Bir varmış, bir yokmuş…

Son Güncellenme Tarihi: Mayıs 5, 2021 / 09:33

AB adaylığımızın 1999 Helsinki Zirvesinde tescil edilmesiyle birlikte, demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları uygulamalarımızı AB standartlarına yakınlaştırmak için yoğun bir faaliyet başladı.
Ecevit Hükümeti tarafından başlatılan reformlar, 2002 Kasım’ında AKP’nin iktidara gelmesiyle hızlanarak sürdürüldü.
AKP iktidarının 2013 yılında yayınladığı “Sessiz Devrim: Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Envanteri 2002-2012” adlı 260 sayfalık kitapta, on bir yıllık süre içinde gerçekleştirilen reformlar anlatıldıktan sonra, “Bununla birlikte, değişen Türkiye’de ve dünyada yapılması gerekenler, kuşkusuz yapılanlarla sınırlı değildir. Vatandaşlarımızın daha fazla özgürlük, güvenlik, demokrasi ve huzur taleplerinin karşılanması ve dünyadaki gelişmelerin gerisinde kalmayan bir kamu bürokrasisi için reformlar aynı kararlılıkla sürdürülmelidir” deniliyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin 11 Kasım 2020 tarihli toplantısında, yani iktidara gelmelerinin 18. yıldönümünde, yeni reformlar müjdeledi.
Şimdi yeni bir İnsan Hakları Eylem Planı gündemde. Yandaş bir yazar satır satır okumuş. Çok beğenmiş. Altına imza atarmış.
Adalet Bakanı “eksik gördükleri bir şey varsa söylesinler” demiş.
Söylüyorum Sayın Bakan:
Cumhurbaşkanı “Anayasa Mahkemesinin verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyor, iktidar ortağı AYM’nin derhal kapatılması çağrısında bulunuyorsa,
Devletin başı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı için “Bu karar bizi ırgalamaz. Tanımayız, takmayız. Biz de yargı noktasında adımlarımızı atar, yolumuza devam ederiz” şeklinde bir cümle kurabiliyorsa;
AİHM kararına rağmen Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakmayan, AYM’nin kararını tanımayan ilk derece mahkemelerinin olduğu bir yargı yapılanması varsa;
Osman Kavala’ya karşı işlenen hukuk cinayetleri bizi ele güne rezil etmeye devam ediyorsa;
Türkiye’nin yönetim şeklini değiştiren referandumda, sandıkların kapanmasına birkaç saat kala mühürsüz oyların da geçerli sayılacağı ilan ediliyor ve itiraz edecek olanlara “atı alan Üsküdar’ı geçti” deniyorsa;
Milletin iradesinin ete kemiğe büründüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilerek taraf olunan bir uluslararası sözleşmeden tek bir kişinin imzasıyla çıkılabiliyorsa;
Yargıtay üyeliğine atanan savcı, göreve başlamadan Anayasa Mahkemesi’ne aday oluyor ve seçtirilebiliyorsa;
Hiçbir kanuni dayanağı olmadığı halde, hiçbir ilgisi olmayan hıfzıssıhha kurulları devreye sokularak, valilikler üzerinden alkol satış yasağı getirilebiliyorsa;
Pandemi tedbirlerine rağmen iktidar partisi kalabalık kongreler düzenlerken, kağıt toplayan gariban vatandaşa binlerce liralık ceza kesilebiliyors;
Vatandaş olarak sadece İstanbul’da 110 bin kamerayla sürekli izlendiğimiz halde, toplumsal olaylara müdahale eden güvenlik güçlerinin görüntülerinin alınmasına “özel hayatın korunması” gerekçesiyle engel olunması yönünde Anayasaya aykırı genelgeler yayınlanabiliyorsa;
Ana muhalefet partisinin Merkez Bankası rezervlerinin akıbetini sorguladığı “128 milyar dolar nerede?” pankartları kolluk güçlerine söktürülerek partinin siyasi faaliyette bulunması engelleniyorsa;
Çıplak aramaları gündeme getiren insan hakları aktivisti milletvekili, bir internet sitesinde yer alan haberi paylaştığı için milletvekilliği düşürülüp cezaevine atılabiliyorsa;
Belediyelerin, ucuz ekmek satmak gibi sosyal yardım faaliyetleri hiçbir kanuni dayanak olmaksızın engellenebiliyorsa;
Türbeye girerken ellerini arkasında bağladı diye insanlar ifadeye çağrılıyorsa;
Sarayın iletişiminden sorumlu memur, ana muhalefet partisi genel başkanı dahil siyasi liderlere hakaret içeren hitaplarda bulunabiliyorsa;
Aynı memur, Kobani davası başlarken, “Cinayetlerin failleri bugün hakim karşısına çıkıyor. Katiller için hesap vakti…” diyebiliyorsa;
Ayasofya’ya imam tayin edilen zat, “1921 ve 24 Anayasaları’nda devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” diyerek pervasızca Anayasa suçu işleyebiliyorsa;
Kanun teklifi usulüne uygun bir şekilde reddedildiği halde, “sayılmaz” denilerek yeniden oylanarak geçirilebiliyorsa;
Bir siyasi parti genel başkanının atadığı yargıçlar başka bir siyasi partinin kapatılıp kapatılmamasına karar veriyorlarsa;
Ülke dünya yolsuzluk liginde şampiyonluğa oynadığı halde kimse bu nedenle yargılanmıyorsa;
O ülkede hukuktan, insan haklarından bahsetmek mümkün değildir. Anladınız mı eksiğin ne olduğunu?
Artık bize masal anlatmayın. İstediğiniz kadar paket hazırlayın, eylem planı ilan edin, izleme ve değerlendirme kurulları oluşturun. Kimseyi kandıramazsınız. Kendinizi bile…
Eksik olan niyettir. Niyet.
Haydi hayırlı tıraşlar.

Kaya Türkmen (d. 30 Eylül 1956, Brüksel), Türk diplomat.1974 yılı Saint Joseph Fransız Lisesi ve 1979 yılı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. 2007-2010 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Lizbon Büyükelçisi olarak görev yapmış, 2010 yılında Türkiye’nin KKTC Lefkoşe Büyükelçiliği görevine atanmıştır. Emekli Büyükelçi Doğan Türkmen’in oğlu, eski Hamburg Başkonsoloslarından Galip Evcen’in torunudur. KKTC halkı ve yönetimi ile Türkiye’nin karşılıklı anlayış ve güven ilişkisini daha ileri seviyelere taşımak için çabalarda bulunan Kaya Türkmen Şubat ayında Lefkoşa Büyükelçiliği görevinden ani bir şekilde alınarak merkeze atanmış ve bu durum KKTC halkı ve yönetimi tarafından üzüntüyle karşılanmıştır. Kasım 2011 – Eylül 2013 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Avrupa Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. Eylül 2013 – Kasım 2017 tarihleri arasında Stokholm Büyükelçisi olarak görev yapmış ve merkeze dönerek kendi isteğiyle emekli olmuştur.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top