Barolar Birliği Başkanı bile anladı: Bağımlı yargı tarafsız olamaz..!

Son Güncellenme Tarihi: Haziran 29, 2020 / 06:48

Demokrasiyi “Hiçbir zaman” amaç bilmediler, bir ‘araç’ olarak kullandılar—tramvay gibi.! “Gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” demişlerdi, öyle yaptılar..
Sanıyorum 2010’daki anayasa değişikliği son duraktı. Hani Hoca Efendi Hazretleri’nin (!) “Mezardakileri bile kaldırarak ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım” dediği..! ‘Demokrasi için’ çok önemliymiş..
Yirmi altı maddelik pakette en kritik değişiklikler Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üzerine olanlardı. Paket AKP oylarıyla geçti. MHP muhalefet etti, CHP ve HDP oylamaya girmediler. Referandumda %73.7 katılım, %57. 8 ‘Evet’ oyuyla kabul edildi.
On yedi üyeli Anayasa Mahkemesi’nin 14 üyesini Cumhurbaşkanı, 3 üyesini TBMM seçer oldu. Yani tüm üyeler ‘siyaseten’ belirleniyordu.
HSYK 22 asıl, 12 yedek üyeye çıkarıldı. Adalet bakanı ve bakanlık müsteşarı tabii üyeler.. Dört üye Cumhurbaşkanı, üç üye Yargıtay, iki üye Danıştay, yedi üye adli yargı, üç üye idari yargı, bir üye Adalet Akademisi tarafından seçiliyor. Meclis yok..!
‘Demokrasiden’ indiler, ama “Okyanus ötesinden destek veren kardeşlerine” tüm yargıyı teslim edip ‘aynı menzile’ dirsek temasında yürümeye devam ettiler. Sonuçlarını kumpas davalarında hep birlikte yaşadık. Hâlâ da yaşıyoruz.
Sonra köprülerin altından çok sular aktı, araları bozuldu, birbirlerine düştüler.
(Ya düşmeselerdi..?)
15 Temmuz darbe teşebbüsünün bazı çevrelerce niçin “Allah’ın bir lütfu” olarak görüldüğü ancak 2017 anayasa değişikliğiyle anlaşılabildi. Anayasa Mahkemesi üye sayısı 15’e düşürüldü ama ‘Cumhurbaşkanı’ mahkemesi özelliğine dokunulmadı. HSYK, HSK oldu, üye sayısı 13’e düşürüldü. Sadece üç üyenin seçimi bu kez Meclis’e bırakıldı, orada da kontrol kimde malum.. Yani HSK’da da ‘siyaseten’ seçime geçildi.
Yargıtay üyelerinin tümünü ve Danıştay üyelerinin dörtte üçünü HSK’nın, dörtte birini Cumhurbaşkanı’nın seçtiğini, HSK Teftiş Kurulu’nun Adalet Bakanına bağlı olduğunu, hakim ve savcılarla ilgili denetleme, inceleme ve soruşturma izin yetkisinin de bakanda olduğunu düşünürseniz, yargının ‘kapalı devre’ şekillendiğini, şikayet ve aksaklıklarla ilgili tüm kararların da ‘siyasi iradeye’ tabi olduğunu görmek için hukuk ordinaryüs profesörü olmaya ihtiyaç yok.
Elbette bütün bunlar—ve ayrıntıları—birçok kez dile getirildi, eleştirildi, düzeltilmeleri istendi. Arkadaşlar da—sağolsunlar—Prof. Dr. Zihni Sinir’e danışarak akıllara seza bir çözüm getirdiler: “Yargı yetkisi … bağımsız [ve tarafsız] mahkemelerce kullanılır”.
Solon’dan Montesquieu’ye ‘kanun’ bilimine böylesi bir katkı görülmemiştir!..
Bütün bunların üzerine, demokrasinin en temel siyasi ve mali denetleme mekanizmalarını ortadan kaldırır, bu anayasa değişikliğinin mimarını da Adalet Bakanı yaparsanız, elbette Dünya Hukukun Üstünlüğü liginde 128 ülke arasında 107’inci olur, bonus (!) olarak da ‘özgür olmayan ülke’ kümesine düşersiniz.
Anladınız mı niçin barolara taktıklarını? Bir onlar kaldı.!
Bağımsız olmayan yargı tarafsız olmaz, olamaz.. Tarafsızlık lafla veya anayasaya eklenecek bir kelimeyle değil, yargının evrensel ölçütlerde bağımsız olmasını sağlayacak tedbirlerle olur.
Yargı bağımsızlığını yitirdiği için tarafsızlığını da yitirdi. Yargı açıkça siyasi ‘taraf’ olduğu için bu ülkede—yargıçlar ve savcılar dahil—hepimiz özgürlüğümüzü yitirdik.
Hukuktan, kanundan vaz geçtik, polis devletinin bile gerisine düştük. Ankara’nın girişinde itilen kakılan, horlanan baro başkanları siyasi tarihimizin utanç sayfasıdır.
Bir yerden başlayacaksak yargıdan başlamalıyız—başlamak zorundayız.
Türk yargısını ardı arkası gelmeyen reformlarla (!) bu hale getirenlerden, kendi iradeleriyle bu durumu düzeltmelerini beklemek serapta su aramaktır.
Barolar Birliği Başkanı’nın bile geç de olsa anladığı—veya anlamış gibi göründüğü—bu basit gerçeği hala kavrayamayanlar var—siyasette de, medyada da, akademik dünyada da..
Aklı ve vicdanı olan, sorgulayanlar için de evelallah bağımsız (!) yargımız var..
Bir de Ergenekon savcımız..!
Çok şey değişti, ama hiçbir şey değişmedi.
Bu durum daha fazla sürdürülemez..

Emekli piyade (kurmay) tuğgeneral (Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 2005), stratejist, siyaset analizcisi. Uluslararası ilişkiler, politik-askeri stratejik planlama, milli güvenlik siyaseti geliştirme alanlarında; NATO ve/veya Birleşmiş Milletler çerçevesinde icra edilen Körfez Savaşı, Irak Savaşı, Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, El Halil (Filistin), Afganistan gibi milli, çok uluslu ve koalisyon stratejik operasyonlarına ilişkin olarak siyaset belirleme ve harekat planlamasında deneyim sahibidir. Somali, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki operasyonlara fiilen katılmıştır. Kıbrıs’ta iki ayrı dönem halinde toplam dört yıl, NATO uluslararası karargahlarında da toplam dört yıl görev yapmıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), silahsızlanma, silahların kontrolu, güven artırıcı önlemler ve kitle imha silahlarının yayılmasıyla ilgili etkinliklerde, özellikle Bölgesel Silahların Kontrolu, Doğrulama ve Uygulamaya Yardım Merkezi (RACVIAC/ZAGREP), çok uluslu Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG)’nın kuruluşu ve çeşitli Balkan ülkelerindeki Barış İçin Ortaklık (PfP) etkinliklerinde görev almıştır. Yayılmaya Karşı Güvenlik Girişimi (PSI) konsept geliştirme ve PSI çerçevesinde uluslararası işbirliğine yönelik planlama çalışmalarında rol almıştır. Gerek şehir gerekse kırsaldaki terörle mücadelede geniş operasyonel deneyimi vardır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top