“Bir sutyen ne kadar tehlikeli olabilir?”

Pınar Göktaş’ın yazıp yönettiği, oynadığı Bayrak kısa filmi, saçma bile sayılmayacak önemsizlikte bir mevzunun toplumdaki karşılığını çok doğru bir ‘silah’ kullanarak kara komediyle birleştirerek anlatıyor. Filmi izledikten sonra bize filmle aynı soruyu sormak kalıyor: “Bir sutyen ne kadar tehlikeli olabilir?”

Balkonlu evlerde oturanlar, hayatlarında en az bir kez, balkona kuruması için astığı çamaşırlardan birinin uçup bir yerlere düşmesiyle karşılaşmışlardır. Çok da küfür ettirir bu durum çamaşır asana. Ancak pembe renkli bir sutyen yanlışlıkla alt kat komşunuzun balkonuna takılmış ve bir ‘bayrak’ gibi orada dalgalanıyorsa, sutyen siz onu oradan alana kadar asılı kaldığı müddetçe mahallenin ‘manşetlerinden’ inmezsiniz. Hele bir de almaya gittiğinizde şaka gibi bir olay başınıza gelirse…

Pınar Göktaş’ın yazıp yönettiği ve oynadığı Bayrak kısa filmi işte böyle bir hikayeye dayanıyor. İstanbul’un muhafazakar semtlerinden birinde oturan Eylem (Pınar Göktaş) bir gün geç saatte işten eve döndükten sonra balkonda çamaşır asarken sutyenini alt kat komşusunun balkonuna düşürür. Sutyen “kadınlığın simgesi” gibi balkonda sallanırken Eylem duruma yukarıdan müdahale edemeyince bu ‘ayıbı’ kapatmak için hemen aşağı iner. Tam bu sırada da evi hırsız girdi diye polisler basar ve Eylem de zanlı olarak karakola götürülür. Yanlış anlaşılma olduğunda salıverilen Eylem ise gerçekten ‘eyleme’ geçer.

Bayrak, içinde ‘önem’ kelimesini kullanmak bile saçma olabilecek bir olayı, toplumun kadına yönelik algısını doğru düzlemde kara komediyle birleştirerek anlatan bir film. Pınar Göktaş’la filmi konuştuk.

Bayrak, gerçek bir olaydan esinlenerek ortaya çıkmış sanırım. Önce o olayın aslını öğrenmek isterim. Oldu mu gerçekten böyle bir şey?

Evet senaryoyu gerçek bir olaydan esinlenerek yazdım. Çıkış noktası ve aciliyet hissi gerçek, yazım aşamasında bu hissi en uca nasıl taşıyabilirim düşündüm. Karakter nasıl en kötü, en berbat durumda kalır? Bu soru bana yazarken yön verdi.

Filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?

Daha önce Selin Özdemir ile bir kısa film denememiz olmuştu el yordamıyla ve sevdiğimiz insanlarla yaptığımız hevesli bir deneme. Orada yaptığımız hatalar ve çıkardığımız dersler bu işe bizi hazırladı diyebilirim.

Bayrak tam olarak nasıl bir derdin ürünü?

Bayrak, kamusal alanda kadınlığa dair şeylerin görünürlüğü ve bunun tabu olarak algılanması üzerine bir derdin ürünü. Gerçekten bu kadar önemli mi sorusunu kendime de sorduran bir dert bu. Dünyanın en doğal şeyi olmasına rağmen hala kamusal alanda hijyenik pedler, kadınların emzirmesi ve iç çamaşırları göz önünde olmaması gereken şeyler olarak algılanıyor.

Filmi, gerçek bir olaydan yola çıkarak çekmeseydiniz, tamamen kurmaca olsaydı bile –özellikle karakol kısmı- bence ‘gerçeğe’ ya da ‘görünene’ diyeyim, çok yakın olurdu diye düşünüyorum. Eylem’in, komiser rolündeki Alican Yücesoy’la olan diyalogları, yanlış anlaşılma sonucu sutyenin karakoldan çıkarken Eylem’e geri veriliş şekli, komiserin “Aileler bunları okusun diye gönderiyor”la başlayan söylenmeleri, “bayan” lafı, kadın polisin, kadın olmasın rağmen çekincesi… Kadınlar bunlarla karşılaştı, karşılaşıyor henüz ‘tanışmamış’ olanların da bir gün karşılaşması muhtemel. Katılır mısınız bu görüşlerime?

Elbette bunu hepimiz her gün farklı ölçeklerde maalesef yaşıyoruz. Bu duygularla tanışmayan bir kadın olduğunu sanmıyorum.

Eylem gerçekten karakoldan çıktığı gibi normal hayatta da gezse ne olur? Kıyamet kopar mı ya da dünya batar mı? Belki hatırlarsınız; Gezi Direnişi’nde ortalık biraz yatıştıktan sonra bir kadın Taksim Meydanı’na bikiniyle gelip dans etmişti sonra da gözaltına alınıp serbest bırakılmıştı. Aklıma o olay geldi Eylem’in son sahnesinde…

Filmin o sahnesi karakterin içsel değişiminin dışına yansıması gibi okunabilir. Bir meydan okuma bir "eeh yeter be" durumu. Belki dünya değişmeyecek ama Eylem'in dünyası değişecek. En kötü ihtimalle eve gidince daha iyi bir uyku çekecek.

Bayrak aslında bizde gelenek olan, mevzu kadın olunca “bilinen ama söylenmeyeni” ya da söylemekten “laf olur, söz olur” diye çekinileni anlatıyor bence. Mesela bir erkek slip donunu alt kat balkonuna düşürseydi bu kadar mevzu çıkmazdı galiba… Siz ne dersiniz?

Burada zaten anlatmaya çalıştığımız konu bir sutyenin ortadan çabucak kaldırılması gereken bir suç unsuru olarak algılanması. Bunu simgesel olarak da düşünmek mümkün. Slip donun aynı etkiyi yaratacağını hiç düşünmüyorum. (Gülüyor.)

Kişisel soru: “Hayalet” öğesini bir metafor olarak mı kullandınız?

Evet görünmezliğe, eylemsizliğe, etkisizliğe iyi giden bir metafor olacağını düşündüm. Ayrıca kamera karşısında inandırıcı bir hayalet rolü için deneme çekimi fikri de beni başından beri eğlendiriyor. O sahnede Ahmet Yaşar harika bir performans çıkardı. İçinde hayalet geçen bir proje düşünen varsa kaçırmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi