Bir Sanat Teorisyeni Olarak Goya

 Goya resmin gerçeklik ilkesine değil, öznellik ilkesine bağlı kalmasını savunur. Ressam gördüğünü “gerçeğe” uygun ya da olduğu gibi göstermeye çalışmamalıdır; bilakis algısını, şeyleri nasıl gördüğünü göstermeye çalışmalıdır. Tuvale şeylerin nesnel bilgisini değil, öznel deneyimini yansıtmalıdır.

 Ressam olanı değil, gördüğünü resmeder. Resmin nesnesi varlık değil, varoluştur. Ama bu varoluş bireysel veya biricik olmak zorunda değildir; ortak da olabilir. Goya ilerleyen yıllarda artık dünyayı olduğu haliyle resmetmeyi bırakmıştır; dünyaya dair kendi bireysel anlayışını resmeder. Goya’da resmin amacı, biçimleri tekrar üretmek değil; bir yerin, bir eylemin, bir varlığın ruhunu yakalamaktır.

Goya sadece büyük bir ressam değil, aynı zamanda bir sanat teorisyenidir. Goya modern sanatın gelişini haber veren belki ilk ressamdır. Evet, bir avangard hareketin önderi veya bir sanat akımının başlatanı olmadı, ama modern resim anlayışının temelini attı. Goya’nın yapıtlarında ortaya çıkan modern resim, Aydınlanma düşüncesinden, laiklik ve sekülerleşmeden, Fransız Devrimi’nden, cumhuriyetçi ve liberal değerlerden ilham aldığı kadar, batıl inançlardan, bilinçdışından, savaştan, şiddetten, kötülükten de ilham almıştır.

Resim yalnızca bir temsilden ibaret olmayıp, aynı zamanda bir düşüncedir. Dünya ve insan üzerine kelimelerle ifade edilen değil, renkler ve şekillerle ifade edilen bir düşüncedir. Bu yüzden büyük bir ressam büyük bir düşünürdür. Goya da yalnızca zamanının büyük bir ressamı değil, bir düşünürüdür. Goya aklın egemenliğini savunmuş ama aklın karanlık yanlarını da ortaya çıkarmıştır. Akıl onun için sadece aydınlığa çıkaran bir yol gösterici değil, kötülük üreten bir güçtür.

Akıl sadece filozofların kesin bilgiyi üzerine inşa ettikleri bir temel değildir; özgür bir toplumu üzerine inşa ettikleri de bir temeldir. Lakin akıl sorgulamadan, onu tanımadan koşulsuz bağlanılacak yeni bir otorite olmamalıdır. İşte Goya, akılla hareket etmenin gerekliliğini savunurken, ona ihtiyatlı yaklaşma uyarısında bulunmayı da ihmal etmemiş ve yapıtlarında akıl çağının barbarlığını ortaya çıkarmıştır.

Goya düşüncesini genellikle resimleri aracılığıyla ifade etmiştir. Goya’nın külliyatı tablolar, gravürler ve desenlerden oluşan iki bine yakın yapıttan oluşur. 1792’de işitme kaybına neden olan hastalığından sonra, artık sözlü olarak iletişim kurmakta zorluk çekmesi nedeniyle düşüncesini yazılı olarak da ifade etmeye başladı. İşitme kaybından sonra resim yapma biçiminde radikal bir değişim olmuştur. Dış dünyayla iletişimin zayıflaması onu yalnızlığa itmiş ve kendi içine odaklanmaya, böylece hayal gücünü keşfetmeye yönlendirmiştir. Bu andan sonra hırslı ve yetenekli ressam yaratıcı bir ressama dönüşmüştür.

Goya’nın külliyatı içinde özellikle iki yapıt çok önemlidir: bunlar gravür derlemeleri olan Kapriçyolar ve Savaşın Felaketleri’dir. Bunların ilki Goya yaşarken, ikincisi ise öldükten sonra yayınlandı. Gravürlerin düzenleniş sırası kadar ne anlama geldiğini açıklayan kısa sözler de Goya’nın düşüncesinin ifade araçlarıdır. Goya desen ve gravürlerine genellikle başlıklar ve açıklayıcı notlar yazmış ve böylece onların nasıl yorumlanacağının ipuçlarını vermek istemiştir.

Nasıl bir sanat eğitimi?

Goya felsefî, siyasal ve sanatsal konuları ele alan yazılı metinler pek kaleme almamış olsa da, mektup ve rapor gibi düşüncelerini çok iyi ifade ettiği bazı değerli metinleri bize kalmıştır. Goya yöneticisi olduğu San Fernando Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi için yazdığı bir raporda, resim eğitiminin olabildiğince özgür olması gerektiğini savunur. Ona göre kurallar bağlayıcı olmamalı ve eski büyük ustaların yapıtlarından daha çok doğa taklit edilmelidir. Resimde değişmez kurallar ve özgünlüğün ortaya çıkmasına izin vermeyen baskıcı bir eğitim, hep aynı şeyi çalışma ve ustaların yol ve yöntemini takip etme zorunluluğu olmamalıdır. Bunlar aslında gençlerin yeteneklerinin gelişmesinin önündeki büyük engellerdir. Her öğrenciye kendi yöntemini geliştirme hakkı verilmesi gerekmekle beraber, bu uğurda izleyebilecekleri yolların çokluğu da gösterilmelidir.

Resim eğitiminde etüt çok önemlidir, ama bu çalışma eski modellere değil doğaya bakarak olmalıdır. Bunun nedeni, ne kadar ustaca olursa olsun doğanın bir taklidini taklit etmek yerine, bir yaratıcı olan ressamın en büyük yaratıcı olan Tanrı’nın eserlerini doğrudan gözlemlemesi gerekliliğine dayanır. Henüz öğrenci olan bir ressam tarafından taklit edilen bir ustanın eseri ne kadar mükemmel olursa olsun, sonuçta Tanrı’nın eserinin bir fanî insan tarafından ve onun yanılabilir duyularıyla algıladığı şekilde bir taklidinden ibarettir. Eski ustaların eserlerini model alan eğitimin sonuçları öngörülebilir olup, amaç sanatta aynısını yapmaktır. Oysa özgür eğitimin sonuçları öngörülemezdir ve amaç sanatta farkı ortaya çıkarmaktır. Her bir öğrenciyi kendi ruhunun eğilimlerini keşfetmek üzere estetik bir serüvene çıkmaya cesaretlendirmek ve eskilerin yolunu izlemeye zorlamamak gerekir. Goya akademik özgürlüğü savunur. Çünkü resmin amacı insan varoluşunun hakikatini açığa çıkarmaktır.

Klasik resim eğitiminde olduğu gibi, ressamlar, perspektif kurallarını öğrenmek için geometri ve diğer bilimlerin disiplini ve bilgisine tâbi hale getirilmemelidir. Sanatlar kendilerine özgü bir düzene uymalı ve estetik ölçütlere göre değerlendirilmelidir. Gerektirdikleri teknik bilgiler de sanatlara özgü olmalıdır; sanatlar fizik ya da matematiğin uygulama alanları değildir. Elbette büyük sanatçılara saygı göstermek, onları tanımak gerekir ama saygı itaate ve tanıma tâbiyete dönüşmemelidir. Büyük sanatçıların eserleri öğrencilerin yaratıcılığına baskı yapmayacak şekilde, ilham ve fikir verecek inceleme konuları olabilir; yoksa resmin ilke ve kurallarını bildiren sanat ilmihalinin kaynağı değildir.

Bu bağlamda resimde perspektifin artık titizlikle inşa edilmesine gerek yoktur. Zaten 1789 Fransız Devrimi’yle dünyanın düzeni sarsılmıştır. Toplumsal sınıfların arasındaki sınırların bulanıklaştığı gibi nesnelerin sınırları da bulanıklaşmıştır ve birinden ötekine kolayca geçilebilmektedir. Bundan sonra resmi düzenleyen, matematiksel ve fiziksel kurallar değil, gölgelerin ve ışıkların yorumlanmasıdır. Nesnelerin sınırlarını belirlemesi gereken çizgi yerini renk kütlelerine bırakmıştır. Renk kütleleri nesnelerin gerçekliğini yansıtmaktan ziyade, resmin kompozisyonunu oluştururlar.

Sanatın yeni kuralları

Goya, resimle doğa arasında tam bir benzerlik aramaktan çok, yaratma sürecinin kendisiyle ilgilenir. Onun için temsilin mükemmelliği, tuvaldeki şekillerin “gerçeğe” uygunluğu değil, resmin kendisi ve onu ortaya çıkaran düşünce ve yaratıcılık önemlidir. Yani resimde önemli olan teknik beceri değildir, hakikati ortaya çıkaran ve böylece hayret veren bir duygu uyandıran yaratıcı hayal gücü ve eylemdir. Goya görünen dünyayı temsil etmek olarak resim anlayışını terk etmemiştir ama sadece gördüğünü kopyalamakla da ilgilenmez. Resmin dış dünyanın bilgisinden beslendiği kadar iç dünyanın bilgisinden de beslendiğini, duyular kadar sezgiye de dayandığını vurgular. Goya’ya göre bütün dehaların olduğu gibi sanatçıların da genel kurallara uymama hakkı vardır. Ressamın göstermeye çalıştığı hakikatin keşfi, akademide öğretilen gelenek ve kurallara uyularak değil, bireyselliği destekleyen bir eğitimin sağladığı bilgilerle donanarak çıkılan içsel bir yolculukla sağlanabilir.

Sanatçının amacı görülen doğayı, çevresinde algıladığı maddi biçimleri değil, Tanrısal yaratım sürecini taklit etmektir. Sanatçı evrenle uyumlu ama ondan farklı bir başka evren yaratır. Rönesans’tan beri sanatçılar yaratıcılık vasıflarıyla kendilerini diğer insanlardan ayırarak Tanrı’ya benzetirler. Sanatsal yaratımın özgürlüğünü savunan Goya’nın manifesto niteliğindeki raporu 19. ve 20 yüzyıllarda ortaya çıkan sanatsal hareketlerin ve çoğulculuğun habercisi olmuştur.

Goya’nın raporundaki düşünceler Aydınlanma felsefesi ve liberal düşüncelerle uyumludur. Goya, “bırakın herkes ruhunun eğilimini takip etsin” ve “öğrencilerin dehasına özgür alan bırakın!” diyerek resimde dayatılan kurallara karşı çıkar. Goya o zamanlar etrafındaki kimsenin yüksek sesle söylemeye cesaret edemediği düşünceleri akademinin hala ağırlığı hissedilen skolastik havasında açıkça ifade etmiştir. Onun savunduğu eğitim modelinin uygulanabilmesi için toplumsal düzenin bireysel tercihler üzerindeki etkisinin azalması gerekiyordu. Sonunda 1789 Fransız Devrimi toplumsal düzeni bireyin özgürleşmesini sağlayacak şekilde değiştirdi.

Diğer taraftan, Goya’nın herkese klasik modellerin empoze edilmesini reddetmesi, onları asla model almamayı savunduğu anlamına gelmez. Elbette öğrenciler klasik yapıtları öğrenmeli ve bilmelidirler. Kendisi de Vélazquez ve Rembrandt’ı dikkatle gözlemlemişti. Goya resimde mükemmelliğe dair belli örneklerin gösterilerek yaratıcılığa çizilen sınıra karşıdır; yoksa eski ustaların eserlerine kayıtsızlığı ve “ne olsa gider” şeklinde bir keyfiliği telkin etmemektedir. Goya sadece yeteneği geliştiren değil, yaratıcılığı destekleyen de bir eğitimi önermektedir.

Resimde aslolan kütledir

Goya sadece resim eğitimi üzerine değil, resim üzerine de teori üretmiştir ve onun resim teorisi avangard resme, özellikle empresyonizm ve kübizme giden yolu açmıştır. Goya resimde hep çizgilerin egemen olmasından şikâyet eder. Oysa aslolan kütledir. Çünkü ona göre doğada çizgiler bulunmaz. Goya’ya göre doğada öyle fazla renk de bulunmaz; aslında güneş ve gölgelerden başka bir şey yoktur. Doğada kütleler, girintiler ve çıkıntılar vardır. Goya doğaya veya çevresindeki varlıklara baktığında asla çizgileri ve ayrıntıları algılamadığını söyler. Karşısında duran bir adamın yüzündeki sakalın kıllarını tek tek görmediğini ve giysisinin düğmelerini fark etmediğini belirtir. Öyleyse fırçası da onlara dikkat etmek zorunda değildir. Ressam, yaptığı resimdeki figürlere bakanı kendisinin gördüğünden daha “iyi” görmeye zorlamamalıdır. Oysa ona göre, Rönesans’tan beri ressamlar doğada gördüklerinin ötesinde tuvallerine abartılı ve sahte detaylar ekleyerek bir güzellik yanılsaması üretmişlerdir. Yüzyıllar boyunca ressamlar en sivri kalemle veya en ince fırçayla badem gözler, yay gibi dudaklar, ters yedi burunlar, oval başlar çizip seyirciyi ideaların varlığına inandırarak şaşırtmışlardır.

Goya resmin gerçeklik ilkesine değil, öznellik ilkesine bağlı kalmasını savunur. Ressam gördüğünü “gerçeğe” uygun ya da olduğu gibi göstermeye çalışmamalıdır; bilakis algısını, şeyleri nasıl gördüğünü göstermeye çalışmalıdır. Tuvale şeylerin nesnel bilgisini değil, öznel deneyimini yansıtmalıdır. Ressam olanı değil, gördüğünü resmeder. Resmin nesnesi varlık değil, varoluştur. Ama bu varoluş bireysel veya biricik olmak zorunda değildir; ortak da olabilir.

Goya ilerleyen yıllarda artık dünyayı olduğu haliyle resmetmeyi bırakmıştır; dünyaya dair kendi bireysel anlayışını resmeder. Öznellik nesnelliğin yerini almıştır ve bundan sonra Goya’da resmin amacı, biçimleri tekrar üretmek değil; bir yerin, bir eylemin, bir varlığın ruhunu yakalamaktır. Resimlerinde kendi düşüncesine sadık kalır ve akademik kurallara uymak yerine bizzat kendi ruhunun eğilimlerini takip etmeyi tercih eder. Ama bu asla onun kendi fantezilerini uyandırdığı anlamına gelmez. Her deneyim özneldir ama tanıklık ortaktır. Goya özellikle Savaş’ın Felaketleri’nde herkesin şahit olduğu şiddeti ve kötülüğü kendi iç dünyasında hissettikleri aracılığıyla yorumlayarak resmeder.

Goya’nın sanatının dönüşümü, Hegel’in Batı sanatı tarihinin anlamı olduğunu düşündüğü tinin özgürleşmesinin etkileyici bir örneği sayılabilir. Hegel’in Estetik’te anlattığına göre, Yunan heykellerine karşılık gelen klasik dönemin sonundan itibaren, insanlar etraflarında gözlemledikleri doğal biçimlere güvenmeyi bırakmış ve ruh ya da tin kendi bilincine varmak için başkalığa açılmıştır. Sanatçı artık doğanın güzelliğini taklit etmeye çalışmaz, onun işleyiş biçimini keşfederek ifade etmeye çalışır. Hegel’in romantik adını verdiği sanatın bu aşaması 19. yüzyılda modern sanatla sona ermiştir. Hegel, Goya’yla ilgili hiçbir şey bilmiyordu ama büyük sanat akımlarını ortaya çıkaran düşünce ve olaylara dair bir filozof için kapsamlı bilgiye sahipti. Hegel’den yüz yıldan fazla zaman sonra İspanyol filozof Ortega y Gasset, Batı resminin evrimini dünya-nesneden ressam-özneye doğru bir dönüşüm olarak tanımladığında, Hegel’in Estetik’ini üzerine kurduğu sanat tarihi anlayışını olumlamaktan başka bir şey yapmamıştır. Ortega’nın tanımladığı gibi Batı resmindeki dönüşümün en iyi örnekleri Goya’nın resimlerinde görülebilmektedir.

*Tzvetan Todorov, Goya: Aydınlanmanın Gölgesinde, çev: Sezin Şahin, Othello

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Su Arşivi