Başımıza gelen en güzel ‘Laneth’ti

Son Güncellenme Tarihi: Nisan 11, 2020 / 15:53

Bizim kuşağın heavy metal ile tanışması 90’ların başına denk geldi. Tam de ergenliğe adım attığımız o dönem, isyankâr ruhumuz kendini bu müzik ile dışa vururken ihtiyacı olan müsekkini de elektrikli gitarların gürültüsünde buluvermişti.

Ama bir sorun vardı. Pasaj içlerindeki kasetçilere gidip vitrin bakıyor, ahbap olduğumuz dükkân sahibine “Yeni albüm var mı abi?” diye soruyorduk. Ve yurt dışında çıkan bir kasetin Türkiye’ye gelmesi aylar aldığından, çoğunlukla eve elimiz boş dönüyorduk.

Iron Maiden ve Metallica gibi klasik gruplarla ve TRT’nin “Rock Market”iyle mutluyduk, mutlu olmasına… Ama müzik arşivimizi geliştiremiyorduk.
Derken bir insan çıkacak, üstelik profesyonel müzisyen bile olmamasına rağmen Türkiye’nin heavy metal tarihini kökten değiştirecekti. O kişi, hafta içi kaybettiğimiz Çağlan Tekil’di…

GERÇEK BİR DEVRİM BAŞLATTI

1991’de Türkiye’nin ilk “fanzin”i Laneth’i yayınlıyordu Çağlan Tekil… Toplam 35 adet basıp bir müzik dükkânına bıraktığı Laneth, saatler içinde tükenince Tekil’in de bizlerin de hayatında yepyeni bir sayfa açılıyordu.
Laneth ile artık yurt dışında çıkan albümlerden neredeyse zamanında haberdar oluyor, heavy metal içindeki “black” ve “death” gibi farklı kolları keşfediyorduk. Müthiş bir zenginlikti bu… Yepyeni albümleri korsan da olsa arayıp buluyor, bambaşka “sound”larla tanışıyorduk.
Yerli gruplar için çok daha büyük bir nimete dönüşecekti Laneth… Kemancı’nın tek rock bar olduğu, kadın rock’çıların sahneye çıkmak için “vesika” alması gereken bir Türkiye’de, Şebnem Ferah ve Özlem Tekin’li Volvox’un varlığını ilk kez Laneth’ten öğreniyorduk.

Athena’dan Badluck’a ve hatta efsaneler efsanesi Dr. Skull’a kadar pek çok yerli grup, Laneth ile kitlelere ulaşıyor, ülkede gerçek bir heavy metal devrimi yaşanıyordu.

Ondandır ki Çağlan Tekil, sıradan bir Youtube ünlüsünün milyonlarca “hayran”ı olan bu dünyaya “Kesin olan ölüm. Hayat değil!” yazan sadece dört bin takipçili Twitter hesabıyla veda etti.Ve ondandır ki, vefat haberlerinin “like” malzemesi olduğu, insanların “Boris Johnson keşke ölse!” diyebildiği bir çağda, tek bir kişi bile Çağlan Tekil’in ardından en ufak bir kötü söz söyleyemedi

İLLEGAL DERGİDEN MÜZİĞİN ‘BARON’LUĞUNA…

Hiçbir zaman “yasal” bir yayın olmayan Laneth, buna rağmen üç binli satış rakamlarını yakaladıktan sonra 1994’te kapanacaktı. Daha sonra Non Serviam’ı çıkaran Çağlan Tekil, “metalci”lerin “satanist” kabul edildiği 90’ların sonunda yine çok zorlansa da önemli bir işe imza atıyor, bir kuşağa daha tanıtıyordu heavy metal’i… Non Serviam’ın ömrü pek uzun sürmese de sevenleri çoktan “baron” ilan etmişti Çağlan Tekil’i…

2000’lerde Çağlan Tekil, Blue Jean ve Headbang gibi üst düzey dergilerde yayıncılığa devam etti. Konserlerde ve ancak meraklısının bildiği metal barlarda DJ’lik, aynı zamanda radyo programcılığı yaparak yine bizlerleydi. Ve geçen şubat ayında geçirdiği beyin kanaması sonucu bu hafta içi, salıyı çarşambaya bağlayan “lanet” bir gecede aramızdan ayrılıverdi.

DOĞRU HAYATI DOĞRU YAŞAMAK

Birçok kişi için sarsıcıydı Tekil’in vedası… Zira sadece çok önemli bir müzik yazarını değil, hayatlarımızı biçimlendiren bir “abi”yi kaybetmiştik.

O abi ki daha küçücük yaştaki bizlere, “metalci”liğin uzun ve yağlı saçlarla serserilik yapmak değil, muhalif bir ruh olduğunu öğretmişti.

O abi ki işi ticarete döküp çok zengin olabileceği halde, ne zaman para müziğin önüne geçse her zaman müziği tercih etmiş, bildiği yoldan gitmişti.

O abi ki istese bir şöhret ve kibir abidesine dönüşebilecekken hep mütevazılığın, efendiliğin sembolü olmuş, kendisini tanımayanlara bile çok sevdirmişti.

Ondandır ki Çağlan Tekil, sıradan bir Youtube ünlüsünün milyonlarca “hayran”ı olan bu dünyaya “Kesin olan ölüm. Hayat değil!” yazan sadece dört bin takipçili Twitter hesabıyla veda etti.

Ve ondandır ki, vefat haberlerinin “like” malzemesi olduğu, insanların “Boris Johnson keşke ölse!” diyebildiği bir çağda, tek bir kişi bile Çağlan Tekil’in ardından en ufak bir kötü söz söyleyemedi.

Hani “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” der ya Theodor Adorno… Çağlan Tekil’in öyküsü, “doğru hayat”ın istendiğinde dosdoğru yaşanabileceğinin en güzel örneğiydi.

Birkaç karşılaşmamızda ona nasıl hitap edeceğimi bilememiştim. Daha 13 yaşında köşe yazılarını hatmettiğim birine “Çağlan Bey” diyemezdim. “Abi” hitabı da gereksiz samimiydi. Bu durumda en güzeli ona “alametifarikası”yla, yani çok karıştırılan adı ve soyadıyla seslenmekti.

Tıpkı bu veda yazısında olduğu gibi…

Hoşça kal Çağlan Tekil!..

Çağlan Tekil

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top