“Ben sezgisel ve içgüdüsel bir oyuncuyum”

Son Güncellenme Tarihi: Kasım 27, 2022 / 06:41

Kendisini yıllar önce ortak arkadaşlarım aracılığıyla tanıdım. Tanıdığım günden bu yana, içinde sürprizler barındıran, yetenekleri rengârenk olan bir oyuncu ile tanıştığımı gördüm.

Oyuncu olarak izlediğim projelerde farklı rollerde hep onu gördüm, sahnede izledim, sonra müzik yaparken sesini duydum, ardından bir seslendirmede sesini dinledim.

Her alanda varlık gösteren acayip biri o ve bu duruma kalbi, enerjisi de eklendiğinde ‘İyi ki tanıdım’ dediğim kişilerden biri oldu.

Selen Öztürk iletişimde olmak istediğim arkadaşlarımdan birine dönüştüğü için çok mutluyum.

Ve Selen’i geçtiğimiz hafta iki ayrı projesinde alkışlayarak izledim.

Oyun Atölyesi’nde oynadığı ‘Kırlangıç’ oyununda çok etkileyiciydi ve oyunun duygusu çok güçlüydü.

12. Uluslararası Suç ve Ceza Filmleri Festivali’nde ‘Bir Zamanlar Gelecek:2121’ filminde Selen bu kez bambaşka bir oyunculuk ile perdedeydi.

Yakında izleyeceğimiz Behzat Ç.’de de bambaşka bir rol ile karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.

Selen Öztürk’ü izlemek çok keyifli daha nice projelerde kendisini izlemeyi sabırsızlıkla bekliyor olacağım.

Sizler için Selen ile buluştuk filmden yola çıkarak filmini, oyununu ve bugüne uzanan yolculuğunu konuştuk.

Herkese iyi pazarlar ve ‘mutlu hayatlar’ dileriz.

‘Bir Zamanlar Gelecek:2121’ farklı bir proje olmuş. Gelecek meselelerine kafa yorar mısın, filmdeki meselelerle ne kadar ilgilisin ve bu projeyi neden kabul ettin? 

Pandemide bu meselelere kafa yoracak daha çok zamanım oldu. Bireysel anlamda bu dünya için ne yapabilirim diyerek kendi içimde bir arayışa başladım. Az atık çıkarmak, daha az harcama yapmak, suyu, enerjiyi, karbon ayak izini kontrol altına alarak dünyanın yükünü hafifletmek gibi… Selen olarak ben bu yükü alıyorum Dünya’nın üzerinden gibi bir kafaya doğru gidiyordum. En çok endişelendiğim şey giyimle ilgili oldu. Acaba geri dönüşebilir malzemelerden oluşan kıyafetler giymek ya da ikinci el kıyafetler kullanmakla işe nasıl başlayabiliriz diyerek hayatın her alanında daha az tüketimde bulunmaya özen göstermeye başladım. Minimalist bir yaşam kurmamız gerekiyor artık. Ne kadar minimalize edebilirsek yaşamımızı; çevreye, doğaya o kadar faydalı olabilirizi düşünürken bu film geldi. Yönetmenimiz Serpil Altın’ın yönetmen notunda “100 yıl sonra bir gelecek hayal ediyorum ve bu şekilde giderse insanoğlu yok oluşa doğru giden bir dünyada nasıl bir yaşam olurdu” sorusunu sorgulamış. Kuşaklar arası çatışma açısından konuyu ele alırken, yer altında bloklarda yaşamak zorunda kalan bir insanlığı anlatıyor filmde. 25 litre suyla yaşamak zorundasın, tek bir kıyafet hakkın var, dışarıdan sana verilen yiyeceği yemek zorundasın, kıtlık kanunları geçiyor. Olacak da bu zaten, bu bir öngörü aslında. Filme ne kadar distopik bilim kurgu da desek belki de olacak olan şeyler, realist bir film. O yüzden filmden çok etkilendim ve yapmak istediği şey çok anlamlı geldi. En büyük sebeplerimden biri buydu. Çünkü benim de çok düşündüğüm, kafa yorduğum bir meseleyi sinemaya taşıyacaktı. Senaryoyu okumadan sadece yönetmen notunu okuyarak projeyi kabul ettim. Derdini, meselesini, önemli ve anlamlı buldum.

“Karakterler yeryüzündeki gerçek yaşamı bilmeyen insanlardı”

Oyunculuk açısından bıçak sırtı bir rol. Robotlaşan bir insanı oynayacaksın ama aynı zamanda da bir insan. Yeraltında geçtiği için film atmosfer ve ruh hali olarak da yorucu görünüyor. Bu konuda neler söylersin?

Filmin meselesi açısından çok güzel bir tasarımı vardı ve bu yüzden tek bir mekânda geçti, bir platonun içine o dünya kuruldu. Soğuk bir zamanda çekildi film. Oyunculuğumuza olumlu anlamda yansıdı, bu tercihi beraber yaptık. Çünkü karakterler yeryüzündeki gerçek yaşamı bilmeyen insanlardı ve sadece her gün işe giden, yemek yiyen ve belli kurallar çerçevesinde sistemin gerektirdiği şeylere uymak zorunda kalan insanlardı. Bu insanlar eğleniyorlar mı, mutlular mı? Onlara verilen mutluluk kavramı üzerinden yaşıyorlar, belki gerçekten mutlu olmayı bile bilmiyorlar. Hayalleri çok fazla olmayan sadece tek boyutlu bir yaşamın içinde sıkışmış hapishane hayatı yaşayan insanlar. “Nasıl bir şey yapalım, stilize bir şeyler deneyelim” dedik. Ve bunun üzerine yönetmenimiz Lantimos’un filmlerindeki oyunculuklarına bakmamızı istedi, bence Türkiye için çok riskli bir seçimdi. Çünkü tuhaf karşılanabilecek şekilde bir oyunculuk sergiledik. Çok alışık olmadığımız bir oyunculuk tarzı bu. Mesela, bize ödül maması verdikleri kahkahalarla kendimizden geçtiğimiz, tamamen robotsal mutluluğa ulaştığımız anları var filmin. Bu seyirciye antipatik gelebilir ama biz bunu yapmayı seçtik. Farklı bir şey sunalım doğrusuyla ve yanlışıyla dedik. Bu dünyayı birlikte oluşturduk. Aslında olacak da bu, baktığınızda her şey robotik değil mi? Sadece farkında değiliz. Yaptığımız şeyler aynı. Dışarıdan baktığımızda yatay ve dikey hareketler halinde insanlar olmaya başladık. Hayatın, doğanın içinde rahat yaşayabilen insanlar değiliz. Böyle giderse olacak şey bu, durumunu filmde gösterdik. Oyuncu olarak bu tarz bir oyun kamera önünde hiç denemediğim bir şeydi. Macera gibiydi ve neden olmasın diye atladım.

“Ben eleştiriyi seven bir oyuncuyum”

Filmi izlediğinde neler hissettin?

İlk izlediğimde heyecanlandım tabii. Tatmin edici buldum filmi ve güzel bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Festivallerdeki karşılığını da gördük. Filmde anlatılan metaforları seyirci alabildi ve yakaladı, eleştirileri çok güzeldi. Tam tersi uzakta kalmış, filmin içine girememiş kişiler de elbette oldu. Ama festivallerin güzelliği de bu. Ben eleştiri seven bir oyuncuyum en kötüsünden en iyisine kabul ederim.

“İyi bir sanatsal zekâya ve göze ulaşabilmek, fikirlerle gelişerek olabilir”

Kendini acımasız eleştirir ve izler misin?

İzlerim ve eleştiririm, hatta kendimi gömerim. Bana yarar izlemeler yaparım çünkü ne yaptığımı görüp anında değiştirebiliyorum. En büyük göz kişinin kendisi, en iyi tanıyan kendisi. İyi de bir seyirciysen ki objektif bakabildiğimi düşünüyorum kendime. Fiziksel ve duygusal olarak kendimi incelerim, üzerine düşünürüm ve karaktere dair anında düzeltmeler yaparım. Eleştiri güzel bir şey, yapıcı olması çok daha güzel tabii. Niyetleri de seçmek çok önemli; direkt karalamak ve yok etmek üzerine şeyler canınızı yakıyor. Ama eğer “Oradan bunu bunu yapsaydınız ya da seçseydiniz daha iyi bir yere gidebilirdi” gibi cümleler bizi daha iyiye taşıyabiliyor. Çünkü doğru göreceli bir şey olabilir. İyi bir sanatsal zekâya ve göze ulaşabilmek, fikirlerle gelişerek olabilir diye düşünüyorum, o yüzden eleştirilere kıymet veriyorum.  

‘Bırak, dur, anda kal, hiçbir zaman unutma.’

Aldığın en güzel eleştiri neydi?

‘Bırak, dur, anda kal, hiçbir zaman unutma.’ Bu beni her zaman frenleyen ve yapıcı hale getiren cümledir. ‘O an ne gerekiyorsa, o an içinden ne geliyorsa, karakter neyse onun içinde gezinelim’ sözü benim mottomdur. Ben sezgisel ve içgüdüsel bir oyuncuyum. O ana teslim olduğunda o gerçek duygu geliyor.  

“Kabul ediyorum kötü oynadığım işler oldu bir iki tane”

En acımasız eleştiri ne?

Kötü oynadığım birkaç işim var hayatta ‘Sen bu işi sevmemişsin neden kabul ettin?” eleştirisi sert bir eleştiri. Çünkü sevmediğin bir şey olunca nasıl oynayacağını, nerelere tutunacağını bilemiyorsun ve bu durum ister istemez performansını etkiliyor, mutsuzlaşıp kötü oynamaya başlayabiliyorsun. Kabul ediyorum kötü oynadığım işler oldu bir iki tane.

“Bazen yazılan şey ile hayalini kurduğun şey uymayabiliyor”

Rol kabul etmede ölçütün ne?

İki, üç boyutlu, sürprizli, renkli karakterleri seviyorum. Kendimi de fiziksel olarak değiştirebileceğim roller cazip geliyor. Projeye de çok bakmadım hep role baktım aslında. Genel anlamda bu proje tutar diye seçmedim, bu rol çok oyuncaklı, derin bir rol, çok fazla rengi var diyerek seçtim. Bendeki renklerden hangisini işleyebilirim diyerek hep role odaklandım. Bazen yazılan şey ile hayalini kurduğun şey uymayabiliyor.

“Bazen rol olarak nereye koyabileceklerini de bilemiyorlar”

Farklı farklı karakterler oynamak riskli de olabiliyor mu? Çünkü seni bir rolde seyirci ve yapımcı seviyorsa hep aynı roller gelmeye devam edebiliyor…  

Evet, bizim ülkemizde bu bir risk aslında. Tanınırlılık anlamında da tipim hep başka ve dönüşüyor. Bazen rol olarak nereye koyabileceklerini de bilemiyorlar. Bu durumumu çok iyi bilen cast direktörleri, yönetmenler, yapımcılar da oluyor. Ama hâlâ birazcık arada kalma durumunu da yaşıyorum.

“Bu çok kelimelerle de anlatılmaz”

“İçgüdüsel ve sezgisel bir oyuncuyum” dedin, bu cümleyi açar mısın?

Bir rolü okuduğum zaman o karakterin duruşundan ifadesine, görüntüsünden motivasyonuna kadar bir şey geliyor bana ilk okuduğumda yani. Bu çok kelimelerle de anlatılmaz. Bir hali geldi, bunu böyle oynarım, bu böyle bir karakter gibi. Sonra üstüne çok çalışıyorum. O sezgilerim genelde de enerjisel anlamda doğru bağlantı oluyor.

“Genelde ikili farklı seçimler içinde ve duyguda olmayı tercih ederim”

Gelip de kabul etmediğin işler oldu mu?

Çok var. Evet bir şey, duvar çekiyor ya da ben bunu yaptım diyerek ya da bu çok sade, sıradan karakter diye kabul etmediklerim var. Bazen de şöyle oluyor; tiyatroda dram oynuyorsam dizide komedi oynamayı ya da tam tersi aynı anda zıt şeyleri oynamayı tercih ediyorum. Çünkü beyin çok acayip bir şey. Dram oynamak çok yorucu bir şey mesela şimdi tiyatroda bir yas duygusunu anlatan acı bir dram oynuyorum, başka bir projede gene acıların içinde dram içinde olmak sadece o dram kanalı içinde kalmak istemiyorum. Ne kadar gerçek hayatta neşeli de olsam her projede dram oynamak yorabilir insanı. Genelde ikili farklı seçimler içinde ve duyguda olmayı tercih ederim.

“Oyun, kendileriyle yüzleşen, birbirlerini yeniden tanıyan iki farklı insanın, neslin hikâyesi”

‘Kırlangıç’ oyunu ağır bir dram ve etkisinden uzun süre kurtulamadığım bir oyun oldu. İçim dışıma çıktı. Çok acayip bir hüznün içinde buldum kendimi. Ve sen çok güzel oynuyorsun. Oyunun seni çeken tarafı ne oldu ve proje nasıl başladı?

Oyun Atölyesi oyunu gönderdiğinde öncelikle karakterin piyano çalıyor ve şan hocası olması beni çok heyecanlandırdı. Aslında ağır bir hikâye anlatıyoruz her ne kadar umut ve uzlaşıyla bitse de. Gerçekte yaşanmış trajik bir olay sonucunda bir araya gelmiş ve geçmişleriyle, kendileriyle yüzleşen, birbirlerini yeniden tanıyan iki farklı insanın, neslin hikâyesi bu. Önce “Ben bunu oynayabilir miyim? Bu karakterin altından kalkabilir miyim” dedim ama zor olanı her zaman daha çok seviyorum ve tamam dedim çünkü metin beni çok etkiledi. Sevgili yönetmenimiz Birkan Uz, partnerim Uğur Kanbay ve asistanlarımızla uzun süren bir masa çalışması yaptık. O süreçte başka hiçbir şey yapmak istemedim. Biraz bu oyunla derinlere daldık. O duyguları yaşamak, keşfetmek hem anne olarak, hem kayıp yaşamış bir anne olarak üstelik de oğlunu yeniden tanımaya çalışan bir anne olarak çok kolay olmayan ama keyifli bir süreçti. Seyircimizi korkutmayalım oyunda nefes aldıran yüzümüzü güldüren sahnelerimiz de var. Partnerim Uğur’la iyi bir ikili olduk. İnanılmaz bir oyun arkadaşı kendisi ve birbirimizden çok şey öğreniyoruz.

“Her seferinde tutamadığım yaslarımı şifalandırmak için çıkıyorum sahneye”

Aslında biz ebeveynler çocuklarını, çocuklar ebeveynlerini ne kadar tanıyorlar? Aslında insanlar birbirilerini ne kadar tanıyorlar? Hayattayken birbirini tanımak ve kaybettiğinin ardından onu tanımak üzerine bir yüzleşme hikâyesi…   

Bir varoluşu toplumlar arasında da kişiler arasında da yaşam biçimi-tercihini yok saymak, görmezden gelmek bence insanları birbirlerinden uzaklaştıran, toplumları ve kültürleri çöküşe uğratan bir şey. İnsanı yaşarken öldüren bir şey. O yüzden aslında önce kendine sarılmakla başlıyor her şey ya da gerçek sevgiyi keşfetmekle. Mutluluğu arıyoruz ama yalan mutluluk yaratmakta da ustayız. Ne işimize geliyorsa onu tercih ediyoruz ya da korkuyoruz. Oyundaki iki kelime korkmak ve keşke, karakteri çıkarma motivasyonumu tetikleyen en önemli şeyler oldu. Hayatımdaki keşkeleri de bu oyuna aktarmaya çalıştım. Kendi hayatımda gerçekten sevdiğimi söyleyemediğim çok yakınlarım oldu benim de. Kaybedene kadar, kaybettikten sonra ölüm girdikten sonra geçmiş olsun dediğim çok durum da oldu. Bunu da sorgulatan bir oyun olduğu için insanlarda şu duyguyu uyandırılabiliyorsak ne ala; “Tam da şu anda zaman varken sarılın sarılabildiğinize, tutunun tutunabildiğinize lütfen sevdiğinizi gösterin ve kabul edin birbirinizi.” Bir arkadaşım “tutamadığın yasların” için oyna bu oyunu demişti. Yasın bir sürü şekli ve süreci varmış. Ben de her seferinde tutamadığım yaslarımı şifalandırmak için çıkıyorum sahneye.

“Müzik bir aile hediyesi bana”

Oyunun müzikleri de sana ait. Aslında senin müzik çalışmaların da var. Müzik alanında da profesyonelsin ama sen kabul etmiyorsun bu durumu sanırım.  

Profesyonel demiyorum evet kendime ama çok şükür içinde bağlama, piyano olan bir eve doğmuşum. Müzikal anlamda anne ve babadan genetik bir aktarımım var, çalıp söyleyen bir aileyiz. Müzik bir aile hediyesi bana. Çok enteresan enstrümanları keşfettikçe erken yaşta beste de yapmaya başladım. Müzikal yönümü teknik anlamda çok fazla geliştirmedim ama bir yerde besteciliği bildiğim akorlarla yaptım ve yapmaya devam ediyorum. Piyano en ileri düzeyde çaldığım enstrüman ama bir sürü enstrümanı da kendimce çalıyorum diyebilirim.  Oyunculukla müziği bağdaştırdığım şeyler yaptım.

“Çok istediğim bir şey ama henüz gerçekleştirmedim”

Senin şarkılarını dinleyemeyecek miyiz?

Çok istediğim bir şey ama bir türlü gerçekleştiremedim. İnşallah en kısa zamanda diyorum. Müzik direktörlüğü yaptım, çizgi filmlerde şarkı söylüyorum, seslendirme yapıyorum, tiyatroda hep müzik vardı ama bir türlü albüm, single ve benzeri bir proje henüz gerçekleştirmedim, beklemede.

“Farklı bir yoldan gitmişim ve seçimlerimden memnunum”

Nasıl geçti bunca yıl, hayallerinin ne kadarı gerçekleşti?

Bakıyorum yoluma yüzde yetmişi gerçekleşti aslında. Farklı bir yoldan gitmişim ve seçimlerimden memnunum. Selen olarak her şeyiyle imza attığım, pandemide yaptığım kısa filmim. İlk kez bir şey beni yüzde yüz tatmin etti diyebilirim, filmimle festivalleri gezdim ve övgüler aldım. O çok güzel bir şeydi benim için. Shakespeare müzikalinde oynamak da yüzde yüz tatmin olduğum bir projeydi, hayatımın işi diyebilirim. Bunları düşününce çok şanslıyım. Muhteşem Yüzyıl’ın yeri de ayrıdır benim için sektöre merhaba demiş oldum ve insanlar bu proje sayesinde beni tanıdı. Bir sürü oyunlar var unutamadığım. Yarıda kalan çok sevdiğim kursağımda kalan roller ve projeler de oldu tabii. Hep şöyle söylerim, oyunculuk için şöyle derler; ne zaman aşk biter o zaman yorulur insan, ben bu cümleye bir şey daha ekledim umut biter o zaman ölür insan. Tek yaptığım umuduma tutunmak. Umut hâlâ var ve Selen olarak da umudumu yeşertmeye devam ediyorum, sulamayı bırakmıyorum. Öğreniyorum, deniyorum ve devam ediyorum.

“İyi oyunculuk artık tek başına tercih edilebilir bir şey değil”

Instagram’daki takipçi sayısına göre oyuncu seçimleri yapılabiliyor, popüler kültürün içinde kalarak magazinel ve görünür olmak da oyunculuk algısını biraz değiştirdi. Bu kriterlere göre sektörde bir dağılım var maalesef. Bu konuda ne düşünüyorsun?  

Maalesef popüler kültürün ve kapitalizm kurbanları oldu işini iyi yapma sevdasında olan çoğu kişi. Karşı tarafı da algılıyorum daha çok satmak ve para üstüne kurulu olunca tabii ki sayıların bizi yönettiği bir dünyaya göre ilerledik. O rakamların içinde takipçi sayısı da bir rakam. Para çok büyük bir şey. İyi oyunculuk artık tek başına tercih edilir bir şey değil, ne kadar çok görünür, izlenir, ne kadar popüler olduğun da var. Bunların içinde gerçekten iyiler de var ama risk almaktan biraz kaçar oldular. Dünyada da böyle, maalesef sistem böyle. Bu bir pastaysa herkesin yiyecek bir dilimi var. Özellikle genç ve ünlü oyuncu kardeşlerime şunu söyleyebilirim, öğrenmeyi bırakmasınlar. Kolay yoldan kazanma durumunu da teşvik eden bir tehlike de var ama ne yapıyorsan yap kendini geliştir. Ben her yola saygı duyuyorum sadece cehalet olmasın istiyorum. Adil bir sistem her alanda olmalı, o hayalini kurduğumuz bir dünya!

“Kadın oyuncular olarak hâlâ bir takım zorluklar çekiyoruz”

Kadın oyuncu olarak sektörde geldiğiniz durum nedir?

Hâlâ bir takım zorluklar elbette çekiyoruz. Oyuncu Sendikası’nın ve kadın örgütlerinin atılımları devam ediyor. Daha iyiye doğru gittiğimizi düşünüyorum ama kadın figürü olarak ikinci planda olma durumumuz hâlâ devam ediyor özellikle bütçelendirmelerde. Şöyle bir örnek verebilirim, cildi bozuk bir erkek başrol oynayabiliyor ama kadınlardaki çok nadir bir iki örnek olabilir ama bu risk alınmıyor. Güzellik, fizik, görünüş kriterleri hâlâ bu tercihlerde risk almıyorlar. Bu konuda mücadele veriyorum ve bir ayrımcılık hissediyorum.

Mutlu Hesapçı

20 Ocak 1979 doğumlu. Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi mezunu, yazar.
Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler:
Apolyohtun Balıkçısı – 2001
1. Rastgele Balıkçı ve Deniz Belgeselleri Festivali. 2001

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top