Birbirinden beslenirken birbirini eriten birimler: AKP ve MHP

Geçmişte birbirlerine karşı kurdukları ağır cümlelere, hatta hakaretamiz ifadelere karşın Erdoğan ve Bahçeli bugün kişisel-siyasi bekalarını birbirlerine bağlamış halde, başında bulundukları siyasi-ideolojik oluşumların birbirine karşı tarihsel-geleneksel temkinliliğinden hayli uzak mahiyette bir ittifak sergilemekteler. Evet, köprülerin altından çok su aktı; özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasından bugüne olup bitenleri görmemek olmaz. Erdoğan, Bahçeli’ye muhtaç hale geldi; siyasi ömrü çoktan tükenmiş Bahçeli için de Erdoğan bir talih kuşu oldu.

1990 başlarından iki anekdotla konuyu açalım.

İlkinde sahnede Kadir Mısıroğlu var: Atatürk düşmanlığının müellifliğiyle ömrü geçmiş, mevcut iktidarın da Erdoğan’dan Erbaş’a müderrisi sayılabilecek İslamcı-Osmanlıcı bu müteveffa figür, Türkiye’ye gelemeyip Avrupa’da ikamet ettiği dönemde bir toplantıda konuşma yaparken karşısındaki ülkücü gençlerle kıyasıya bir tartışmaya tutuşur. Patırtı, Türkçülüğün mü İslamcılığın mı öncelikli olması gerektiği noktasında kopmuştur. Mısıroğlu elbette yabana atılmaz müktesebatıyla “kavmiyetçiliğin” mahzur ve zararlarından dem vurarak bastırdıkça bastırır. Ama gençler de kararlı mı kararlı, inatçı mı inatçı ve de delişmen mi delişmen… Ve benim en net hatırladığım ifade, “milliyetçilikle zehirlenmiş” bu iflah olmaz gençlere yönelik Mısıroğlu’nun ağzından biraz da acıma hissiyle karışık müşfik bir tonda çıkan şu sözlerdir:    

“Ölçü İslam’dır Oğlum, ölçü İslam!..”

‘Ölçü’den ‘Sınır’a…

İkinci anekdot daha net ve kitlesel erişime de açık mahiyette, Erbakan’ın Refah Partisi’yle seçim ittifakı yaparak 1991 seçimlerinde Meclis’e girdikten sonra çok geçmeden (RP bünyesindeki Atatürk antipatisini de gerekçe göstererek) ittifaktan çıkmış (o dönem kapalı MHP’nin devamı niteliğindeki) Milliyetçi Çalışma Partisi lideri Türkeş’in 1992 yılında “32. Gün” programında sarf ettiği şu sözler:

“Bir yerlerin kışkırtmasıyla bazı kimseler İstanbul’da bir araya geldiler, bir dergi çıkardılar. Orada hiç yetkisiz bazı kimseler ülkücülüğün tarifine giriştiler. Ülkücülük, diyor, İslamiyet’i yaymak ve İslam birliğini kurmaktır. Biz bunu derhal reddettik, kabul etmedik. Ülkücülüğün, dedik, çerçevesi Türkiye’nin sınırlarıyla sınırlıdır. İslamiyet’i yaymak, İslam birliğini kurmak gibi bir hedefi yoktur. Ama, efendim, siz İslam birliğine karşı mısınız; karşı değiliz, ama bu bizim hedefimizin sınırı içinde değildir. [Bu noktada gazeteciden gelen ‘Yani İslam’ın kılıcı olmayız diyorsunuz’ sorusuna mukabil olarak da Türkeş olmayız anlamında ‘Hayır’ diyor].”

Rabiacılığa teslim ‘Asenacılık’

Şimdi hızla bugüne gelip hafta sonuna doğru MHP Başkan Yardımcısı Semih Yalçın tarafından “liyakatsizlik, tefrika ve fitnecilik” nedeniyle partiden ihraç edildikleri açıklanan yedi isimden biri, eski milletvekili Atila Kaya’nın sosyal medyadan paylaştığı ve Türkeş’in yukarıdaki şekilde sınırlarını belirlediği Parti’nin geldiği noktaya ilişkin şu zehir zemberek notlarına bakalım:

“MHP’den ihraç edilen, Türk milliyetçiliğinin, milliyetçiliği rabiacılığa ve millet egemenliğini tek adam sultasına dönüştürmek isteyenlere direnme azmidir. (…) Siyasetinin temeli Türk milliyetçiliği olan ve bunu adında da taşıyan bir parti; siyasi ümmetçiliğin otoriter yönetimini savunan iktidarı desteklemeyi ve buna itiraz ettiğim için beni ihraç etmeyi ne tür bir milliyetçilik yorumuyla tevil edebileceğini düşünmektedir? (…) Her ülkücünün üzerinde olan ve hiç kimsenin iki dudağının arasında olmayan, ülkücülerin kaderi siyasi İslamcıların ellerine teslim edilemez. (…) 9 Işık’la aydınlanamayanların bir ampulün ışığından aydınlık ummaları ne hazin!”

“Biz faşizmi sizin kadar iyi bilmeyiz!”

Elbette anekdotları çoğaltmak mümkün. Mesela bir zamanlar Devlet Bahçeli’nin, yukarıda söz konusu ettiğimiz 1991 RP-MÇP (bir de IDP) seçim ittifakında Türkeş’in ittifak içinden adaylığına Kürt oylarının tehlikeye gireceği endişesiyle en ateşli karşı çıkışı yapanın, dönemin RP İstanbul İl Başkanı Tayyip Erdoğan olduğunu gümbür gümbür ifşa etmesi gibi; “Bu kadar husumet içinde olan insanların ülkücüleri sevmesi çok inandırıcı olmaz, ülkücüler de buna inanmaz” demiş olması gibi…

Ya da 2010 yılında TBMM’deki bir tartışmada Erdoğan’ın Bahçeli’ye yönelik şu sözleri gibi:

“Evet, Sayın Bahçeli, biz faşizmi sizin kadar iyi bilmeyiz. Çünkü faşizmle ilintimiz, bir bağlantımız yok. Ne olur şunu bir anlatın! Faşizmin özelliklerini bir açıklayın da sizin nasıl bir zihniyete sahip olduğunuzu daha iyi anlayalım. Çünkü siz hem teorisyenisiniz, hem bu işin pratisyesiniz!..”

Ve nihayet çevrimi tamamlamak üzere, ilk anekdotta olduğu gibi yine Kadir Mısıroğlu’nun birkaç yıl önce “Türkçülüğün Babası” ve Türk milliyeçiliğinin de MHP’nin de kırmızı çizgisi sayılabilecek Ziya Gökalp hakkındaki şu ağır sözlerini hatırlatalım:

“Ziya Gökalp’i Türkçüler adam zannederler. Türkçüler darılmasın, Ziya Gökalp, dinsiz münevver yetişmesinde birinci derecede mes'uldür. Ziya Gökalp’in Türkiye’ye naklettiği sosyoloji, dini, bütün metafizik hakikatleri ile ademe mahkûm eden bir sistemdir. Durkheim sosyolojisidir. Durkheim bir Yahudi’dir. Bir Yahudi’nin sistemini Ziya Gökalp Türkiye’ye adapte etmiştir.”

Milliyetçilik, İslamcılığın antitezidir

Milliyetçilik ve İslamcılık; Türkçülük ve ümmetçilik; “9 Işık” ve “Milli Görüş”. Bunlar genel bir değerlendirmeyle aynı kitlesel tabana hitap eden, bu yüzden birbiriyle tefrik ve telif (ayrışma ve sarmaşma) derdinde on yılları tüketmiş iki popülist siyasi-ideolojik çizgisi bu ülkenin… 1960’ların sonundan bugüne adeta “ne seninle ne sensiz” denilebilecek şekilde kâh kol kola kâh kanlı bıçaklı halde sarkaçsal bir salınım içinde varlıklarını sürdüre geldiler. Yukarıda kaydettiğimiz 1991 seçim ittifakının da öncesi var bilindiği gibi; 1970’lerin o “Milliyetçi Cephe” içindeki MSP-MHP buluşmalarını unutmak mümkün mü?..

Bununla birlikte tarihsel olarak her iki ideolojik çizginin bu coğrafyada ve bir imparatorluk devletinden ulus-devlete dönüşüm sürecinde yek diğerine karşı konumda ortaya çıktığını kaydetmek gerekir. Elbette aralarında özellikle “kültür” temelinde etkileşim ve titreşim vardır ama milliyetçilik sonuçta İslamcı-Osmanlıcılığın antitezidir.

Milliyetçilik, ulus-devletin ideolojisidir ve bir ulus-devlet, toprak ve kültürün, sınırların-içi açısından bütünlüğünü, sınırların-dışı açısından ise ayrılığını vurgulama kaygısındadır. Bu nedenle de ulus-devlet, “İslam-birliği” gibi ulus-aşırı beraberlikleri teşvik etme potansiyelini içinde barındıran dine temkinli yaklaşır ki bu temkinlilik hali işte tam da Türkeş’in yukarıda alıntılanan sözlerinde karşılık bulmaktadır.

Dün ve bugün, Erdoğan’ın ‘kavmiyetçilik’le imtihanı

İslamcılık açısından ise milliyetçilik, yukarıda zikredildiği gibi “kavmiyetçilik” denilerek küçümsenir, hatta vülgarize edilir. Bu doğrultuda bir ulus-devletin sınırları içerisinde resmileşmiş etnik (kavmî) kimliğin (bu coğrafyada Türklük) dışında kalan merkezkaç etnik kimlikler noktasında beliren uyuşmazlıklar-rahatsızlıklar milliyetçiliğin yumuşak karnı addedilerek bunun karşısında “din birliği-ümmet kardeşliği” teması İslamcı bir motivasyonla öne çıkarılır. Geçmişte 1991’de RP-MÇP seçim ittifakına “Millî Görüş” bünyesinden, Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu anlaşılan karşı duruşların gerekçesi budur; şimdi MHP’yle Cumhur İttifakı’na karşı AKP bünyesinden, çok yüksek sesle ifade edilmese de mevcut rahatsızlıkların nedeni de budur.

Her ikisi arasında bir fark varsa bu, olsa olsa Erdoğan’ın konumundadır.

MHP’lileşen AKP, AKP’lileşen MHP

Toparlamak gerekirse, geçmişte birbirlerine karşı kurdukları ağır cümlelere, hatta hakaretamiz ifadelere karşın Erdoğan ve Bahçeli bugün kişisel-siyasi bekalarını birbirlerine bağlamış halde, başında bulundukları siyasi-ideolojik oluşumların birbirine karşı yukarıda kaydedilen o temkinliliğinden de hayli uzak mahiyette bir ittifak sergilemekteler. Evet, köprülerin altından çok su aktı; özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasından bugüne olup bitenleri görmemek olmaz. Erdoğan, Bahçeli’ye muhtaç hale geldi; siyasi ömrü çoktan tükenmiş Bahçeli için de Erdoğan bir talih kuşu oldu.    

Böylece Türkeş’in mirasına konmuş Bahçeli MHP’si, ümmetçi söylemin istinatgâhı olmayı hâlâ sürdüren Erdoğan AKP’sine adeta perçinlenmiş vaziyette ve o cenahta “rabialaşma” karşıtı olanların tepkileri, dolayısıyla partiden tart edilmeleri söz konusu. Diğer tarafta ise siyasi-ideolojik çıkış noktası İslami-muhafazakarlık olup bu doğrultuda yıllar boyu Kürt seçmenin ilgi ve yönelimine mazhar olmuş Erdoğan AKP’si “kavmiyetçi” çizgiye sıkışmış halde ve dün Kürt sorununa “barış süreci” başlığıyla çözüm aradığında “Siz, kandan beslenerek siyaset yapıyorsunuz” dediği zihniyetle şimdi can ciğer kuzu sarması durumunda.

İşte bu sürecin içinden yükselen en taze ses de Erdoğan’dan duyduğumuz, “Kürt sorunu yok, biz bu işi çözdük, aştık, bitirdik” sözü…

Bu, MHP ve Bahçeli ağzıdır, dolayısıyla asıl çözülmüş, aşılmış, daha doğrusu aşınmış ve bitmiş olan da bir siyasi-ideolojik çizgi ve şahsiyettir.

Son bir alıntıyla, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’ın Erdoğan’ın “Kürt sorunu yok, bitti o iş” lafzına binaen sarf ettiği sözlerden “keyfiyet”i gayet iyi özetleyen bir kesitle bitirelim:

“AKP, MHP’lileşmiş; MHP AKP’lileşmiştir. Aralarında bir ayrım kalmadı. Eğer gerçekten böyle düşünen AKP’liler varsa, lütfen bir an evvel o partiyi terk etsinler. Bu onlar için bir öneri, bizim ya da benim için değil. Kürt sorununun çözümüne dair bir düşünceleri varsa o gemiden atlasınlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi