BAŞKA YERDE YAŞAYAMAM!

Aziz Nesin ve Muzaffer İzgü… Toplumcu kara mizahın büyük yazarları. Hayatın kıyısından değil, içinden yazarlardı. Halkın yazarıydı onlar. Sokakların, çarşı pazarın, fabrikaların, tarlaların nabzını tutarlardı. “Güler misin, ağlar mısın” sözünü; kimisi hayali, kimisi gerçek, halkın sıradan kahramanlarıyla adeta beynimize kazıdılar.
Hayatta olsalardı, cep ve cepkenin delik olduğu; salgının, işsizliğin kavurup yaktığı şu günler için kim bilir neler yazarlardı.
Kara mizah nedir? Yıllar önce Aziz Nesin’den dinlemiştim. Kara mizahı şu öykü ile anlatmıştı büyük usta.


“Savaş her yeri yıkıp geçmiş. Evler yıkılmış. Sokaklar cesetlerle dolu. Yaralılar inliyor. Yolları taş ve tuğla yığınları kaplamış. Oyuncakları kayıp iki çocuk yol kenarında küçük taşlarla yeni oyunlar icat etmeye çalışıyorlar. Üstü başı perişan iki çocuğun yüzlerinde yine de bir gülümseme var. Onca acıya rağmen tebessüm kaybolmamıştır masum hallerinde. Sonra biri diğerine ‘Hadi beni korkut!’ der”… İşte demişti Aziz Nesin; “kara mizah budur.”
Korona günlerinde evlerde tutulan çocuklar, sokaklara dökülmelerine izin verildiğinde, oyun bahçelerinde birbirlerine ne korku öyküleri anlattılar, kim bilir?
Nasrettin Hoca’nın yetiştiği bu topraklar gülmeceyi, gülerken ağlatmayı sever. Yurtsever devrimci ozanımız Nazım Hikmet halkımızı “Bayburtlu Zihni gibi gülen, Hoca Nasrettin gibi ağlayandır” dizesiyle olağanüstü bir biçimde tanımlamıştır. “Gülüp geçmek” deyimi Anadolu’nun kadim köyleri, kasabaları ve kentleri kadar dünyanın neresinde yaygındır bilmiyorum ama bizimki kadarına ulaşmaları herhalde zordur.


KORONA GÜNLERİNDE GÜLMEK
Sosyal medyamız gülmece ustalarımıza taş çıkartacak torunlarla dolu. Aklıma geldi, Gezi eylemleri sırasında unutulmaz bir slogan vardı ve bu söz asla unutulmadı, unutulmayacak. “KAHROLSUN BAĞZI ŞEYLER” yazıyordu pankartın birinde. Doğrusu ne devlet, ne de başka güç odakları, ‘neymiş o bazı şeyler?’ diye soramadı. Çünkü o kadar çok ‘bağzı’ vardı ki.
Korona günlerinde de bazı uygulamalar yaşadık ki; şaştık kaldık. Uçmayan uçaklarda indirim, satılmayan konutlara kredi iktidarın önceliği oldu.
Korona salgının ilk günlerinde maske tartışması vardı. Bazı doktorlara göre gerek yoktu, sonra zorunlu oldu. Devlet eline yüzüne bulaştırdı, iki maskeyi dağıtamadı. Devletin en üstünden yaşlılara gönderilen bazı kolonya ve maske kargoları da bir yerlerde kayboldu. Sonunda salgının yayılma derecesine bakılmaksızın ‘maske takılacak, tak!’ komutuna hepimiz uyuyoruz.
Sokağa çıkma yasağı uygulamaları herkesin malumu. İlgili bakanın istifasına kadar gitti olaylar. Sosyal medyanın yaratıcı, zeki fırlamaları durur mu? Aziz Nesin ve Muzaffer İzgü’ye taş çıkartacak lafları gediğine koydular.
En çok güldüğüm ise son günlerde Korona Muskası oldu.
İçtiği şarabı, kaldığı otelleri yazan yılların sosyolog ve toplum mühendisi yazarları için ‘dün ne yazmıştı yahu bu ?’ diye kafa patlatır haldeyiz. Ancak sosyal medyada gençlerin yazdıklarını unutamıyoruz.
Bu yüzden, iyi ki varlar diyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi