BAŞKA BİR TÜRKİYE MÜMKÜN

Pazartesi günü Adana’da, CHP İl Örgütünün Uğur Mumcu, Gaffar Okan, İsmail Cem ve Aydın Güven Gürkan’a ithafen “4 Güzel İnsanı Anıyoruz” başlığıyla düzenlediği toplantıda Yaşar Seyman ve Müslüm Sarı ile siyasi cinayetlerin olmadığı, keyfiliğin değil hukukun belirleyici olduğu, yan yana yaşama kültürünün ve sosyal devletin öne çıktığı başka bir Türkiye’nin mümkün olduğu “hayalini” konuştuk.

“Hayal” diyorum çünkü Türkiye uzunca bir süredir olması gerekenin çok uzağında bir Türkiye resmi çiziyor. Bırakın Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e uzanan siyasi cinayetlerin arka planının çözülmesini, herkesin bildiği gerçekler bir ön kabul gibi “sır” olarak kabul ediliyor. 21. Yüzyılın ilk çeyreğini bitirmek üzere olduğumuz bu dönemde etnik ya da dini kimliklerin değil eşit yurttaşlık kimliğinin öne çıktığı, demokrasiyle taçlandırılmış Cumhuriyetin ikinci yüzyılını konuşmak bir yana iftiralarla beslenmiş kin, nefret söylemleri, linç ve katliam istekleri ile buluşuyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı Sezen Aksu’nun beş yıl önce albümleştirdiği bir şarkı üzerinden hem de bir camide “o uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” diyor. Cumhurbaşkanı bunu deyince birileri de hem de “Adliye Sarayı” önünde üstelik İçişleri Bakanı’nı da referans göstererek “İçişleri Bakanımızın da dediği gibi beyinlerine sıkacağız, kafalarına. İnlerinde hepsini ezeceğiz. Şehitlere laf söyleyenlerin dillerini keseceğimizi buradan ilan ediyoruz” deme cesaretini gösterebiliyorlar.

Önce camide sonra Adliye önünde bu açıklamalar yapılınca, önce bunu söyleyen kişi ya da kişiler dokunulmaz kılınıyor, sonra da suç ve suçlunun normalleştirmesi sağlanıyor. Bu tablo toplumun bir bölümünde bir ön kabul yaratıyor, böylece hukuk ve demokrasi değil, hukuksuzluk ve sokak hukuku meşrulaştırılıyor! Hukuksuzluk meşrulaşınca iftira da pusu da siyasi ve fiziki linç de meşrulaşıyor.

Derdim ne karamsar bir tablo çizmek ne de kimseyi korkutmak ama gerçek bu. Gerçek böyle olmasa Türkiye’nin ezici bir bölümü kısık sesle konuşmak yerine “siz ne diyorsunuz” diye sesini güçlü bir biçimde yükseltir, uzunca bir süredir varlığı tartışılır hale gelen toplumsal vicdan ayakları üzerinde dikilirdi.

Belli ki Türkiye daha karanlık ve kaotik bir tünele sokulmak isteniyor. Ülkede varolan kutuplaşma derinleştiriliyor, açıklamalar gösteriyor ki muhalefet üzerine tam bir tahakküm planlanıyor. İktidar muhalefeti terörize ederek, konuşanları da sindirerek, kontrollü seçimin taşlarını döşemek istiyor. Sezen Aksu’ya, Tarkan’a, Fazıl Say’a yapılan hamleleri böyle okumak gerekiyor. Yine aynı şekilde her fırsatta TELE1’in, HALK TV’nin, KRT’nin, FOX TV’nin cezalandırılmasını, RTÜK’ün ve BİK’in iktidarın sopası gibi olmasını da böyle okumak gerekiyor…

Teorik olarak daha uzun bir süreyi kapsasa da en azından 2019 yerel seçimleri sonrası pratik hayatta da siyasi ömrümü tamamlayan iktidar, devletin bütün olanaklarını kullanarak, her sıkıştığı dönemde denediği taktiği yeniden devreye sokmaya çalışıyor: Karşıtlık yarat, ötekileştir, kutuplaştır ve herkesi “Bizden yana mısın, karşıdan yana mısın” diye seçim yapmaya zorla ve genel seçimleri de böyle bir atmosferde yapmayı arzula!

İktidarın bu aczi, Erdoğan ve partisi AKP’yi kaçınılmaz bir biçimde statükocu yapıyor, statükoyu korumak ise otoriterliği zorunlu kılıyor. Yaratılan bu siyasi iklim, muhalefeti de bir biçimde bu kısır ve çorak tartışmanın içine çekince Türkiye’de yeni fikri açılımların, yeni politik yönelimlerin ve buna uygun planlamaların, stratejik yönelimlerin önü kesiliyor.

İstanbul’a yağan kar olası bir afet anında hazırlıkların ne kadar yetersiz olduğunu gösterirken, Türkiye bu gerçeği konuşmak ve yeni bir stratejik planlamayı tartışmak yerine, siyasal iletişim dili iyi kurulmadığı ve süreç iyi yönetilemediği için tam da iktidarın istediği gibi hep beraber, bir fotoğraf karesinde ve yenen bir yemeğin içinde kaybolup gidiyor…

Bu gerçeği görmek, bir iki adım geri çekilerek, eşit yurttaşlığı, eşit hizmeti, kamucu, halkçı sosyal devleti savunanların ideolojik-politik üstünlüğünü görmeyi, döne dolaşa siyasette, ekonomide ve “doğal afetlerde” de “Başka Türkiye’nin mümkün” olduğunu kısık sesle değil yüksek sesle ve güvenle anlatmaktan geçiyor.

Siyasette toplumun yüzde yüzünü ikna etmek, peşinden sürüklemek mümkün değil, bu nedenle “kimin ne dediği” değil, “Başka Bir Türkiye” hayal edenlerin ne dediği önemli!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Necdet Saraç Arşivi