BİLMİYORUM, ÖYLEYSE VARIM!

Her şeyi bilenlerin değil; bilmediğini bilenlerin kıymet gördüğü ve “bilmiyorum” demenin ayıp sayılmadığı zaman bu karanlıktan gerçek anlamıyla çıkabileceğiz. Düşünmek için önce bilmediğini bilmek lazım. Ne diyelim; bilmiyorum, öyleyse varım!

Bir ülkenin gelişmişlik seviyesi, herkesin her şeyi bilmesiyle değil; herkesin bilmediğini bilmesiyle ölçülür. Türkiye’de “bilmemek” ve “öğrenmemek” değil; bilmediğini belli etmek ayıptır.

Birisi bir adres sorduğunda “bilmiyorum” derseniz sert ve alaycı bir bakışla karşılaşabilirsiniz. Size bir konu sorulduğunda “O konuda ayrıntılı bilgiye sahip değilim” derseniz size aptal muamelesi gösterecek birkaç ‘aptal’ mutlaka çıkacaktır. Okulda öğretmen bir soru sorduğunda “bilmiyorum” derseniz veli çağrılır, üniversitede hocanın sualine “bilmiyorum” derseniz doktora tezi intihalle dolu olan torpilli sözde akademisyen cehaletini sakladığı o gözlüğünün ardından “şimdi yaktım seni” bakışını size savurabilir. İşyerinde patronunuz, teknik ve sorumluluğunuzun dışındaki bir meseleyle ilgili soru sorduğunda “Konuyu bilmiyorum ama öğrenirim” derseniz sizin uzmanlığınızdan şüpheye düşebilir. Berberde tıraş olurken konuşulan komplo teorisini bilmediğinizi ifade ederseniz sizi ülke gündeminden bir haber zannederler. Arabanız bozulsa ve sorunu birine sorsanız sizin nasıl ehliyet aldığınızı soran bir akraba çıkabilir, mesleki uzmanlığınızla alakası olmamasına rağmen size danışılan bir meselede sessiz kalırsanız diplomanızdan şüphe edilebilir. Herkesin her şeyi bildiği ülkede her şeyi bilmiyorsanız hiçbir şeysiniz demektir...

Bu ülkede bir uzman televizyonda bir konuda bilmediğini söylerse bir daha o programa çağrılmaz. Bir siyasetçi bir meselede bilmediğini söylerse artık siyaset yapamaz hale gelebilir. Bir ortamda bir konuda bilmediğinizi ifade ederseniz o grubun en zayıf halkası olarak görülmeye başlanabilirsiniz.

Dünyanın en büyük ekonomilerinden birisini olan Almanya’yı ve bu sebeple de Avrupa’yı tam 7 yıl yöneten Alman Şansölye, Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı Gerhard Schröder’in yaşadığı bir olayı hiç unutmam. Partisinin tüzükle ilgili büyük bir toplantısında konuşma yaparken bir üye araya girip Başbakanı uyarıp bir soru sormuştu. Şansölye kısa süre düşünüp “Hanımefendi bu konuyu bilmiyorum. İzin verirseniz bir mola verelim. Ben detaylara bakıp sorayım. Ardından bilgilendirme yapıp ona göre de bir düzenleme yapalım” demişti. Verilen ara sonrası şansölye o kadın üyeye teşekkür etmiş ve çıkışında haklı olduğunu belirterek cümlelerinde ve daha sonra da yapacakları düzenlemede bazı teknik değişikliklere gitmişti.

Aslında dünyanın en önemli felsefecilerini çıkarmak, en iyi arabalarını üretmek, en iyi mühendisleri yetiştirmek ve bazı büyük eksikliklerine rağmen demokrasiyi her şeye rağmen ayakta tutmak bilenlerin değil, bilmediğini bilenlerin sayesinde oluyor.

Herhalde bu bizde olsaydı manşet manşet her yerde bir başbakan ya da lider nasıl bir konuyu bilemez diye her yerde yaygara kopardı!

BİLİME ADIM ATMAK İÇİN BİLMEMEK GEREK

Bilim deyince genel olarak kafamızda bir laboratuvar, deney tüpleri belirir ama çok daha geniş bir alanda onun gerçeği vardır. Siyaset, sanat, tarih, kimya, fizik, spor, psikoloji, matematik ve insan, toplum bilimleri. Bunların tamamı bu alanın içindedir. Bir anlamda hayat gibi; her yerdedir. Bilmiyorum demek bilime giriştir. Bir yarısıdır. Diğer yarısı da bilmediğin konuda çok okumak, izlemek, öğrenmek, sorgulamak, şüpheye düşmek ve her şeye rağmen kesin bir yargıya varmamak...

Oysa bizde böyle mi? Mesela dünyanın en bilgili, en entelektüel, en zeki televizyon gazetecileri bizim ülkede. Bilmedikleri hiçbir konu yok. Siyaset, spor, sanat, askeriye, tıp, edebiyat, uzay bilimleri, din, terör, şiir, tarih, iç dış politika, rüya yorumları, fal, okey, bilardo, ruh çağırma, büyü bozma, at yarışı, su altı dünyası, kuantum fiziği, mimari, bayrak, ezan, gıda mühendisliği, tavla, mavra, palavra... Gerçi içlerinden birisi kazara “bilmiyorum” derse kanal yönetimi “Bu nasıl bilemez! Bir daha yayına almayın” der o da bambaşka bir vahamet.

Televizyonların önemli bir bölümünde bir koro var. Bu koro üyeleri sanırsın biyolojik Google. Sor soruyu, söyleyecek bir laf kalabalığı mutlaka buluyor. Yalan yanlış zırvalarla izleyenleri yanlış yönlendiriyor. Ardından da veriyor bol bol komplo teorilerini. Gerçi Ekonomi Bakanımızın bile Amerikan Merkez Bankasını 5 ailenin zannettiği bir ortamda bunu çok görmüyoruz ama işte gelin görün ki “gözler kalbin aynasıdır, yalan nedir bilmez onlar...”

Yalan değil, bilmez çünkü O’nlar...

BUYRUN ÇOCUKLARIN BİLDİKLERİNE BAKALIM

Eğitim sistemimizin deneme yanılma yöntemi ve kindar/dindar nesil yetiştirme projesi doğrultusuyla süzgece döndüğü bir ortamda çocuklarımızın bilmesi gereken değil, bilmemesi gerekenleri öğrendiğini görüyoruz.

Çocukların Merkez Bankası Başkanı, Taksiciler Odası Başkanı, döviz kuru, doların durumu, altının bozumunu bilmeleri, bilmek zorunda kalmaları normal mi? Gözlerdeki ışıltının çocuklarda ve gençlerde olması gerekirken; günümüz iletişim ekonomisi ve çağında bir telefonun fiyatının bile o ışıltıyı çalabilmesi normal mi?

Normal bir ülkede, hele hele çağdaş ülkelerde bırakın çocukları; gençlerin büyük bir bölümü merkez bankalarının durumunu ya da piyasa analizlerini bilmez. Normali de budur. Anormal olan bizde yaşananlar. Evrim’i derslerden kaldırıp yerine ‘dünya düzdür’ seviyesinde çöpleri müfredata sokmak ülkeye bomba atmaktır. Bugün gençlerin, bizdeki üniversite öğrencilerinin rakipleri artık İstanbul, Ankara ya da Hakkari’de değil; Berlin’de, Londra’da New York’ta, Tokyo’daki öğrenciler. Salt yönetme kabiliyetini artırmak ve tükenmiş siyasetleri adına gençleri geride bırakarak asıl Türkiye’nin dünya içerisindeki pozisyonu geriye atılmış oluyor. Çalıntı tezlerle üniversitelere doluşmuş sözde akademisyenleriyle devam edersek galiba tekerleğin icadına kadar gitme ihtimalimiz var.

Tüm dünyada milyonlarca insanın hayatını kurtaran BioNTech aşısını bulan Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in aldığı ödüllerle övünüyoruz da onların neden Almanya’da bunu başarabildiklerini neden düşünmüyoruz? Burada yaşasalardı muhtemelen projelerine destek veren olmayacak ya da üniversitede bir torpilleri olmadığı için atanamayıp bir dershanede kimya ve biyoloji derslerine gireceklerdi.

Kozmosla ilgili bize birçok yeni bilgi öğretecek ve belki de doğru bildiğimizi sandığımız birçok şeyi değiştirecek James Webb teleskobu birkaç hafta içinde dünyadan 1.6 milyon kilometre uzaktaki yörüngesinde göreve başlayacak. Tüm insanlık, ondan gelen bilgileri bekliyor. O muazzam bilgiler geldiği zaman bir çocuklarımıza ne diyeceğiz? “Onların teleskobu varsa bizim Allah’ımız var!” mı, “Aslında öyle bir teleskop yok. Hollywood efekti. Amerika zaten Ay’a da gitmedi” mi yoksa “TRT’de Diriliş Osmanlı var, çocuklarımız övünecekse bunu izleyip övünsün!” mü diyeceğiz?! Bu dünya, çocuklara bambaşka bir şey anlatırken maalesef bu toprakların çocuklarına ise çok başka yalanlar söyleniyor. Ayrıca; bugün eğer tarihin en önemli teleskobu uzaya fırlatıldıysa bu, geçmişiyle övünen değil; geleceğe bakıp hiçbir şey bilmediğini bilen bilim ve siyaset insanlarıyla, entelektüeller sayesinde oluyor. Bunun yolunu Demokrasi ve bilimsel/özgür üniversitelerle bağımsız medya grupları sağlıyor. O ülkelerde de örgütlü cehalet yok mu? Elbette var. Ama o ülkelerde aynı zamanda örgütlü olan çağdaş ve sekülerler de var.

İşin ÖZ’eti; Her şeyi bilenlerin değil; bilmediğini bilenlerin kıymet gördüğü ve “bilmiyorum” demenin ayıp sayılmadığı zaman bu karanlıktan gerçek anlamıyla çıkabileceğiz. Düşünmek için önce bilmediğini bilmek lazım. Ne diyelim; bilmiyorum, öyleyse varım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi