşık yirmi saniye kadar beyinde dolanır sonra söner-gider, yani unutulur. Eğer beyinde daha önceden var olan enformasyonlar ile çağrışım yapar ve onlarla birleşirse, beyine kaydolma yoluna girer.

Adı cep telefonu olarak kalan ancak telefondan çok daha fazlasını yapan aygıtlarımızda beliren görüntüleri bize sunanların birincil amacı merak uyandırmaktır. İkinci amaçları, herhangi bir enformasyonu -ki yazılan şeyler bir öncekinin devamı tadındadır- tanınan bir enformasyon paketi içinde sunmaktır. Bu bizi onların üçüncü amacına götürür. Bunu, algı ya da kayıt kanallarımızın devreye girmesini sağlamak olarak özetleyebilirim. Son olarak vurucu darbeyi indirirler: Tanıdık enformasyonu kullanarak anlamdan arındırılmış olanı hafızaya kaydettirmek… Anlamdan arındırılmış olanı.

Bu da insanı etkisizleştirme, geriletme olarak okunmuyor mu? Tanıdık enformasyon bilgiye yükselir mi? Yükselse bile kullanıma dönüşebilir mi? Düşünsel kapasite öngören mantıksal bağlantılar kurmamıza izin verilmiyor ki… Adorno mealen şöyle demişti, sözde içerik diye sunulan şey sadece soluk bir ön plandır, dolayısıyla zihne kazınanların normlaştırılmış, kural olarak benimsetilmiş işlemlerin kendi kendine devinen ardışıklığıdır, söz konusu olan.
Cep telefonu ekranından yayılan çaresizlik ve değişmezlik duygusunu sessize alsanız bir türlü, almasanız bir türlü.
Bu da böyle bir yazı, işte.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi