Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“Bir senarist için sürekli kötülük, entrika düşünmek dünyanın en korkunç işi”

Sektöre başladığım zamanlarda ilk tanıştığım insanlardan biri oldu kendisi. İstanbul’a korkarak gelmişsin, büyük televizyoncu olma hayallerindesin bu noktada ilk tanıştıklarının iyi insan olması çok önemli. İşte o iyi insanlardan biriydi benim için o. Sonra onun arkadaşlarıyla da tanıştım ve hayatımın en güzel ilk yılları böylece başlamış oldu. Ben Barış’ı tanıdığımda haberciydi sonra hayatı ilk başladığı hayallerine dönüştü ve senarist-oyuncu olarak kariyerine devam etti. Ben de bu yolculuğunda kendisini takip etmeyi ve iletişimde kalmayı sürdürdüm. Barış Başar hepinizin haberci-oyuncu olarak ekrandan bildiği, beğendiğiniz dizi ve filmlerde kalemi olan bir isim. Yakın zamanda ‘Sil Baştan Kaynanam’ filmi vizyona girdi, şimdilerde ‘Darmaduman’ dizisinde oynuyor. Ve çok yakında vizyon bekleyen bir çocuk filminin heyecanını yaşıyor. Hikâyeleri hiç bitmeyen ve sürekli yazan, cebinde kelimelerle dolaşan Barış Başar ile habercilikten bugüne uzanan hikâyesini konuştuk. 


“Ailem konservatuar eğitimi almamı istemiyordu”

Ben seni haberci olarak tanıdım. Ama sen şimdi senaristlik ve oyunculuk yapıyorsun. Haberci olma hikâyesi neden başladı?

Aslında ben Müjdat Gezen Konservatuarı’ndan mezun oldum. Okulu seçtiğim andan itibaren de evden ayrılmak zorunda kaldım. Ailem konservatuar eğitimi almamı istemiyordu. Benimle ilgili başka planları vardı ama ben tercihimi yapmıştım. “Kendine güveniyorsan git” dediler, ben de gittim.

“Babam benimle ilgili bambaşka hayaller kuruyordu”

Baya seni istemiyoruz ne halin varsa gör mü dediler?

Babam benimle ilgili bambaşka hayaller kuruyordu ve benimle ilgili planları vardı ve yıkıldı. Sınavlara gizlice girmiştim ve kazandım. Oraya girdim ama tabii hayatımı bir şekilde döndürmem, para kazanmam lazım ki işte bir ev tutayım, barınayım falan… Çok sıkıntılı süreçlerdi. Okula başlayınca yaşamam için bir şeyler yapmam gerekti. Nasıl geçineceğim?

“Zengin hayatı bırakıp konservatuar okuyacağım diye sıfıra geçtim”

Ailen maddi olarak hiç mi destek olmadı?

Sıfır. Ceketini alıp çıkma var ya, öyle oldu. Ve iyi bir durumdayız hani, babamın işleri gayet iyi. Bildiğin bir anda o güzelim zengin hayatı bırakıp konservatuar okuyacağım diye sıfıra geçtim. Hatta -10 diyeyim ben sana, sıfır bile başlangıç için iyi bir rakam.


Büyük cesaret valla! Kaç yaşındasın 18 yaşları olmalı değil mi?

Liseyi erken bitirdim, 17 yaşındaydım. 

“Alper Kul’da benimle aynı durumdaydı birbirimize yoldaş olduk”

Peki aile bu kadar istemezken konservatuar nasıl aklına düştü? 

Ben Karadenizli bir ailenin çocuğuyum ve erkekler öyle istediği mesleği, işi seçemez ama kızlarda bu durum çok keskin değil. Ablam Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü’nü bitirdi, biraz ondan etkilendim herhalde. Erkekler genellikle baba mesleklerini devam ettirirler, ticaret falan o işlerle uğraşırlar. Ama ben inat ettim, şansım da yaver gitti ve Müjdat Gezen’de okumaya başladım. Okurken Şehnaz Tango ve Süper Baba'da oynadım. Ama tabii o zaman çok ufak roller ve çok küçük paralara oynuyoruz. Dublaj yapıyorum bir yandan. Üç beş geliyor ama diyorum ki böyle olmayacak. Benim sürekli bir gelirimin olması lazım. Bir şekilde barınma sorununu çözdüm. Alper Kul da benimle aynı durumdaydı birbirimize yoldaş olduk. 

“Ailelerimiz geri adım atmadı, Karadenizliler öyledir”

Aileleriniz hiç geri adım atmadı mı? 

Ailelerimiz geri adım atmadı, Karadenizliler öyledir. Kapıyı gösterir, sen kendine güveniyorsan çıkarsın ya da çıkmazsın. Alper ile biz çıkanlardan olduk. Ama hiçbir gün pişman olup da dönmeyi ne Alper ne ben düşündük.

“Bugün hâlâ her ikimiz için de söyleyebilirim savaşçıyızdır, bırakmayız”

Aileler istemiyor ama siz konservatuarda okumak adına geçim savaşı veriyorsunuz.

İkimizin de ailesinin durumu iyi ama biz inat ettik iki laz inadı diyelim eski, yıkılmak üzere olan bir ev tuttuk, çok zor sıkıntılı süreçlerdi. Sonra da her türlü işte, para kazanacağımız her işte çalıştık. Hep burnumuzun dikine gittik, hep de tırmalayarak. Şimdi düşününce ne kadar kıymetliymiş o mücadele daha iyi anlıyorum. İyi ki gitmişiz, o zorlukları yaşamışız. Bugün hâlâ her ikimiz için de söyleyebilirim savaşçıyızdır, bırakmayız. O yüzden bu kadar çalışkan olmak ve yazalım, üretelim durumu biraz oradan geliyor.

“Gece muhabiri olarak işe başladım”


Ne iş olsa yaparım durumundan sağlam bir iş bulma derdiyle mi habercilik hikayen başladı?

Biraz öyle… Sağlam bir iş bulmam gerekiyordu. Büyük ablam borsacı, Levent Altınay ile de tanışıyorlar. Ablam “Senkron TV diye bir yer var, Levent Altınay’a seni yönlendireceğim” dedi. Orada ‘Sıcağı Sıcağına’ diye bir program yapılıyordu ve ben gece muhabiri olarak işe başladım. O zaman programı Haluk Kurtoğlu sunuyordu. Sonra Haluk Bilginer sundu ve daha birçok önemli isim o programdan geçti. 

“Akşam 8’den sabah 8’e kadar İstanbul’da aklına gelebilecek her yerde haber kovalıyoruz”

Ekip de program da iyiydi hatırlıyorum.

‘Sıcağı Sıcağına’ yakıp yıkıyor o yıllarda. Özel televizyonculuğun başı ve biz çok sağlam reytingler alıyoruz. Gece muhabiriyim elimde bir polis telsizim ve kameraman arkadaşımla akşam 8’den sabah 8’e kadar İstanbul’da aklına gelebilecek her yerde haber kovalıyoruz. Yaklaşık 3 yıl boyunca arabada haber bekledik, uyuduk, sabahladık. Üç sene sonra gündüze geçtim, sonra bir baktım ki bu iş benim mesleğim olmaya başladı. Okulu uzattım, daha az gitmeye başladım. Ben bir anda profesyonel anlamda hayatını buradan geçindiren muhabir oldum.

“CNN Türk'ün ilk kurucu muhabirlerinden biri oldum”

Sonra da habercilik seni bırakmadı, iyi para kazandın mı, değdi mi?


19 yaşında Sıcağı Sıcağına'da geçti sonra ATV'ye, 8 ay sonra da STAR Haber'e geçtim. İki yıl STAR Haber'de Ufuk Güldemir yönetiminde, Haber Müdürü Soner Yalçın çok kaliteli bir ekiple çalıştım. Sonra Mehmet Ali Birand yönetiminde CNN TÜRK kuruldu. CNN Türk'ün ilk kurucu muhabirlerinden biri oldum, 98'in herhalde Ağustos'u CNN TÜRK'teydim. 2001'e kadar 3 sene CNN TÜRK'te yine polis ve adliye muhabiri olarak çalıştım. Sonra SHOW TV'ye transfer oldum. SHOW TV, SKYTÜRK derken 2005'e kadar sürdü.

“Günü geldikçe o hikâyeler çıkıyor ve filme dönüyor ya da diziye dönüyor”

Ne güzel bir tecrübe olmuş. 

Hayatında neye geri dönmek istersin deseler gece muhabirliği derim. Gündüz o kadar haber de sundum, CNN Türk'te bir sürü yerde çalıştım ama en unutamadığım dönem o gece çalıştığım dönem. Çünkü belli bir çevrede, fanusun içinde büyüyorsun. Ama şehir çok büyük ve hayatım boyunca gitmediğin mahalleler, yaşamlar var, olaylar, hayatlar var. Bir yanda tanık olmaya başlıyorsun ve hiç o zamanlar aman ben ileride sinemacı olurum, senarist olurum, hikayelerim olur falan diye de değil. Ama biriktirmeye başlamışım. Bugün aslında onları çıkarıp çıkarıp yazıyorum. Yani benim bir rafım var, o rafta bir sürü hikâyem var. Günü geldikçe o hikâyeler çıkıyor ve filme dönüyor ya da diziye dönüyor. O yüzden benim biriktirdiklerim, yaşantım oradan gelen şeyler.

“Yeni Türkiye’de biz eski Türkiye'nin muhabirleri olarak tasfiye edildik”

İşi de çok sevmişsin ve mesleğin olmuş. 

Çok sevdim gerçekten. En son 2004'te Kuzey Irak Savaşı'nda bölgede savaş muhabiri olarak çalıştım. Hakkari Çukurca hem sınırın bu tarafında hem Kuzey Irak tarafında. Sonra da işte medya el değiştirmeye başladı. Yeni Türkiye’de biz eski Türkiye'nin muhabirleri olarak tasfiye edildik. 2005 itibarı ile de medya, benim için haber merkezi olayı kapandı.

“Saygın Delibaş “Rol senin” dedi ve hikâyem değişti”


Sonra baktın medya el değiştirdi ben ne yapacağım olmuşsundur. Bu durumu ben de yaşadım hâlâ da yaşayabiliyorum. Sonra ne yapacağını nasıl buldun?

Oldum tabii. O sırada da aynı dönemde okuduğum arkadaşlarım bir tiyatro kuruyorlar ve Alper Kul oynuyor. Alper “Okuma provasına sen de gel” dedi. Okuma provasına gittim ve oradakilerin hepsi okuldan dönem arkadaşım. Saygın Delibaş ve Fethi Kantarcı oyunun yazarları aynı zamanda. Saygın oyunun yönetmeni, prova sırasında dedi ki; “Ben oyuncuların nasıl okuduklarına bakacağım, benim rolümü sen okur musun? Ben de “Okurum” dedim, okudum ve Saygın “Sen oyna bu rolü” dedi. “Ya nasıl oynarım, medyayı bıraktım yapacak işim yok ama olur mu, olmaz mı” derken Saygın “Rol senin” dedi ve hikâyem değişti.

“İş işi doğurdu”

Oyunu izlemiştim çok güzeldi sonra o ekip, baya iş de yaptınız.

İstanbul Kraliyet Tiyatrosu olarak ‘Hastasıyız’ oyunuyla 600 oyun falan oynadık. Sonra ikinci oyunumuz ‘Denizaltı’ geldi. Öyle ki ‘Hastasıyız’ o kadar çok beğenildi ki Kanal D DVD’sini çıkarttı. Sonra televizyona bir skeç programı yapın dediler ‘Haneler’i yine Kanal D’ye yaptık. İş işi doğurdu yine Saygın’ların yazdığı dizi ‘İki Aile’ oldu.

“Bugün bu isimler herkes için de kıymetliler”

Bir okuma provasına gitmen ve Saygın'ın rolünü oynaman hayatını değiştirmiş. Alper ve Saygın aslında hayatında önemli roller oynamış. 

Biz okurken de Alper bir dönem Amerika'ya gitti ve ben Saygın’ın yanına taşındım. Saygın da benim çok kıymetlimdir. Hani Alper'den sonra okul hayatımdaki en önemli ikinci adamdır. Saygın Delibaş ustamdır her anlamda, yazarlık anlamında da her şeyimi sorarım, danışırım, ilk yönetmenimdir. Ben bu işi arkadaşlarımdan Ahmet Saraçoğlu, Serdar Orçin’den öğrendim aslında. Bugün bu isimler herkes için de kıymetliler.

“Ön hazırlığım vardır hep bir B planım vardır”

Çok şanslısınız böyle bir arkadaş grubunuz olduğu için. Birbirine her anlamda yardım eden, birbirine rol yazan ve veren, ekip olabilen.

Kesinlikle öyle. Hayat bir şekilde önüne fırsatlar sunuyor ve bunu ne kadar değerlendirdiğin ile de alakalı. Ben hep bir şekilde o fırsatları tetikte beklerim. Ön hazırlığım vardır hep bir B planım vardır. Sürekli kendimi o anlamda donanımlarım. Sonra işte oyunculuk macerası başladı.

“Zamanla Ünal Yeter ile partner olduk ve birlikte yazmaya başladık”

Tiyatro oyunları, Haneler, İki Aile de uzun soluklu işler olduğu için güzel bir başlangıç olmuş.


Aynen öyle. Sonra yolum Tayfun Güneyer ile kesişti. Tayfun Ağabey’in dizilerine Ünal Yeter ile oyuncu olarak girdik. Tayfun Ağabey sonra Ünal ile ikimizi yazı grubuna aldı. Ünal ile tanışmak, birlikte çalışmak bambaşka bir duruma dönüştü. Ünal ile birlikte bugün çok önemli senaristler arasında olan isimlerle çalıştık. Zaten hem Ünal hem ben o dönem iş üzerine iş aldık. Reklamlarda oynadım, oyunculuk yaptım, dublaja gittim, setlerde çalıştım. Zamanla Ünal ile partner olduk ve birlikte yazmaya başladık.

“Kendi başımıza bir usta olmadan yazdığımız iş Galip Derviş'ti”

Birlikte yazdığınız ilk iş ne oldu?

İlk iş! Aslında kendi başımıza bir usta olmadan yazdığımız iş Galip Derviş'ti. Barış Pirhasan hocam 3. sezonda ayrıldı. Ben aynı zamanda dizide oynuyordum. Galip Derviş'in 3. sezonunu Ünal ile birlikte yazdık. Ünal ile beraber kimse karışmadan yazdığımız iş Galip Derviş'tir. Bir dönem Ünal oyunculuğa ağırlık verdi ben Hakan Aksun ile dizi yazdım. Ardından Mahinur Ergun ile çalıştım. Bu isimler çok önemli ustalarımdır, onlardan çok şey öğrendim ve kendilerini çok severim. Onlar sektörü kuran insanlar.

“2019 senesinde ilk sinema filmi ‘Nasipse Olur’ hayatımızda kırılma noktasıdır”

Senaristlikte hayatının kırılma noktası projesi hangisi?

2019 senesinde ilk sinema filmi ‘Nasipse Olur’… O mesela benim de Ünal'ın da hayatımızda kırılma noktasıdır. Filmin genel hikâyesini beraber kurduk, senaryosu bana ait. Biz ortağız sadece senaryo sinema filminde tek elden çıkıyor. Filmin şöyle bir şanssızlığı oldu, vizyona girdikten iki hafta sonra pandemi oldu ve ülke kapandı. Bu nedenle gişede istediğimiz başarıyı elde edemedik.  Ama dijital haklarını Netflix satın aldı ve o kadar sevildi ki iş haftalarca ilk onda en sevilen Türk filmlerinde kaldı. Sonrasında televizyon hakları SHOW TV'ye satıldı. Herhalde bugün sanıyorum 9 tekrar olmuştur, bütün tekrarlar ilk üçte ve reyting birincisi oldu. Sıcak ve samimi bir hikâye. Yani alt komşundaki kızın başına gelebilecek sahici bir hikâye yazdık. Mutlu sonlu bir hikâye. Her türlü engeli aşıp sonunda mutluluğa ulaşan bir aşk hikâyesi. O yüzden çok sevildi. O sevilince işte bizim artık önümüz açıldı.

“Pandemide en azından sektör çalışanları para kazandı ve evine ekmek götürdü”

Sonra pandemi döneminde de boş durmadınız, dizi yazdınız.

Yine Ünal ile birlikte Atv’ye ‘Gençliğim Eyvah’ adında bir dizi yazdık. Çok istediğimiz gibi gitmedi ama zaten yazlık olarak başladı proje ve 17-18 bölüm falan gibi. Ama pandemide en azından sektör çalışanları para kazandı ve evine ekmek götürdü.

“Sil Baştan Kaynanam filmi Sivas’ta geçen bir iş”

‘Gençliğim Eyvah'tan sonra ne oldu?

Gençliğim Eyvah'tan sonra yeni çektiğimiz ‘Sil Baştan Kaynanam’ filmi oldu. Sivas’ta geçen bir iş.

“Tesadüfen gördüğüm bir fotoğraftan ‘Sil Baştan Kaynanam’ filmi ortaya çıktı”

‘Sil Baştan Kaynanam’ çok güldüğüm ve eğlendiğim bir film oldu. Film hâlâ vizyonda izlesinler isterim. Filmin hikâyesi nasıl çıktı?

Ben bir gün tesadüfen Instagram’da fotoğraf gördüm; bir damat, sepya bir fotoğraf, siyah beyaz bir damat ve yanında o dönemin güzel gelini. Böyle o kostümlerle düşün, etkileyici. El ele tutuşmuş gelin damat ve karısının beline elini dolamış fotoğraf çektiriyor. Burada damadın annesi de var ve oğlunun elini tutmuş. O fotoğraf karesine baktığım anda inanılmaz güzel bir şey bu dedim. Sonra Ünal'a gösterdim. Ünal harika bir şey bu dedi. Bak bir fotoğraftan bir film ortaya çıkıyor. Ondan sonra bu hikâyeyi kurmaya başladık. O güne kadar eziyet gören, hep kendini ezik hisseden gelin bir anda hafızasını kaybedip kaynanasından intikam almaya başlıyor. Bütün aileyi muma çeviriyor. Ve bir de erkek torun doğurunca tüm ipleri eline geçiriyor.  Hikâyenin özeti bu. Her ailede yaşanan durumlar ama hep mutlu sonlar…

“Biz mutlu sonlu hikâyeler, aile hikâyeleri yazmaya devam etmeliyiz dedik”

İçinde komedi ve mizah ağırlıklı olan işler yazıyorsunuz değil mi?

Tabii ki, artık uzmanlığımız o yönde. 12 yıldır bu işi yapıyoruz; yazdığımız bütün işler mizah, komedi ve aile ağırlıklı. Amma velakin öbürünü yapamaz mıyız? Tabii ki yapabiliriz. Niye yapmayalım? Ama tercih etmem ben onu yapmayı. Kendim izlerken, yazarken, tahammül edemiyorum. Sürekli kötülük, entrika düşünmek, birilerinin başına bir şey gelmesini hesap ederek bir şey modellemek dünyanın en korkunç işi. Yapmadık mı yaptık. Nasıl kaçacağımızı şaşırdık. O karanlık ve seni de içine çeken bir dünya. Senaryo toplantılarından çıkıyorduk böyle eve giderken ikimiz de mutsuz, konuşmuyoruz falan. Sonra farkına vardık ki biz bütün gün bu saçmalıkları düşünerek bir şey yazıyoruz, üretiyoruz ama kendi hayatımıza yansımaya başladı. Biz mutlu sonlu hikâyeler, aile hikâyeleri yazmaya devam etmeliyiz dedik, şimdilik kararımız bu. O yüzden hani içinde entrikası bol, inanılmaz vahşi, entrikalı drama dizileri yazmak istemiyorum ben. Ünal da istemiyor. Çünkü o bizi mutsuz ediyor. Biz öyle adamlar değiliz ki! Biz eğlenmeyi, geyik yapmayı, yürümeyi, sohbet etmeyi seven adamlarız. Ha günün birinde zorunda kalır mıyım bilmiyorum hayat nereye götürür. Ama şu anda oyunculuk, dublaj gibi başka yerlerden de para kazanıp hayatımızı geçindirebildiğimiz için sonuna kadar buna direneceğiz.

“Gizemli Ada Mençuna’ bir çocuk ve macera filmi”

Üçüncü filmin heyecanı içindesin… Bir çocuk filmi yazdınız ve vizyona girmeyi bekliyor?

Çocuk filmini de yine Ünal Yeter ile birlikte senaryosunu yazdık. ‘Gizemli Ada Mençuna’ bir çocuk ve macera filmi. Gerçekten çok keyifli bir film çıktı ortaya. Bizim de çocuk anlamında ilk denememiz. Aileler çocuklarını alıp filme gidecekler ve aileler de sıkılmayacak çünkü içinde macera da var. Bir oyun var ortada ve çocuklar bu oyunların bağımlısı fikrinden yola çıkarak hikâye gelişiyor. Film gizemli bir adada geçiyor. Dijital dünyayı da anlatan bir film oldu. Çocukların hatta ailelerin de beğenecekleri bir film yaptık, çok heyecanlıyız.

“Darmaduman’ güzel bir işti, ekip çok iyiydi ve severek oynadığım bir rol oldu”

‘Darmaduman’ dizisinde oynuyorsun sanırım iş bitiyor, oyunculuğa yoğun devam edecek misin?

‘Darmaduman’ güzel bir işti, ekip çok iyiydi ve severek oynadığım bir rol oldu. Maalesef reytinge yenik düştü son bölümlerini çekiyoruz. Kendi projelerimde küçük rol de olsa oynamayı sürdüreceğim. Kontrolün bende olduğu işlerde oyunculuk yapmayı seviyorum zaten genelde son dönemde kendi yaptığım işlerde oynuyorum.

“Dev gibi perdede o odada yazdığın şeylerin canlandığını görüyorsunuz, bu acayip bir şey”

Barış senin için çok güzel bir dönem diye düşünüyorum ortağın Ünal Yeter ile sayısız hikâyeniz var ve yazmaya da devam ediyorsunuz. Bugüne baktığında en çok seni mutlu eden şey nedir?

Yazdığımız hikâyeyi sinema perdesinde görmek diyebilirim. Perdede filmimizi gördük, ya bu muhteşem bir şey. Hani 2004'te benim oğlum doğdu, o heyecana yakın bir heyecan hissettim. Dev gibi bir perdede yazdığın şeyin ete kemiğe bürünmesi, oyuncular tarafından oynanması anlatılmaz yaşanacak bir mutluluk. Sonuçta bir odada karşınızda bir adam var Ünal Yeter. Onunla birlikte önünüzde bilgisayar açık. Bir boş A4 sayfasına bakıp bir şeyler üretmeye çalışıyorsunuz. Ve o ürettiğinizi 40 kere kendiniz revize ediyorsunuz. Ve aradan işte bir zaman geçiyor ve dev gibi perdede o odada yazdığın şeylerin canlandığını görüyorsunuz, bu acayip bir şey. O kadar dizide çalıştık, yazdık, ettik, oynadık. İnan bana hepsinden daha kıymetli. Sinema perdesinde hayat bulmak ve orada var olmak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi