Serhat Güvenç

Serhat Güvenç

BİR AVRUPA BİRLİĞİ ADAYININ DÖNÜŞÜM HİKAYESİ

Aralık 1999 Helsinki AB Zirvesi’nde Türkiye resmen aday ilan edildi. Aynı zirvede AB, bir güvenlik ve savunma politikası oluşturma kararı da aldı. Özellikle akademik çevrelerde bu iki konunun ilgisi olup olmadığı uzunca süre tartışıldı. O sıralarda Türkiye “güvenlik üreticisi” bir ülke olduğu iddiasındaydı. Aradan geçen 20 yılı aşkın sürede AB’nin güvenlik ve savunma konusundaki en kayda değer başarısı Atalanta Harekatı’dır. Somali açıklarında yaşanan deniz haydutluğu eylemleri nedeniyle Aralık 2008’de AB, bir deniz görev gücünü bölgeye yolladı. Deniz haydutlarının küresel deniz ticaret yollarına yönelik tehdidine karşı harekete geçebilmesi, deniz güvenliğinin diğer güvenlik ve savunma sahalarına göre üzerinde daha kolay uzlaşılabilen bir konu olduğunu da ortaya koyuyor. Çünkü küresel ticaretteki en küçük kesinti bile AB halklarının refahını etkiliyor.
Bu harekatın başarısının getirdiği özgüvenle AB, 2015’de Orta Akdeniz’de Sophia Harekatı’nı başlattı. Amacı Kaddafi sonrası Libya’dan kaynaklanan güvenlik (özellikle göç) tehditlerini bertaraf etmekti. Ancak burası NATO’nun “mıntıkası.” NATO da yine aynı sahada “Deniz Muhafızı Harekatı”’nı yürütüyor. Üstelik bu harekatlara katkı verenlerin çoğu hem AB hem NATO üyesi. Dolayısıyla hem mıntıka hem de gemiler için rekabet yaşanıyor.
AB, Mart 2020’da Sophia Harekatı’nı sonlardırararak sahayı NATO’ya bırakmış oldu. Ama yerine Libya’ya yönelik BM silah ambargosunu denetleme göreviyle, daha küçük çaplı IRINI Harekatı’nı başlattı. Her ne kadar yetkisi ambargoyu denetlemekle sınırlı olsa da gerek görev sahası, gerekse kuvvet bileşenleri bakımından AB ile Türkiye arasında bir gerginlik yaşanma potansiyeli hep vardı. Bu harekata destek veren Fransa, Türk deniz gücünün özellikle Libya açıklarında yoğunlaşan etkinliğinden rahatsızdı. Bir Fransız muhribine Libya açıklarında Türk savaş gemileri tarafından radar kilidi atılmıştı. Fransa’nın Türkiye’yi NATO’ya şikayet etmesi işe yaramadı. Yunanistan ise Türkiye’nin deniz yetki alanı iddialarını tehdit sayıyor.
Bu açılardan bakıldığında Fransa ve Yunanistan’ın bu harekata desteği anlaşılabilir. Ancak Almanya’nın bir fırkateyn ile katılması olağan dışıydı. Zira Almanya bugüne dek, NATO’nun Akdeniz’deki daimi deniz görev güçlerine (SNMG2 ve SNMCG2) muharip unsurlar yerine lojistik destek amaçlı gemiler tahsis etme eğilimindeydi. Muharip bir unsur görevlendirmesi Almanya’nın Akdeniz’deki AB gücünü kendi güvenliği ve geleceği açısından NATO güçlerinden önemli saydığına işaret ediyor olabilir. Geçen haftasonu bir Türk şirketine ait yük gemisinin Alman fırkateyni tarafından İrini Harekatı kapsamında durdurulup aranması elbette Ankara-Berlin ilişkilerini zora sokacak bir gelişmedir. Olayın Türkiye’ye gözdağı verme amaçlı olup olmadığı bir kenara, AB içi dengeler açısından önemi büyüktür. Anımsanacağı üzere Fransa Cumhurbaşkanı Macron 2020 yılı içerisinde Türkiye karşıtlığı üzerinden kurgulanacak bir Akdeniz güvenlik mimarisi düşüncesinde ısrarcı olmuştur. Bazı gözlemcilere göre, bu tutumu öteden beri Avrupa güvenliğinin liderliğinde gözü olan Fransa’nın Doğu Akdeniz’indeki durumu bu maksatla kullanma niyetini ortaya koymuştur. NATO’nun “beyin ölümü” gerçekleşmiş, AB’nin güvenlik denince akla ilk gelen üyesi Britanya ise AB’den ayrlmıştır. Amiyane tabirle meydan boş kalmıştır.
Almanya’nın Akdeniz’de alışılmadık yüksek profilli mevcudiyeti ve etkinliğinin bir amacı, Türkiye’nin gücünü dengelemek olabilir. Ama galiba Berlin için asıl mesele, Paris’in durumdan vazife çıkarmasının önüne geçmektir. Yani Fransa’nın, Akdeniz’i güvenlik ve savunma alanındaki liderlik iddiaları için bir payanda olarak kullanma imkanını kısıtlamaktır. Bu konularda Türkiye’nin kendisine biçebileceği olumlu bir rol kalmamıştır. “Güvenlik üreticisi” AB adayı gitmiş, yerine maalesef, “güvenlik tüketicisi” rakip gelmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serhat Güvenç Arşivi