BARINMA HAKKI

Türkiye’nin 100. Yılında toplumun büyük bir kısmı barınma ile ilgili farklı seviyelerde sorun yaşıyor. Yüz yaşındaki cumhuriyetin belli ki toplumsal politikalarında bir şeyler fena halde ters gidiyor. İster depremzede olsun isterse büyük kentlerde kiracı, toplumun her köşesinde bir barınma sorunu patlak veriyor.

Deprem sonrasında en çok konuştuğumuz konulardan biri barınma ihtiyacı. Çadırlar, konteynırlar veya geçici konutlar gündemimize oturdu. Yakınlarına sığınamayanlar, bulabildilerse bunlardan birine sığındılar. Kamusal yapılar depremzedelere geçici olarak açıldı ve çok geçmeden oradan kovuldular. Kimi depremzedeler hasarlı konutlarında yaşama geri döndü. Tüm risklerine, tedirginliklerinden bozulan psikolojilerine karşılık bu tercihi yapanlar var. Çünkü ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bu konuda herhangi bir strateji veya yeterli sosyal destek mekanizması söz konusu değil. Aradan geçen bunca zamana karşılık, sivil inisiyatif girişimleri haricinde etkin, kamuya yayılan bir devlet politikasından söz etmek hala mümkün değil.

Deprem sadece yaşandığı bölgeyi etkilemedi. Beklenen büyük İstanbul depremine dair hafızamız da sallandı; süremizin ne kadar az kaldığı kafamıza dank etti. Bugün konut alanında İstanbul’da ciddi bir panik havası var. İstanbul’un konut stoğunun sicili o kadar kötü ki, kat malikleri art arda toplantılar gerçekleştiriyor; bir şekilde uzlaşabilenler mahalle muhtarı- pardon müteahhidi- ile alelacele anlaşıp evlerini yıktırıp yaptırma işine girişiyor. Önümüzdeki aylarda bu türden bir şantiyeleşme korkarım mahalle aralarını saracak.

Tüm bu yaşananlar bir süredir kente akın eden yabancı sermaye sebebi ile dengesi kaçan kiralık konut krizine tuz biber ekti. İstanbul gibi cazibeli bir şehirde, artan kur farkı sebebi ile konut sahibi olmak bir yabancı için oldukça kolay ve iyi bir yatırım. Özellikle ortadoğudan gelen yatırımcıların oranı son 10 yılda bir hayli artmıştı. Rusya-Ukrayna savaşı sonrası bu bölgeden gelen taleple birlikte İstanbul’da kiralık ve satılık konut fiyatlarında akıl almaz bir yükselme görüldü. Sadece bu yatırımlar değil; artan otel fiyatları kalabalık turist ailelerini günlük ev kiralama sitelerine yöneltiyor. Bu sitelerdeki rakamlar öyle iştah açıcı ki, artık bir konutu aylık olarak yerli ihtiyaç sahibine kiralamak hiç de cazip değil; bu bedellerin mislini belki de sadece birkaç günde cebe indiriyorsunuz.

Bugün kiralık konut sitelerinde İstanbul’da herhangi bir semtte eğer “eşyasız”, uzun süreli konut bulabilirseniz şanslısınız. İlanların bir kısmı Rusça ve Arapça yayınlanıyor. Salt bu gerçek bile konut krizindeki arz talep meselesine ışık tutuyor.

Hepimizi derinden sarsan deprem sonrası, eski yapıların kiraları biraz olsun geriledi ancak, depreme dayanıklı olduğu farz edilen yeni konutların kira bedellerine yanaşmak orta sınıf bir Türkiyeli için imkansız gibi.

Bugünlerde hemen hemen pek çoklarımız gibi ben de yıkılacağı için kiralık konutumdan ayrılmak ve kendime yeni bir yer bulmak durumundayım. İçinde bulunduğum durumun adaletsizliği canımı sıkıyor ve bugün, bu ülkede neden barınma hakkımın ihlal edildiğini sorup duruyorum. Yaşanan bir afet sonrasında, toplum neden bir çadırda bile barınamadı, bunca zaman sonra neden sadece rant peşinde koşuluyor, neden insanlar en temel hakları olan barınma adına ortak bir girişimde ortak bir söz söyleyemiyor, neden bu ülkede milyonlarca insan riskli olduğunu bile bile İstanbul’da veya deprem bölgesinde uygunsuz şartlarda barınmak durumunda kalıyor?

Biliyorsunuz T.C. vatandaşlığımızın konut endeksinde bedeli 400.000 Amerikan Doları. Doğup büyüdüğünüz, çalıştığınız, vergisini ödediğiniz belki bir de bunların üzerine milliyetçi duygularla, maneviyatla bağlandığınız yurttaşlığınızın kağıt üzerindeki ederi 400.000 Dolar. 2018 yılında, 1 milyon Dolar’dan 250.000 Dolar’a indirilmişti bu bedel; sonra tepkiler yükselince 400.000 Dolar olsun dediler.

Depremzedesi bir göz oda konteynır, beyaz yakalısı makul fiyatlı kiralık peşindeyken, işçisi, yaşlısı, belki gırtlağından fedakarlık edip barınma için para öderken, bu ülkenin dışından herhangi biri gelip bu bedel karşılığı burada konut sahibi olabilir

Bu adaletsizlik Türkiye’ye özgü bir durum değil. Bugün dünyanın kimi kentlerinde aynı politikalarla vatandaşlık elde edebiliyorsunuz. Barınma hakkı bu çerçevede bir yaşam imtiyazı haline dönüşüyor. Kanımca on yılı aşkın süredir tartıştığımız  kent ve barınma konusunu TOKİ’ler ekseninde yürütmek, sadece sonuca odaklanmaktır.

TOKİ’leri umut ışığı olarak gören ve/veya çaresizlikten tercih etmek durumunda kalan talep oldukça, bu gerçeği sosyolojik, mimari veya kentsel ölçekte tartışmak galiba sonuç vermeyecek. Her alanda olduğu gibi toplumun temel hakları konusunda bilinçlenmesi gerekli.

Barınma, en temel insan hakkıdır. Doğrudan veya dolaylı olarak diğer insan haklarını da etkiler. Yeterli bir yaşam standardı sürdürme hakkı, güvenli içme suyuna ve hijyene ulaşma hakkı, fiziksel ve zihinsel sağlık standardına sahip olma hakkı, güvenli ve sağlıklı yaşama hakkı, yaşlıların, çocukların ve engellilerin fiziksel ve zihinsel sağlık koşullarında yaşama hakları, pişirme, ısıtma ve aydınlatma gibi temel kaynaklara erişim hakkı, barınma konusunda ayrımcılığa uğramama hakkı, özel yaşam hakkı, nerede ve nasıl yaşamak istendiğine dair seçim hakkı, zorla tahliyelere karşı kişinin korunması hakkı ve yargısal yollardan böyle bir durumda tazminat hakkı evrensel olarak kabul edilmiş yasalarca korunma altına alınmıştır.

Yeterli barınma, yeterli yaşama hakkının bir parçası olarak 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan yaşam standardı ve 1966 yılında Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel haklar sözleşmesinde yer alır. Kişinin evinin ve mahremiyetinin korunması bu ve ilgili bildirgeler doğrultusunda tüm devletleri bağlayıcıdır. 

Barınma hakkının zedelendiği ortamlarda insanların temel insan hakları da zedelenmiş olur. Toplumun büyük bir kısmının bu tür temel bir problemle baş başa kaldığı bir ortamda, maalesef kendilerini bu bakımdan güvende hissedenler için de yaşam kalitesi çoklu düzeyde düşüş gösterir.

Bu türdeki bildirgelerin yarattığı bir yanılgı konut ihtiyacının Devlet tarafından sağlanması gerektiği inancıdır. Özellikle az gelişmiş toplumlarda, devlet  her türlü ihtiyacı karşılayan bir “ baba” olarak konumlanır, toplum bireysel hak ve özgürlüklerinin farkında olmadığı ölçüde bu babadan destek ister ve baba ne söylerse ona boyun eğmeye meyilli olur.

Dünya üzerinde pek çok hükümet  toplumun bu konumundan yararlanarak çeşitli ölçeklerde konut üretim işine girişir; hatta tüm siyasi söylemlerini bu baba- çocuk ilişkisi üzerinden “koruyan, temel ihtiyaçları sağlayan” bir yapı olarak geliştirirler. Deprem ile birlikte, en büyük hayal kırıklığı sanıyorum bu noktada yaşandı. Güvenilen, inanılan baba fos çıktı. Şimdi de “helallik” isteyip onlara en temel hakları olan barınma konusunda destek sağlayacağını vaat ederek yeni rant politikaları peşinde koşuyor. Mimar dostlar iyi, verimli, ideal, örnek barınma projeleri gibi çalışmaların içindeyken, ülkenin nitelikli üniversiteleri “Lütfen aklımıza beynimize baş vurun buradayız!” diye açıklamalarda bulunurken, birileri mahalle aralarında eski binalara bakıp, buradaki kat maliklerini nasıl olur da kandırırım diye hesap yapıyor.

Devlet barınma ihtiyacını konut yaparak çözmez. Peki bu sistem , topluma hangi konularda çözüm önerebilir?

Öncelikle evsizliği önlemek gereklidir. Zorla tahliyelerin önüne geçilmelidir. Mutenalaştırma projelerine geçit verilmemelidir (İstanbul’un son 20 yılını düşündükçe bu cümleyi yazmak zor geldi !) Toplumun savunmasız ve marjinalize edilmiş kişilerine evsizlere odaklanılmalıdır. Deprem gibi büyük ve  kapsamlı bir felaketten sağ kurtulmuş kişilere konut satmak değil, mevcut konut stoğunun onlar için ulaşıyor hale getirilmesine çalışılmalıdır.

Özetle hükümet konut sağlayıcısı rolünü oynamak yerine, üretimdeki tüm katılımcıların eylemlerinin kolaylaştırıcısı ve barınma hakkının iyileştiricisi olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi