Benim çocukluğumda

Son Güncellenme Tarihi: Kasım 25, 2020 / 10:39

1978 senesinin sonunda babamla kayıt için gittiğim okulda ilk ve son kez gördüğüm Malatya’nın en eski ilkokulu olan Gazi İlkokulu’nun müdürü, bizim evin yanındaki apartmanın girişinde oturuyordu.
O yakışıklı, son derece kibar ve güzel adamı bir kez daha göremedim. Ama evinin önünde öldürüldükten sonra yeri kaplayan kanını gördüm. Yanımda kardeşim Kürşat da vardı. Zihnimden hiç silinmez o soğuk sonbahar.
Bir ilkokul müdürü neden öldürülür?
Solcuymuş, öldürüldü. Kahpece.
Babamın çok üzüldüğünü, Kırçuval Mahallesi’nin, Sivas Caddesi’nin bu korkunç suikastı, günlerce konuştuğunu hatırlarım. Hacdan dönen babaannemin isyanını unutamam.
Bizim çocukluğumuza atariler, bilgisayar oyunları yetişmedi. Biz, bizden sonraki kuşak ile belledik bu yeni buluşları.
İnternet kafe açmak, henüz kimsenin aklına gelmiyordu, çünkü internet yoktu, bozuk para yahut jetonla oyun oynanan masalar çok sonradandı. Çay ocaklarına gitmeye yaşımız yettiğinde, satranç ve tavla oynanıyordu. İstanbul Pasajı’nın sonundaki çay ocağı bunlardan biriydi.
MHP’nin, Malatya’nın önemli ismi Arif Türkdoğan ile o çocuk yaşımda satranç oynadığımı bilirim. Zaman zaman bana bilerek yenildiğini, nasihatler ettiğini, bu oyunun sadece saldırmak olmadığını, iyi bir savunmanın sonuca ulaşmak için silah olduğunu, şah düştükten sonraki konuşmalarda gülümseyerek ve “Yeni bir oyun daha oynar mıyız?” diye baktığı günler hala aklımda.
Arif Bey, zarif bir adamdı. Kemalettin Tuğcu okuyordum o yaşlarda, bundan pek memnundu.
Babam Malatya’nın meşhur solcularındandı. Gazeteciydi. Faşistlerin hedefindeydi. Ve ben o solcu adamın oğlu, Arif Bey ile satranç oynuyordum.
Dedim ya, çocukluğumuzda bizi eğlendiren, oyalayan, kafeler, halı sahalar, AVM’ler değildi.
Ama duvar yazılarının çocukluğumdaki yeri farklıydı.
Okumayı söktükten, yani okul müdürümüzün öldürülmesinden bir yıl sonra duvar yazıları benim için artık başka anlamlara gelmeye başlamıştı.
Biz, mahallemizde oturuyorduk, Kırçuval Mahallesi’nde. Ülkücüler, bunu sonradan öğreniyorum, mahalledeki bir duvara “Bir gece ansızın gelebiliriz” yazmıştı.
Özal ailesi, Recai Kutan da bizim mahallenin hemen yanı başında oturur idi. Bir sabah o yazının silindiğini ama izlerinin kaldığını, yerine “Tek yol devrim” yazıldığını okudum.
Ne güzel.
Çok uzun sürmedi o yazının duvarda kalması. Birkaç gün sonra bir kurt figürü çizilmişti duvara. Uluyan kurt figürünün ağzından, “Dökülen kan, alınan can bizim, yıkılsın liberal kapitalizm” yazıyordu.
Liberallerin ve kapitalistlerin bizim mahallede sevilmediğini anlamıştım.
“Tanrı Türk’ü korusun” diyordu bir duvar, öteki “Milliyetçi Türkiye.” Bunları yazanlar kime ne söylüyordu, tam çözemiyordum ama yazışıyorlardı.
Afişleme ve boyalama iki gece operasyonuydu. Zaman zaman ellerinde sulandırılmış kireç kovalarıyla iki grubun kavga sesi oturduğumuz evin bahçesine ulaşır, ertesi gün duvarda hiç yeni yazı görünmezdi. Bunlar hep matbaaya direnmekten.
Neyse.
“Faşizme karşı omuz omuza” ile hemen karşıdaki duvara yazılan “Halka kalkan faşist eller kırılır,
Faşist baskılara son” yazısı uzunca bir süre kaldı.
Duvar sahipleri bundan muzdaripti. Senaryosunu Türk sinemasının büyük ama yeterince hakkı verilmemiş ismi İhsan Yüce’nin yazdığı Kibar Feyzo filmini hatırlarsınız. Kemal Sunal, başlık parası toparlayabilmek için sürgüne gönderildiği kentte duvar yazılarını silme işiyle meşgul olmuştu. Duvarları karşıt görüşlerin atışma tahtasına dönüşen o binalarda oturan emekli subaylar, erken saatte bu yazıları silmekle meşgul olurdu.
Bu yazılar da silindi. Sabah, duvarda “Elbet bir gün kavuşacağız” yazıyordu. Ve Kırçuval Camisi’nin karşısında ise “Sabrediyoruz.”
Romantik ama çok vurucuydu bu çıkış. Ama, “Allah için savaşa” sloganına aklım kesmemişti. “Allah, neden savaş istesin” demiştim.
Solcular, Ecevitçiler boş durmadı. Önce, “Toprak işleyenin su kullananın” yazdılar, başına adam diktiler silinmesin diye. Yetmedi, o çocuklar boş bulunup yazı karalanınca daha büyük puntolarla “Karaoğlan” yazdılar.
“Tanrı Türk’ü korusun” bizim mahallenin dışında çok okuduğum yazılardı. “Katilsiniz” sloganını kimin yazdığını bilmiyorum, çok ürktüğüm, korktuğum bir yazıydı. “Kahrolsun ABD ve onun uşakları”nı kimin yazdığı da belli değildi. Hepsi toplansa, birlikte yazardı ama nerede?
O zaman da şimdi olduğu gibi vazifesi olanlar, muhtar eliyle, emekli astsubay eliyle, imam eliyle “Ordu göreve” yazardı.
Yarım gün bile kalmazdı.
Darbe olduktan sonra, Kenan Evren darbesi, boyacılar büyük para kazandı. Duvarlar tek tek boyandı. Ne demişti darbeci yediği haltı savunurken, “Biz gelmeseydik Fatsa’dakiler gelecekti.”
Evet, benim çocukluğumda mahalle duvarına iki yazı yazılırdı, birincisi, “Bir gece ansızın gelebiliriz” İkincisi ise “Sabrediyoruz” Sonra ben de bir yazı yazdım o duvara;
Gülümse.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top