Bilinçaltının efendisi Netflix dehlizinde: “Freud”

Netflix dizisi “Freud”, insan ruhundaki gizemleri keşfetmeye yönelik ayrıksı ve dönemine göre devrimci kuramlar öne süren Sigmund Freud’ün düşüncelerine ve tedavi yöntemlerine göndermeler içeren biçimsel ögelerle karşılıklar üretiyor. Diğer yandan dönemin ruhunu temsil eden otoriter Avusturya İmparatorluğu’nun, gerçeklerin üstünü örtme yöntemleri hakkında da seyirciye ipuçları veriyor.

Netflix, bireysel seçimlere fırsat yaratan bir içerik üreticisi sıfatıyla, görsel-
işitsel iletişim ortamının güçlü bir oyuncusu haline geldi. Bu bağlamda anaakım film, televizyon dizileri ve belgesel filmlere yer verirken; aynı zamanda Freud gibi tıp, psikiyatri ve psikolojide çığır açmış abide bir isim üzerine ve belli bir entelektüel birikimle rahatça izlenebilecek dizi filmlere de yer veriyor. Burada “entelektüel” göndermesiyle, bir diziyi abartmak ve herkese uygun olmadığını belirtmek için değil, ele aldığı karakterin tıp biliminde, “psikanaliz” yöntemiyle modern psikiyatrinin öncüsü sayılacak bir bilim adamı olması ve onun dünyasını ve yöntemlerini sinema diliyle ifade etmek için seçilen biçimin, sabır ve meraktan beslenmesi gerektiğinin altını çizmek için yaptığımızı belirtelim.
Sigmund Freud, 1856’da Frieberg’de doğmuştur. Freud, meslek hayatına başladığı 19.yy’da, konvansiyonel tıp biliminin psikiyatrik olguların tedavisinde fizyolojik tedavi yöntemleri kullanmasını eleştirmiş ve bu yaklaşıma direnmişti. Ama tıp mesleğindeki hiyerarşi diğer mesleklere göre daha sertti ve feodalizmin hükmünü devam ettirdiği monarşi iktidarlarında daha sert hissediliyordu.
Freud ve psikanaliz
Sigmund Freud, hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışan psikolojik kuramlar ve yöntemler olarak tanımlanabilecek ve kendi çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikoterapi tekniği olan psikanalizin babası olarak kabul edilir. Freud’un oluşturduğu “psikanaliz kuramı”, hasta ile psikanalist arasında gerçekleşen diyalog yoluyla psikopatolojik vakaları tedavi etmekte kullanılan klinik bir yöntemdir ve hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurlarla olan bağlantılarını ortaya çıkarmayı hedefler. Freud’un, bu bağlamda ilgi çeken bilinçaltı okuma sürecinin unsurlarından Oedipus kompleksi ya da Oedipus karmaşası, onun kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre çocuğun karşı cinsteki ebeveynini sahiplenmesi ve kendi cinsinden olan ebeveyni saf dışı bırakmaya yönelik beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı olarak tanımlanır.
Freud aynı zamanda, id, ego ve süperego gibi kavramlarla insan zihninin katmanlarına ulaşmaya çalışmıştı. Bu katmanlar birlikte yer almalarına karşın farklı düzlemlerde de işlevsel olmuşlardır. “İd”, zevk temelli istekleri ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktasını oluşturan, temel ve en ilkel benlikti. Ana kaynağı olan cinsellik, açlık gibi ihtiyaçların bencilce doyurulması olarak yalınlaştırılabilir. “Ego” ise id’in bu isteklerini gerçeklikle karşılayıp çeşitli savunma mekanizmaları ile id’i dengeler. Ego, id ve süperego arasında dengeleyici unsurdur. Temel işlevi kişisel güvenliği sağlayarak id’in bazı isteklerine izin vermektir. “Süperego” ise, baba figürünün ve kültürel adetlerin içselleştirilmiş bir sembolüdür. İd’in ihtiyaç ve talepleriyle çatışma halindedir, id’e karşı saldırgandır ve tabuları ayakta tutar. Oedipus kompleksinin çözümünde baba figürünün içselleştirilmesidir (Wikipedia, Freud).
Freud, yazdığı onlarca eserle; “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”, “Oedipus Kompleksi”, “Düşlerin Yorumu”, “Yaşamım ve Psikanaliz”, “Totem ve Tabu” başta olmak üzere insanın bilinçaltının, gerçek dünyanın travmalarıyla dolu olduğunu ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan “Totem ve Tabu” isimli eseriyle gerek toplumsal bağlamda ve gerekse de bireyin yaşamına etki eden sonuçları açısından, toplumların yarattıkları “totem” ile ensest gibi ilişki biçimlerine nasıl yaklaştıklarının ve insanlığın ilkel kabilelerden daha uygar topluluklara kadar yasaklayıcı eylemlerinin temellerinde yer alan kolektif davranış biçimlerinin ortaya çıkışını irdelemiş; “tabu”nun ise “bir yandan kutsal (sacre), kutsallaştırılmış (consacre) anlamlarına; diğer yandan da tehlikeli, korkunç, yasak, kirli anlamlarına” geldiğini vurgulamıştır (Sigmund Freud, Totem ve Tabu, Cumhuriyet, Çeviren: Niyazi Berkes, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., 1998).
Freud aynı zamanda sanat gibi yaratıcı eylemleri gerçekleştiren sanatçıların bilinçaltına da uzanmış ve yaratma sürecine ayna tutan “Sanat ve Sanatçılar Üzerine” isimli kitabıyla bu sürecin ipuçlarını ortaya koymuştur. Freud salt sanatı değil, antropoloji ve eğitim alanlarını da etkilemiş ve yaşamını insan ruhunun yapısını anlamaya adamıştır.
Hayatı dizi oldu
“Freud” bir televizyon dizisi olarak bu ünlü bilim adamının yaşamını kurguyla-gerçek arasında bir bakış açısıyla ele alıyor. Dizide daha çok, Freud’un yaşadığı dönemde Dr. Brentano Breur (Merab Ninidze), Paris’te kaldığı yıllarda birlikte çalıştığı ve çok etkilendiği Dr. Jean Martin Chargot gibi meslektaşları ve dönemin ünlü beyin anatomisi ve nöropatoloji uzmanı Prof. Dr. Theodor Meynert (Reiner Bock) ile olan ilişkileri öne çıkıyor.
Freud, 1883’te Viyana’da, Dr. Meynert’in yönetimindeki psikiyatri kliniğinde asistan olarak çalışmaya başlar. O yıllarda akıl sağlığıyla ilgili bozukluklarda Profesör Meynert’in tedavi yöntemlerine karşı çıkarak, hipnozu kullanarak psikanaliz yöntemiyle tedavi uygulamak istemiş ve bu yüzden Dr. Meynert tarafından şarlatanlıkla suçlanmış, hastanedeki işinden atılmıştır.


“Freud”, daha önce vurguladığımız gibi Sigmund Freud’un yaşamı ve psikanaliz kuramı hakkında biraz bilgi sahibi olmadan kolay takip edilebilecek bir dizi değil. Dizi bu bağlamda büyük oranda biçimin üzerine yükleniyor ve Freud gibi insan ruhundaki gizemleri keşfetmeye yönelik ayrıksı ve dönemine göre devrimci kuramlar öne süren bir bilim adamının düşüncelerine ve tedavi yöntemlerine göndermeler içeren biçimsel ögelerle karşılıklar üretiyor. Diğer yandan dönemin ruhunu temsil eden otoriter Avusturya İmparatorluğu’nun, gerçeklerin üstünü örtme yöntemleri hakkında seyirciye ipuçları uzatıyor.
Dizide Freud’un (Robert Finster) meslektaşlarıyla ilişkisinden daha çok, aralarındaki ilişkinin tutkulu ve tehlikeli bir oyuna dönüştüğü Macar soylusu Fleur Salome (Ella Rumph) ile olan ilişkisi öne çıkıyor. Salome, dizinin ilerleyişinde Freud’un kuramlarının uygulamaya dönüşmesinde turnusol kâğıdı işlevi taşımaya başlıyor. Diğer yandan Macar soylusu Sofia von Szapary (Anja Kling), Fleur’u çocukken ailesi Avusturya askerleri tarafından katledildikten sonra bulmuş ve kocası Viktor von Szapary (Phlipp Hochmair) ile sahiplenmiştir. Fleur Salome, çift kişilikli ve medyum özellikleri gösteren bir insandır ve Sofia von Szapary tarafından Macar milliyetçiliğinin amaçlarına ulaşması için kullanılır.
Bir “milli nefret” ilişkisinin psikanalizi
Freud ve Fleur Salome arasındaki ilişki, dizinin temel sürükleyici itkisini oluşturur. Aslında Freud’u anlatan dizinin bilinçaltına, Avusturyalılarla Macarlar arasındaki nefret ilişkisinin ve Macar milliyetçiliğinin egemen olduğunu iddia etmek abartı sayılmayacaktır. Dizi Freud’un yaşamının bütününü kapsamayıp, belli bir kesitine yoğunlaşırken; Avusturya İmparatorluğu ve Macarlar arasındaki nefretin nedenleri hakkında seyirciye açık bir rehber de sunmaz. Bu nefret Freud’un daha önce bahsettiğimiz psikanaliz kuramını besleyen ego, id, süper ego gibi kavramların yansımalarıyla hissettirilir.
Dizi, Freud’u bir eğretileme unsuru gibi kullanarak, insanın özünde varolan şiddete yatkınlığa vurgu yapmayı amaçlamaktadır sanki. Bu bağlamda gerek Freud-Salome ilişkisi ve gerekse de polis müfettişi Alfred Kiss’in (Georg Friedrich), savaş esnasında yaşadığı insanlık dışı olgulardan kaynaklanan bilinçaltı travmalarının üstesinden gelme mücadelesi, dizinin omurgasını oluşturur. İnsanı ele geçiren şiddet eğiliminin dışa vurumu ise, dizide kanlı, salyalı, vahşi hayvan metaforlarına göndermeler içeren sahnelerin fazlalığıyla dikkati çekiyor.
Dünya var oldukça ismi yaşayacak olan Sigmund Freud, çok etkilendiği Charles Darwin’in yaşamın düzenini anlamak açısından önemli olan “evrim kuramı” gibi, insanın davranışlarına anlam verme bağlamında “psikanaliz kuramı” ile insanlığa önemli katkıda bulunmuştur. Diğer yandan Hitler ve Nazilerden, Yahudi olduğu için kaçarak 1938’de İngiltere’ye yerleşmiş ve 1939 yılında sadece tıp bilimine değil, sanatta yaratıcılığın gizemine de ayna tutan çalışmalarını geride bırakarak vefat etmiştir.

Yazan: Bület Vardar

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi