“Bir gün şehre bir film geldi” ve kadınlar sinema yapmaya başladı

Son Güncellenme Tarihi: Ekim 1, 2022 / 05:00

Seferihisar’da ‘Mahallemizin Kadınları Sinmea Yapıyor’ projesi kapsamında yurtiçi ve yurtdışındaki film festivallerinde gösterilip ödüller alan ‘Arşipel Kadınları’ belgeseli, kadın emeğinin, kadın gücü ve dayanışmasının ama en önemlisi de onlara ufacık bir şans verilse, neler yapabileceklerinin son dönemdeki en önemli ispatlarından biri. 

İzmir Seferihisar ilçesinde, Seferinar Sanat Atölyesi’ndeki kadınlar, iğne iplikle örgü örüp “onlara iyi geldiği için” bir yola çıktılar. Sonra “şehre bir film geldi” ve belki hayatlarında ilk defa bir kamera gören, ‘beyazperdeyle’ ilişkileri televizyon dizilerinden ibaret kadınlar ellerine bu kez kamera alıp filmler çektiler. Ne dertleri varsa sinemayla anlattılar. ‘Mahallemizin Kadınları Sinema Yapıyor’ projesi altında, atölyeye katılan kadınların bu sinema yolculuğu da ayrı bir filme dönüştü. Şu ana kadar 6. Avrupa Film Festivali’nde En İyi Belgesel ödülünü alan, Amerika’da, Women’s Voices Now Online Film Festivali’nde finale kalan ve son olarak Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterilen, insanın içindeki bir ‘kıvılcımın’ nelere kadir olduğunun en büyük ispatlarından olan ‘Arşipel Kadınları’ belgeselini, filmin yönetmenlerinden Nejla Deveci İmancı’yla konuştuk.

Filmin bir hikâyesi var ancak ben öncelikle sizin sinema yolculuğunuzla başlamak isterim. Eline ilk defa kamera alan, sinemayla ilk kez profesyonel anlamda buluşan kadınları anlatan belgeselde siz de ilk defa yönetmen koltuğuna oturdunuz. Nasıl gelişti bu süreç?

Evet, filmin güzel bir hikâyesi var. Ben Seferihisar Belediyesi Seferinar Sanat nakış atölyesi katılımcılarından biriydim. Bir gün şehre bir film geldi, bizim sinema yolculuğumuz başladı. Tunç Soyer’in Rüzgarın Şarkısı belgeselini izlemesi ve Kibar Dağlayan Yiğit’i Seferihisar’a daveti ile ‘Mahallemizin Kadınlar Sinema Yapıyor’ projesini Seferihisar’da hayata geçirmesiyle başlayan bir hikâye… Sinema eğitimi almak hiç aklımızda yokken Atölye hocamız Dilek Elmalı’nın, “Arkadaşlar sinema atölyesine katılıp sinema eğitimi alalım mı?” demesi ile bu atölyeye başladık. Kibar Hoca’nın öncülüğünde 6 aya yakın devam eden sinema atölyesinde, senaryo kurgu, montaj, film yapma teknikleri eğitimi aldık. Temel eğitimden sonra çekimlere başladık. Bu atölyeden 6 film, 6 yönetmen çıktı, diger 5 film yurt dışı ve yurtiçi birçok festivalde gösterildi. Atölye devam ederken ben de atölyenin kamera arkasını çekiyordum. Kibar Hoca, “Gel atölyenin belgeselini yapalım,” demesiyle de Arşipel Kadınları filminin hikâyesi başladı. Tabii festivallere gidecek ödül alacak diye başlamadık. Bizim atölyemizin hatırası kalsın diye başladık Ama Kibar Hoca sürekli bize bu film birçok festival görecek ve ödül alacak diyordu.

Filmin çıkış sürecinden atölye katılımcılarına ilk bahsettiğinizde nasıl tepkiler aldınız? Kadınların ne gibi çekingenlikler, kafa karışıklıkları vardı?

Tepkiden ziyade bir heyecan vardı herkeste, “Nasıl olacak, nasıl çekeceğiz,” gibi… Kibar Hoca, “Sadece doğal olun, kendiniz olun yeterli. Gerisi bizde,” dedi ve biz çekimlere başladık.

Filmin teknik olarak da bir farkı var: Klasik belgesel gibi kamerayı direkt oyunculara dikmemişsiniz. Sadece sonra doğru birkaç oyuncunun görüşlerini dinliyoruz. Çok daha doğal bir akışı var. Bu bilinçli bir tercih miydi?

Biz hiçbir katılımcıya bir senaryo ya da hiçbir rol yazmadık. Herkes doğal ve kendiydi. Biz hepsinin bu doğallığını, samimiyetini aldık kadrajımıza. Hiç zorlanmadık çekimlerde. Evet, bu bizim bilinçli tercihimizdi.

Oyuncuların filmlerini çektikten sonra şöyle bir ortak paydada buluştuğunu gördüm: Hepsinin “kadınlık” ve “insanlık” namına bir dertleri varmış ancak bunları nasıl dışa vuracaklarına dair bir fikirleri yokmuş. Bu çalışma da onların içindekini ortaya çıkarmış. Aslında bu bir bütünün sadece çok küçük bir parçası değil mi? Filmi izledikten sonra çok çok küçük bir imkanla derdi olan insanın neler yapabileceğini anlıyoruz. Katılır mısınız bu görüşüme?

Kibar Hoca hep, “Benim bir derdim var ve sinema derdi olan insanın işidir,” derdi. Hayatta herkesin bir derdi var evet. Bence de ve bunu herkes farklı bir şekilde farklı şeylerle anlatır. Biz sinemayı seçtik. Çok kısıtlı imkanlarla, bir kamera, bir tripotumuz ve telefonlarımız vardı. Birçok görüntü cep telefonuyla çekildi. Kurgu aşamasında bayağı sıkıntı yaşadık. Hard diskimiz bozuldu, görüntüler gitti. Filmdeki birçok görüntü benim telefonla çektiğim kamera arkası görüntüleriydi. Bu görüntüler bizim filmi kurtardı diyebiliriz. Derdini anlatmanın kısıtlı imkanlarla da olabileceğini anladık biz bu filmde. Önemli olan inanmaktı. Biz Kibar Hoca’ya ve yapabileceğimize inandık ve başardık sanırım. Kibar Hoca, “Ben yaptım, siz de yaparsınız,” diye bizi motive etti sürekli. Biz filmimize inandık. Biz bir aileydik ve atölyemizdeki, dostluğu, dayanışmayı, kadın emeğini, bir şeyler üretmenin hazzını bütün dünya kadınlarına anlatmak istedik.

‘Arşipel Kadınları’ festivallerde gösterilmeseydi, filmlerini çeken katılımcılar eserlerini sadece kendi içlerinde paylaşsaydı onları hayata daha farklı bir yerden tutma yönünde üzerlerindeki etki nasıl olurdu?

Arşipel Kadınları bize hatıra kalır düşüncesiyle çekilen hikâyemizdi. Bu filmin herhangi bir festivale gitme şansı yoktu. Kibar Hoca inanmıştı ve gidecekti. Biz ödül alacağını düşünemiyorduk o dönem. “Yurtdışı festivallere gönderelim dedi mutlaka,” ve ben tesadüfen seçtim gönderdiğim festivalleri. Amerika Los Angeles’ta ‘The Women’s Voice Now’da finalist oldu. Bir hafta sonra ‘6th Edition Europa Film Festival Best Women Doc’, ‘En İyi Belgesel Ödülü aldık. Aslında bize en güzel ödüldü Kibar Dağlayan Yiğit. Gerçekten inanmıştı buna o. Sonrasında yurtiçinde ilk Adana’da göstermekti benim ve Kibar Hoca’nın hayali. Bir anda bu dileğimizde gerçek oldu. Bu çok değerli bizim için.

Bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz? Planlarınız arasında neler var? Yanlış bilmiyorsam bu proje birkaç yerde daha devam ediyor…

‘Mahallemizin Kadınları Sinema Yapıyor’ projemiz artık bir marka ve Kibar Hoca ve ben bu markanın patentini aldık. Şu anda projemiz İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Tunç Soyer’in desteğiyle İzmir Kadifekale, Örnekköy ve Aliağa atölyesinde yine kadınlara sinemayı anlatmaya, yine filmlerle ve kadın yönetmenlerle, yine insanlara iyi gelmeye devam ediyor. Yakında birkaç ilde ve ilçede yeni atölyelerle devam edecek. Ben ikinci belgeselim Bir Kayboluş Hikayesi’ni Akhisar Film Günleri’nde gösterimimi ve söyleşisini yaptım. Pandemide çok fazla emek veren doktorlarımız için kısa bir reklam filmi yaptım. Tabii ki bunları Kibar Dağlayan Yiğit’in o güzel yüreği ve desteğiyle yaptım. İyi ki de şehre bir film gelmiş ve iyi ki Kibar Hoca’yla yollarımız kesişmiş. Biz eline hiç kamera almamış, belki hiç sinemaya gitmemiş kadınlara derdini sinemayla anlatmalarına ve bize iyi geldiği gibi onlara da iyi gelmesini dileyerek eğitimlere atölyelere devam ediyor olacağız.

Burak Soyer

Burak Soyer 9 Ocak 1986’da Kütahya’da doğdu. 1992 yılında Çanakkale’ye yerleşti. İlkokul, ortaokul ve liseyi burada okudu. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı’nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı. 2005 yılında Radikal gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Radikal Kitap’ta stajyer olarak gazeteciliğe başladı. 2006-2008 yılları arasında Akşam gazetesi Ekler servisinde muhabir olarak çalıştı. 2008’in sonunda “memleketim” dediği Çanakkale’ye geri döndü. Burada çeşitli yerel gazetelerde görev yaptı. 2010 yılında internethaber.com’da editör olarak işe başladı. 2012 yılında Reklam Store şirketine bağlı 12 sektörel internet sitesinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Buradan ayrılıp sözcü.com.tr’de editör olarak işe başladı. Bu dönemde İstanbul Oyuncu Tayfası’ndan oyunculuk eğitimi aldı ve tekrar Çanakkale’ye dönerek Çanakkale’nin ilk özel tiyatrosu Tiyatro Troya’da oyunculuk eğitimine devam etti. Bu eğitimler neticesinde Son Mektup filminde George karakterini canlandırdı. 2009 yılında girdiği Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 2014 yılında mezun oldu.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top