Bir tanzimden bir tasfiyeye Diyanet

Rıfat Börekçi’den Ali Erbaş’a bir yolculuk Diyanet’inki… Dün, yeni bir hayatın isterleriyle uyarlı “millî bir din” var etme gayesi-hayaliyle yüklü zorlu mu zorlu bir çabadan, bugün hayatın gerçeklerini anlamaktan aciz şekilde “dinî bir millet” var etme nafile çabasına doğru bir yolculuk

Türkiye’de Diyanet’in tarihi, dini laik Cumhuriyet’te ulusal çerçevede tanzim etmeye çalışmaktan, din adına laik Cumhuriyet’i tasfiye etmeye çalışmaya doğru bir yolculuktan ibarettir.

Yolculuğun başındaki durumu, yani bir ulusal din yahut “millî İslâm” tanzim etmeye (düzenlemeye-biçimlemeye) yönelik çabayı şu alıntılar üzerinden netleştirebiliriz:

“Üyesi olmakla kendimizi mutlu saydığımız İslâmlık, yüzyıllardan beri içinde bulunduğu siyasi durumdan kurtarılmak ve yüceltilmek zorundadır. Millet, her uygar devlette geçer olan ve bizim memleketimizin ihtiyaçlarını karşılayacak hukuk esaslarının alınmasını arzu etmektedir” (Mustafa Kemal, 1 Mart 1924; akt. Jäschke, s. 22).

 “Demokrasi sahasında tecelli eden muazzam Türk inkılâbı; lisanî, ahlakî, hukukî, iktisadî bütün içtimaî müesseseleri ile başlıca iki manzara gösteriyor. Birincisi: bütün içtimaî müesseselerin ilmileşmesi; ikincisi: bütün içtimaî müesseselerin millîleşmesi… Türk inkılâbı lisanda, ahlâkta, hukukta, iktisatta yaptığı bütün tahavvüllerin mebdeini [dönüşümlerin ilkesini] ilmin makuliyetinden [akla uygunluğundan] ve millî hayatın feyzinden almıştır. … Din de içtimaî bir müessesedir. Diğer içtimaî müesseseler gibi hayatın zaruretlerine katlanmak, tekâmülün seyrini kovalamak zorundadır” (20 Haziran 1928’de İ.Ü. İlahiyat Fakültesi uzmanlar komisyonunun hazırladığı reform programından, akt. Jäschke, s. 40).

“Bir Türk İslamı inşa etmek istiyoruz; yalnız bizim olan, bizim (yeni) toplumumuza uygun ve onunla bütünleşmiş bir İslâm… Nasıl Hıristiyanlıkta Anglikanizm tamamen İngizli tarzı bir Hıristiyanlıksa aynen öyle. Anglikanizm ne İtalyan ne de Rus’tur. Ama kimse onu Hıristiyan olmamakla suçlamaz. Niçin biz de kendi İslâmımıza sahip olmayalım” (1940’lar Türkiye’sinde bir devlet yetkilisinin, karşılaştırmalı din ve İslâm çalışmaları alanının dünyaca ünlü ismi Wilfred Cantwell Smith’e söylediklerinden, akt. Atay, s. 138.).

Enternasyonal İslam’dan ulusal İslam’a

Cumhuriyet’i kuran önder siyasi kadronun devlet bünyesinde bir Diyanet İşleri Başkanlığı var etme yoluna neden gittiklerini, bugünlere bakıp söz konusu kurumun laik yaşam için tehdide dönüşmüş olması karşısında esef ve sitemle soranlara yanıt, yukarıda alıntılarda bulunabilir.

 Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hilafet’in kaldırılmasıyla aynı gün kurulmuş olması da durumu netleştirme yolunda ipucu verir. Bu zamanlama, “İslâm enternasyonalizmi”nden (“İtihad-ı İslâm”) vazgeçip bir “nasyonal (ulusal) İslâm” arayışına yönelme noktasındaki arzu ve iradeyi simgesel olarak yansıtan çarpıcı bir örnektir. 3 Mart 1924’de Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’ni kaldırarak Diyanet’i hayata geçiren kanun şöyle başlar:

“Madde 1. Türkiye Cumhuriyetinde muamelât-ı nasa [İslamî uygulamalara] dair olan ahkâmın teşri ve infazı (kanunların yapılması ve uygulanması) Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği Hükümete ait olup din-i mübin-i İslâmın bundan maada itikadat (inanışlar) ve ibadata (ibadetlere) dair bütün ahkâm ve mesalihin tedviri (yasa ve yönetmeliklerle işlerin yönetilmesi) ve müessesat_ı diniyenin (dinsel kurumların) idaresi için Cumhuriyetin makarrında (merkezinde) bir ‘Diyanet İşleri Reisliği’ makamı tesis edilmiştir” (akt. Jäschke, s. 57).

Rifat Börekçi’den Ali Erbaş’a…

Bu çerçevede, Kurtuluş Savaşı’nı veren kadroyu İslam adına tekfir edip haklarında ölüm cezasına hükmetmiş fetvayı yazan Mustafa Sabri ve imzalayan Şeyhülislam Dürrizade karşısında, Kuvâ-yi Milliye’den yana fetva çıkaran, bu nedenle de Halife-Sultan’ın Divan-ı Harb’i tarafından idama mahkûm edilmiş Ankara Müftüsü Rifat Börekçi’nin ilk başkan olarak 30 Mart 1924’te atandığı bir Diyanet vardı yolun başında.

Diyanet’in Cumhuriyet Türkiye’sinde şimdi nerede olduğunu ise yıllardır örnekleyen pek çok hadise var elbette. Ama bunlar arasında bugün gelinen durumu en seçkin şekilde örnekleyen, sanırım şimdiki Başkan Ali Erbaş’ın birkaç yıl önce Atatürk düşmanlığıyla maruf ve meşhur Kadir Mısıroğlu’nu gayet manidar mahiyette bir 10 Kasım arifesinde resmi cübbesiyle ziyareti olsa gerektir. Ve tabii en son örnek de aynı Ali Erbaş’ın geçtiğimiz hafta Adli Yıl Açılış Töreni’nde sağına Yargıtay Başkanı’nın almış Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın solunda bir elde mikrofon diğer eli Huda’ya açık dua ederek yaptığı katkıdır.

Kısaca, Rıfat Börekçi’den Ali Erbaş’a bir yolculuk Diyanet’inki… Dün, yeni bir hayatın isterleriyle uyarlı “millî bir din” var etme gayesi-hayaliyle yüklü zorlu mu zorlu bir çabadan, bugün hayatın gerçeklerini anlamaktan aciz şekilde “dinî bir millet” var etme nafile çabasına doğru bir yolculuk.

Türkçe Kuran, Türkçe ezan, Türkçe İslam

Cumhuriyet’i kuranlar, kendi bindikleri dalı kesecek kadar ne yaptığını bilmez insanlar değildi. Onlar, İslâm’ı ulusallaştırmak, Türkleştirmek ve ulus-devlet sınırları dışına taşmayan biçimde yeniden yapılandırmak istediler. Tüm Müslümanlar için bağlayıcı bir evrenselcilik iddiasındaki Halifelik’ten vazgeçerken nasıl modern ulus-devlet parametreleriyle hareket ettilerse, Diyanet’i tesis ederken de kafalarında o parametrelerden biri vardı. Bu, “Reformasyon”du.

Batı Modernitesini var eden temel dönüşüm dinamiklerinden biri olan Protestan reformu, Katolikliğin “evrenselci” anlayışına karşı dinin (Hıristiyanlığın) ulusallaşması sonucunu doğurdu. Avrupa’da Reformasyon sonrası süreçte ve Protestanlığın etkinliği doğrultusunda yaygınlık kazanan ulusal kiliseler, yukarıdaki alıntıdan da anlaşılabileceği üzere (“Anglikanizm ne İtalyan ne de Rus’tur, İngiliz tarzı Hristiyanlıktır”) Türk modernleşmesinin öncü siyasi kadrolarına esin kaynağı oluşturdu. Nasıl endüstrileşmeyi, kentleşmeyi, okur-yazarlığı, laikleşmeyi ve kapitalistleşmeyi sağlama işi devlet eliyle gerçekleştiyse, modernliğin bir diğer kuralı olan dinde ulusal reform da aynı yolla sağlanmaya çalışıldı. O yüzden Halifelik gibi evrensel, “panislâmî” bir kurum kaldırılırken bir “ulusal din” arayışına gidildi. Diyanet İşleri Başkanlığı bunun sonucudur. Tabii Kuran’ın, ezanın (hatta bir ara namazın da) Türkçeleştirilmesi yolundaki girişimler de öyle.

Bu doğrultuda Diyanet’in ilk başkanı Rifat Börekçi, 1926 yılı sonunda halkın anlayabileceği bir Türkçe Kuran ve hadislerin “sahih” bir çevirisinin yapılacağını ilan etmiş, İstanbul Müftüsü Fehmi Efendi de 1928 Nisan’ında “bütün ilmî şartlara uygun” yeni bir çevriden bahsetmiştir (Jäschke, s. 48).

Bu şekilde, “yerli-ulusal din” arayışında Kuran’ın Türkçeleştirilmesi, onun yorumunun Türkçe yapılması, giderek ezanın ve namazın da Türkçeleştirilmesi girişimleri, İslâm’ın tasfiyesine gidişi hedeflemez. Türkçe Kuran okumakla Türkçe ezan dinlemek arasında derece farkı vardır sadece. Biri tutmuş, öteki tutmamıştır, o kadar. Amaç, bir “Türkiye İslâmı” yaratmaktır.

Cumhuriyet’in değil hilafetin sevdalısı oldu

Dolayısıyla Diyanet, ulus-devletin sınırlarının dışı açısından ayrılığını, o sınırların içi açısından da bütünlüğünü sağlama yolunda İslâm’ı ulusal temelde bir standarda oturtma amacıyla kuruldu. Ancak hilafetin kaldırılması dışarıyla bağın kopması açısından önemli bir katkı yaptıysa da din adına ülke sınırları içinde mevcut çeşitlilik, darmadağınıklık ve karmaşıklık, “ulusal İslâm” var etme yolunda engel olarak belirmiştir.

Mezhepler, tarikatlar, paganik-panteistik köklere dayalı, ama İslâmi bir çehre edinmiş halk inançları; Diyanet bu malzemeden ulus olmanın her alanda olduğu gibi dinde de gerektirdiği türdeşliği sağlama yolunda, elde mevcut ve modernliğin olmazsa olmazı okur-yazarlık ilkesiyle buluşabilecek tek seçenek olan kitabî din birikimine, bunun için de Osmanlı’dan miras Sünni İslâm’a ister istemez yöneldi. İşte bu, yukarıda söz ettiğimiz reformist hedef açısından ciddi bir açmazdı. Çünkü coğrafyanın demografik çoğunluğuyla özdeşik, Osmanlı’yla da bağlaşık Sünniliğin millî ve resmî tercih haline gelmesi, tüm o reformist ruhu sekteye uğrattı. Sonuçta, doğal olarak kadrolarını topladığı Sünni, gelenekçi ve Osmanlı’ya “meftun” kesimler de düşünüldüğünde Diyanet’in zaman içerisinde Cumhuriyet’in kuruluş ideallerinden çok Osmanlı-İslâm siyasal anlayışını yeniden üreten bir kuruma dönüşmesi kaçınılmaz oldu. Öyle ki Kurum’un bastırdığı takvim yapraklarında zamanla hilafet özlemlerinin dile getirildiğine bile rastlandı.

Böylece bir ulusal din arayışından sadece Sünni (ve de Hanefi) çoğunluğa hitap eden, dolayısıyla ulus-devletin kimliğini dinsel-mezhepsel bakımdan da daralmaya uğratan bir noktaya gelindi. Türkiye’nin mevcut toplumsal hareketlilik düzeyi ile buna bağlı etno-dinsel kimlik dışavurumlarındaki kararlılık karşısında Diyanet’in Sünni çizgisi giderek hayli kısıtlayıcı kaldı ve din adına toplumu cendereye alan bir yapı kazandı.

Bugün Diyanet, dini anlama ve yaşama konusunda Türkiye toplumuna “monoton” bir din dayatmasında bulunmuyor sadece, bir saray iktidarının din bürokrasisi olarak, laik yaşam biçimi tercihindeki kesimleri gerilime sokacak şekilde dinsel yaşam empozesinde de bulunuyor.

Holdingleşen Diyanet

Dahası da var: Diyanet, belli bir dini anlayışını sadece dayatmakla kalmıyor, “satmaya” da çalışıyor ve bir holding, şirket, iktisadi teşekkül olma yolunda da koşar adım ilerliyor. Üstelik bu koşu, faizi de “istim” kılarak gerçekleşiyor.

2018 yılında Sayıştay denetim raporunda kaydedilenlere göre Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi, 30 milyonluk satışla bir yıl içinde 2 milyon 109 bin lira faiz geliri elde etmiş (akt. Arı).  Dinî yayın satışından elde edilen kâr, 7 milyon. Bu kâr, hazineye gidiyor ama raporda Diyanet’in yıl içinde eklenen ve düşen ödeneklerle 5 milyar 168 milyon lira olan bütçesinin üzerine çıkarak 8 milyar 482 milyon lira harcadığı da kaydedilmekte. Yani 3 milyar 191 milyon liralık bütçe-ödeneği üzeri bir harcama söz konusu. Bunun %99’u itibarıyla personelin maaş ve sosyal güvenlik primlerine gittiği belirtilmiş.

Yani Diyanet, dini hizmet teşkilatı olmaktan öte bir “iktisadi işletme” olarak kabına sığamamış taşmış ve an itibarıyla sayısı 150 bin eşiğindeki personelini yedirmek, içirmek, ihya etmek için dini yayınlardan elde edilmiş faizli kazançlarla hem hazineyi beslemiş hem de hazine tarafından beslenir olmuş.

Piyango haramdır diyen Diyanet; yılbaşı haramdır diyen Diyanet; nişanlıların el ele tutuşmaları haramdır diyen Diyanet; ve ha bire faiz haramdır diyen Diyanet işi faize, kâra, kazanca dökmüş. İslami-tasavvufi kanaatkârlık akidesini zamanın ruhuna uyarlayıp, kanaatkârlık talkımını bize yuttururken kendisi kâra kanaat ederek salkımı yutmuş da yutmuş yani!..

Laik Cumhuriyet, bir saray iktidarının istiklâl mücadelesi veren kuvvetlere ölüm fetvası yağdıran şeyhülislamlarına karşı o mücadeleyi din adına “helâl” kılmış hocalar başkanlığında bir Diyanet kurdu. Şimdi bir başka saray iktidarı hem laikliğin tasfiyesine hem de dinin ticaretine hevesli bir Diyanet’le bol bol o şeyhülislamları, Mustafa Sabri’leri Dürrizade’leri yâd ediyor, şâd ediyor.

(KAYNAKLAR: Gotthard Jäschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, Bilgi Yayınevi, 1972; İsmail Arı, “Diyanet hutbelerinde ‘faiz haram’ diyor ama… Faiz geliri 2 milyon TL”, BirGün, 25 Eylül 2019; Tayfun Atay, “Dinde Millileşme Yolunda Talihsizlik: Diyanet”, Parti Cemaat Tarikat içinde, Can Yayınları, 2017.)            

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi