Bir kitaptan fazlasıdır Sabahattin Ali

Yaşadığı ülkeyi, insanını çok seven Sabahattin Ali halkın yoksulluğuna, cehalete, adaletsizliğe karşı çıkmış ailesi ve dostlarına yazdığı mektuplarda da sık sık bu konulara değinmiştir.

Nasreddin Hoca fıkrasındaki “tavşanın suyunun suyu” gibi elini attığı her şeyin özünü yitirip sulanmasına ve yavanlaşmasına neden olan postmodern kapitalist dünyanın; her şeyi ile son sürat bir yavanlaşma yarışına kapılan modern yaşamın kitap alemine el atmaması  düşünülemezdi. “Mutfaktaki sarı beze bile benden çok dokunuyorsun” diyen kitaplardan tılsımlı olduğu için evdeki kişi sayısı kadar alınması gerekenlere kadar envai çeşit kitap(!) dolaşıyor piyasada. Kimi zaman karşımıza çıkan “Çok Satanlar” listeleri ise gerçek kitap severleri kahrediyor zaman zaman. Gerçekten faydalı olmak, üzerinde düşünmek, yazmak isteyenler bir tarafa kitap bir tabela olarak değerlendirilip sosyal medya mecralarında kahve yanında sergileniyor.

                İçerik ve kurgu açısından zayıf ancak kolay okunan benzer konulu kitaplar fasfoodvari bir zihinsel beslenme açısından sahte doygunluk hissinin oluşmasını sağlayıp kişi de “iyi okur” olduğu yanılgısını doğuruyor. Kötü çocukların gezindiği karanlık liselerde geçen, vasat ve küfürlü bir dilin tercih edildiği “su gibi akan”(!!!) kitaplar bunlar.

                Yeni kitaplarda ve yazarlarda meydana gelen bu hafifleşme kimi eski yazar ve eserlerin de anlam kayması yaşamasına neden oluyor. Yazar veya eserin nitelik, içerik yönünden ziyade sırf “moda” düşüncesiyle metalaşması, bir nesne haline getirilmesine neden oluyor. Türk okurunun yaklaşık son on yılda keşfettiği(!) kitaplar var. Stefan Zweig’in novellaları ya da Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı gibi. Ancak her zaman en kestirme yolu arayan, üzerine düşünmekten bir hayli korkan necip milletimiz  birkaç kitabına tav olduğu yazarın diğer kitaplarını incelemeyi, edebi düşüncesine, dünya görüşüne şöyle bir göz atmayı pek arzu etmiyor. Kitapyurdu.com’un verilerine göre Zweig’in “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” kitabı 124 bin adetten fazla bir satış rakamına ulaşmışken aynı yazarın okurun düşünce dünyasına renk katacak “Yarının Tarihi” yahut “Rotterdamlı Erasmus”kitapları 2 binli satış rakamlarına bile erişememiş görünüyor.*

                Bookstagramların ve bookstagram adaylarının en sevdiği yazarlardan biri de Sabahattin Ali kuşkusuz. Türk edebiyatına roman, öykü, şiir ve tiyatro oyunları kazandırsa da günümüzde Sabahattin Ali en çok Kürk Mantolu Madonna kitabıyla tanınıyor. Oysa yaşamından ölümüne kadar Sabahattin Ali Türkiye’nin 1930 ve 1940’lı yıllarına damgasını vurmuş bir yazar/şair.

                2019’da yasal telif süresinin dolmasıyla pek çok yayınevi canhıraş bir biçimde Sabahattin Ali kitapları yayımlasa da çoğunca tercihin Kürk Mantolu Madonna’dan ve diğer iki roman ile birkaç öykü kitabından oluştuğu görülüyor. Sabahattin Ali konusunda en cömert davranan yayınevi ise Yapı Kredi Yayınları (YKY). Roman ve öykülerinden hariç  YKY, yazarın şiir ve tiyatro oyunlarını, mektuplarını ve geçmişte kaleme aldığı gazete/dergi yazılarını da okuyucuya sunuyor. Gazeteci Can Semercioğlu “Kafeinsiz kahve ve Sabahattin Ali’siz Kürk Mantolu Madonna” isimli yazısında günümüzde Sabahattin Ali’ye karşı olan marazlı yaklaşımı şu şekilde ifade ediyor:

                “Yayıncılar Sabahattin Ali’yi sadece iki kitaptan ibaretmiş gibi sunmakta bir beis görmüyor. Çünkü iyi kazandırıyorlar… Tıpkı Raif Efendinin Kürk Mantolu Madonna

tablosuna vurulması gibi, hepimiz Sabahattin Ali'nin kitaplarının imgesine vurulmuş durumdayız. Bu imgeyi yaratan şey de aslında iç içe geçmiş iki unsur: (1) Mevcut siyasal düzenin Sabahattin Ali'yi dışlaması ve bu yüzden Sabahattin Alinin kendi kimliğinin tırpanlanıp yerine protez bir imgeyle sunulması ve (2) piyasanın Sabahattin Aliyi olduğu gibi okutmaya pek yanaşmaması. Çünkü ikisinden de kaçınmak de yayıncılık dünyası için konforlu bir alan yaratıyor. Hem Sabahattin Ali'nin yazdıkları, başına gelenler ve edebi kişiliği dışlanarak siyasal alanın dışında konumlanan bir mevcudiyet kazandırılıyor hem de hâli hazırdaki imgenin güçlendirilmesi hızlıca kâra çevrilebiliyor. Yayıncılar kitaplarından Sabahattin Ali'yi çıkarıyor ve karşımızda böyle bir manzara çıkıyor.”**

Emperyalizmin kurbanı

                Başın Öne Eğilmesin isimli kitabıyla Sabahattin Ali’yi anlatan Hıfzı Topuz kitabının girişinde yazarın cinayete kurban gitmesine özellikle değiniyor ve şöyle diyor:

“Sabahattin Ali olayı ‘Faili Meçhul’ bir cinayet sayılamaz. Bu cinayet bizde global terörün ilk uygulamasıdır. Katil diye yakalanan ve suçu üstlenen Ali Ertekin tetikçi bile değildir Ne katil yakalanmıştır, ne de tetikçiler. Sabahattin Ali bizde yeni emperyalizmin ilk kurbanı olmuştur. Bu cinayeti daha sonraki yıllarda bağımsızlığa, laik ve demokratik düzeni savunan Atatürkçülerin öldürülmesi izlemiştir. Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Uçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri hep aynı zincirin halkalarıdır.”

 Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi diğer dev sanatçılarla çıkardığı Markopaşa ve türevi gazeteler Sabahattin Ali’nin toplumsal konulara doğrudan temas ettiği ve onu Kürk Mantolu Madonna aracılığıyla aşk yazarı zanneden gençlerin daha iyi tanımasını sağlayacak yazılarla doludur. YKY tarafından  “Markopaşa Yazıları ve Ötekiler” kitabında yazarın farklı toplumsal meselelere dair düşüncelerine rastlayabiliyoruz.

Kitapta yer alan “Ne istiyoruz?” isimli yazısında Ali, milyonların sesi oluveriyordur mesela:

“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Herhangi bir karar alınırken, İzmir'deki ortak tüccar, İstanbul'daki ahbap milyoner değil, bu kararların altında beli bükülen, çoluk çocuk inleyen yığınlar göz önünde tutulsun.”

                “Lanet olsun” isimli yazısında ise şiirsel bir dil kullanır Ali ve eleştiri oklarını tam hedefine gönderir:

“Kendi menfaatlerini milletlerin menfaatinden üstün tutanlara, kendi hak edilmemiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletlerini kölelik zincirleri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmaya çabalayanlara lânet olsun...Hiçbir fikre inanmadıkları için fikirlere, insanı insan eden duygulara yabancı oldukları için insanlık sevgisine, herhangi bir şeyi bilip öğrenemeyecek kadar beyinsiz ve tembel oldukları için bilgiye ve kitaba düşman olanlara lanet olsun...”.

“Genç Arkadaş”

                1947’de Markopaşa’nın devamı olan Merhumpaşa’da yayınlanan “Genç Arkadaş” isimli yazısında ise Sabahattin Ali’nin gençlere seslendiğini ve öğütler verdiğini görürüz:

“Yurdunu, milletini dünyada her şeyin üstünde tut. Bütün varlığını, bu toprakları şenlendirmek, bu topraklar üstünde yaşayan insanların yüzünü güldürmek yolunda harca… Birbirini boğazlamadan yaşamak isteyen bütün insanlara dostluk göster; kendi menfaatleri için dünyayı kana bulamak isteyenlere inanma. Bunları insanlığın, yurdunun ve milletinin düşmanı say… Müdafaa edilecek fikirleri olmadığı için her türlü fikre düşmanlık edenleri ve etraflarına sadece kabiliyetsiz, cahil sürüler toplamak isteyenleri arana sokma.”

                Yaşadığı ülkeyi, insanını çok seven Sabahattin Ali halkın yoksulluğuna, cehalete, adaletsizliğe karşı çıkmış ailesi ve dostlarına yazdığı mektuplarda da sık sık bu konulara değinmiştir.

O tek bir kitaba indirgenemeyecek kadar derin ve değerli bir yazardır. Okumaya karşı sevgisi ise gayet iyi bilinen bir gerçektir.

                Yazıyı Sabahattin Ali’nin eşi Aliye Hanım’a yazdığı bir mektuptan alıntı ile bitirelim:

                “Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku... Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim.”

* Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu için İş Bankası Yayınları, Yarının Tarihi ve Rotterdamlı Erasmus için Can Yayınları’nın baskıları dikkate alınmıştır.

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi