Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Birlik yerine BİR’lik

Başarabilirim, başarmalısın’dan daha yoğun bir baskıdır. Kendi kendine gerçekleştiğinden özgürlük mefhumunun arkasına sığınmayı başaran bu baskının tarif edilmesi zor, yutkunması güçtür; özneyi hurdahaş edebilir. Zira, hata yapıldığı zaman suçlu bulunacak bir öteki yoktur. Özne yaptıklarından ve yapamadıklarından tek başına sorumludur; başaramadıklarının suçunu hep yanında taşımak, onlarla yaşamak zorundadır. Artık öznenin suçunu kabul edecek, cezasını çektikten sonra özgürlüğe kavuşmasını sağlayacak bir öteki kalmamıştır.


Toplulukların soru sormadıkları yerden devrim çıkmaz; yıkılmayan sistemin mesuliyeti de bireyin omuzlarında kalır.

Ötekisizlik, özneyi yalnızca kendini referans almaya mecbur bırakır. Ayna olmadan kendini resmetmeye benzer. Özne, kendi kendine bilgi nesnesi olamayacağından, bu resim gerçeklikten uzak, çarpıtılmış, aklanmayan tüm başarısızlıkların kasvetiyle çizilir. Özne, artık kendi kendisinin karanlığındadır; depresyondadır

Bir tümcede bildirilen eylemi gerçekleştiren, yüklemde bahsedilen durumu üzerine alan kimse ya da şeydir özne; fail, zat veya süje. Kim ya da ne sorusunun cevabıdır; bilinci, sezgisi, düş gücü olan ama kendisi bilgi nesnesi olmayan varlıktır. Özne, neliğini sorgulayarak öze ulaşmaya çalışan, gerçekliği olan bir kimlik edinmeye çabalayandır.

Kim’liğin ilk adımı hem neliği hem gerçekliği bulunan insanın ad alışıdır. Doğumuyla adını kazanan insan, varlığının sınırlarını öğrenmek için ötekine temas eder. Evvel anneyle başlayan ilişkiden, bilahare ötekilerle edinilen deneyimlerle, öğretilerle ve unutulanlarla öz oluşturmaya başlar. Özne, bilincini, sezgisini ve düş gücünü bir başkada deneyimleyerek kimliğini inşa etmeyi öğrenir. Özne, kendini nasıl şekillendireceği hususunda hür hissettikçe özünü keşfetmeye yaklaşır. Tüm temaslardan öğrendiği bilgileri harmanlarken özgür ise sömürüden kaçabilir.

Kaynağa sahip olduğuna inanların, başkalarının emeğine ve yarattıklarına el koyması; onlardan çıkar sağlanması sömürü anlamı taşır. Bir kim’senin varlığı da aynı biçimde sömürülebilir. Aileden ayrışmasına izin verilmeyen çocuk ebeveynleri tarafından sömürülebilirken; mesai dışı vakitlerini iş verenine sunmak zorunda hisseden çalışan veya sevdiği için ilişkide sınırlarını yitiren aşık bir başkası tarafından sömürülür. Öznenin kimliğini inşa etmek için harcayacağı emeğe, karşısındaki kendi çıkarları için el koyabilir. Ancak, harici kaynaklı emek sömürüsü isyan bayrağını görme riskini barındırır. Her an başkaldırı gerçekleşebilir ve hür olmadığını anlayan özne, kendi kimliği için bağımsızlık ilan edebilir; ayrı bir ev, bir istifa mektubu, yeni bir aşk…

Becerebilirim, yapabilirim, başarabilirim

Halbuki, tüketimle beslenen kapitalizm, sermaye olarak gördüğü öznenin kendi kontrolünden çıkmasını, başkaldırmasını; yani bir kimlik kazanmasını istemez. Aynı kalmasını, aynılaşmasını ve daha çok tüketmesini talep eder. Bundan dolayı, bir ötekiyle deneyim kazanan, bir ötekinin referansıyla kendini bilmeye başlayan özneyi diğerden mahrum bırakmaya yönelik çalışır. Birlikten çok bir’liğe değer verir. Biricikliği yüceltir, beraberlikten güç almayı azaltır, herkesi kendi kendiyle meşgul ederek toplumsal direnişin önüne geçer. Ötekinin referanslarından yoksun kalan özne, artık her şeyi tek başına başarabilir olmalıdır. Böylelikle öznenin başkası tarafından sömürülmesi yerine isyan riski düşük, iş birliğine yatkın, daha verimli olan kendi kendini sömürü başlar; başarabilirim, becerebilirim, yapabilirim…

Başarabilirim, başarmalısın’dan daha yoğun bir baskıdır. Kendi kendine gerçekleştiğinden özgürlük mefhumunun arkasına sığınmayı başaran bu baskının tarif edilmesi zor, yutkunması güçtür; özneyi hurdahaş edebilir. Zira, hata yapıldığı zaman suçlu bulunacak bir öteki yoktur. Özne yaptıklarından ve yapamadıklarından tek başına sorumludur; başaramadıklarının suçunu hep yanında taşımak, onlarla yaşamak zorundadır. Artık öznenin suçunu kabul edecek, cezasını çektikten sonra özgürlüğe kavuşmasını sağlayacak bir öteki kalmamıştır.

Ötekisizlik, özneyi yalnızca kendini referans almaya mecbur bırakır. Ayna olmadan kendini resmetmeye benzer. Özne, kendi kendine bilgi nesnesi olamayacağından, bu resim gerçeklikten uzak, çarpıtılmış, aklanmayan tüm başarısızlıkların kasvetiyle çizilir. Özne, artık kendi kendisinin karanlığındadır; depresyondadır, narsisisttir. Byung Chul Han, depresyonu narsisistik bir hastalık olarak tanımlar. Zira, özne ötekinden koparılıp kendine fırlatılmıştır. Dışarıdan ilgi ve onay ihtiyacına sahip olup; ötekinin yokluğunda kendi egosuna sıkışmıştır. Kapitalizmin talebi doğrultusunda başarı öznesine dönüşmüştür ve her şeyin yarış ilan edildiği yaşamda başıboş dolanmadan derece yapması gerekmektedir.

Hedefsiz yarışın kazananı depresyon

Bu yarışın kategorisi yok; derece yapılması gereken kulvar çok. Hayli rakibi var. Özneye öğretilen ise “yeterli değil”. Otuz yaşından önce kazandıkların yeterli değil, emekli olmadan önce yaptıkların yeterli değil, okuduğun okullar yeterli değil, katıldığın eğitimler yeterli değil, ebeveynlik bilgin yeterli değil, seyahatlerin yeterli değil, kariyerin yeterli değil, emeğin yeterli değil, verdiğin zaman yeterli değil; yeterli değilsin, başarısızsın. Halbuki, ortada bir başarı tanımı mevcut değil. Tanımlanmamış bir başarı hedefi uğruna performans gösteren, yalnızlaşan, yankısızlaşan; yavaş yavaş kendi içine çökerek kara deliğe benzeyen ve tüm umudu yutulan özne, başaramadıklarının suçluluğu ve utancıyla depresifleşir. Değerli hissetmek için mükemmelin arayışı, geçmeyen yorgunluk hissine, iyileşmeyen hayal kırıklıklarına, sivrisinek vızıltısı gibi tınlayarak durulmayan kaygılara, hazsız tüketime, keyifsiz günlere, keşke’li geçmişe, umutsuz geleceğe, anlamını kaybetmiş -belki de hiç anlamlandırılamamış- bir yaşama ve en sonunda depresyona dönüşür. Zaten kendine dönmüş olan, kendinde sıkışan ve aynasız kalan özne, depresyonunun suçlusu olarak da kendini görür. Zira mutlu olmayı başaramamıştır. Böylece, alma verme dengesinden uzak, emeği sömürerek hayatta kalan kapitalizm, deneyimlemenin değil satın almanın makbul olduğu tüketim çağı ve kimsenin yetişmesini beklemeyen hızlanan zaman sorgulanmaz. Toplulukların soru sormadıkları yerden devrim çıkmaz; yıkılmayan sistemin mesuliyeti de bireyin omuzlarında kalır.

Bugün depresyon dünyada en yaygın ikinci ölüm sebebi. Bugün narsisizm daha çok duyulan bir mefhum. Bugün sömürü, özgürlüğün arkasına saklanmış. Bugün herkes daha başarısız, daha suçlu ve daha yetersiz. Bugün, dünün pişmanlığında, geleceğin kaygısında. Bugün insan dünden daha yalnız. Zira, bugün birlik yerini bir’liğe bırakmış…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi