İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Biz mi zekiymişiz?

20 Aralık Salı günü Carl Sagan’ın ölüm yıldönümüydü.
···
“Carl Sagan da kimmiş, bize ne onun ölüm günüden, doğum gününden?” benzeri ataklarla heyheylenenler, yazının tam burasında usulca ayrılsınlar!
Zira, anlatacaklarım zaten onlar için hiçbir şey ifade etmeyecek.
Zavallı sinaptik yumrularına, boşuna nörotransmitter salgılatıp enerji harcamasınlar!..
···
Biz devam edelim…
1977’de fırlatılan ‘Voyager 1’ uzay keşif aracı, 1990 yılı 14 Şubat’ında, Dünya’dan 6 milyar kilometre uzaklaşmıştı.
6 milyar kilometre! Hayal etmek bile zor!
Düşünün… Ay’ın Dünya’ya uzaklığı 384 bin kilometre…
Güneş’in bile uzaklığı 149,5 milyon kilometre!..
Neredeyse Güneş’ten 40 kat uzağa gitmiş, karanlık bir boşlukta 722 kilogramlık küçük bir otomobil büyüklüğünde bir cihaz.
···
Kameralarını yeniden güç toplamak üzere uzun bir süreliğine kapatmak üzereydi.
Görev ekibinde bulunan Astrobiyolog ve Gökbilimci Carl Sagan’ın ısrarı ile vizörünü geri çevirmiş, sevgililer gününde, 6 milyar kilometre uzaktan, sevgili dünyanın görülebilecek en son noktadan fotoğrafını çekmişti..
İşte üstteki fotoğraf o fotoğraf…
···
Güneşten yansıyan bir ışın hüzmesinin ortasında, sonsuz evrenin siyah atmosferinde asılı duran, bu bir piksel büyüklüğünde görüntü üzerine, Soluk Mavi Nokta (Pale Blue Dot) kitabında aynı başlıkla tarihe geçen şu efsane bölümü yazmıştı Carl Sagan.
···
“Bu uzak gözlem noktasından, Dünya pek ilgi çekici bir yer olarak görülmeyebilir.
Ama bizim için durum farklıdır.
···
O noktayı tekrar değerlendirin. O nokta burası. O nokta evimiz. O nokta biziz.
Üzerinde, bildiğiniz herkes, sevdiğiniz herkes, gelmiş geçmiş tüm insanlık hayatlarını yaşadı.
···
Bütün mutluluk ve kederlerimiz, binlerce kendinden emin dinler, ideolojiler ve doktrinler, bütün avcı ve toplayıcılar, bütün kahramanlar ve korkaklar, bütün medeniyet kuranlar ve yıkanlar, bütün krallar ve çiftçiler, bütün aşık genç çiftler, bütün anne ve babalar, umut dolu çocuklar, mucitler ve kaşifler, bütün ahlak öğretmenleri, yozlaşmış bütün politikacılar, bütün süperstarlar, bütün yüce liderler, türümüzün tarihindeki tüm aziz ve günahkarlar, orada, güneş ışığına asılı o toz zerresinde yaşadılar.
···
Dünya muazzam kozmik bir alanda, çok küçük bir sahnedir.
Tüm o generaller ve hükümdarlar tarafından dökülen kan ırmaklarını düşünün, o şekilde şeref ve zafer içinde, dönemlerinin efendileri olan, yalnızca küçük bir noktanın bir bölümünde, bu küçük pikselin bi bölümünün sakinlerinin, diğer köşesinin, farkları zorlukla ayırt edilebilen sakinlerine yaptıkları bitmek bilmeyen zorbalıkları düşünün.
···
Anlaşmazlıkları ne kadar olağandı.
Başka birini öldürürken ne kadar heveslilerdi.
Düşmanlıkları ne kadar ateşliydi.
Afra tafralarımızın, hayali benmerkezciliğimizin, Evren’de ayrıcalıklı bir pozisyonda olduğumuza dair yanılgımızın boyunun ölçüsü, bu soluk ışıklı nokta tarafından alındı.
···
Gezegenimiz, onu çevreleyen bu azametli kozmik karanlığın içerisinde yalnızca bir zerredir.
Kim ne umarsa umsun, bu engin okyanusta, bizi kendimizden kurtarmak için başka bir yerden yardım geleceğine dair hiçbir ipucu yok.
···
Dünya, bilinen tek yaşam barınağı. En azından yakın gelecekte türümüzün göç edebileceği başka bir yer yok!
Ziyaret? Evet!
Yerleşmek? Henüz değil!
Beğenin ya da beğenmeyin, şu an için ayakta kalabileceğimiz tek yer Dünya’dır.
···
Gökbilim için, insan tevazusunu ve karakterini geliştiren bir alan olduğu söylenir.
Muhtemelen, insanın kibrinin ve ahmaklık düzeyinin anlamsızlığını, küçük dünyamızın bu uzak görüntüsünden daha iyi kanıtlayan bir görüntü zor bulunur.
···
Bana göre bu resim, birbirimizle ilişkilerimizi daha nazikçe kurmamızın ve bildiğimiz tek yuvamız olan soluk mavi noktayı koruyup ona daha fazla değer verme sorumluluğumuzun altını çiziyor…”
···
6 milyar kilometre uzaktan gelen o fotoğraf, bu olağanüstü etkileyici satırları Carl Sagan’a; 1990 yılının tam da sevgililer gününde, nasıl umutlarla yazdırmıştı kim bilir?
Pandemi’nin, bütün dünyadaki insanları aynı anda dört duvar içerisine tıkan süreçte de insanlığın akıllanacağına dair umutlar yazılıp çizilmişti.
Hepsi fos çıktı!
···
Dünya’da, bilimin listesi, nomenkülature binnaris silsilesinde kayıtlı 2 milyon canlı türü var.
Henüz yazılamayan milyonlarca tür olduğu da bilimin malumu.
Sadece şunu söyleyeyim: Bu 2 milyon canlı türü arasında, ‘konut sorunu’ diye bir sorunu olan tek tür insan türü..
Açlık sınırı altında yaşamak diye bir statüye sahip tek tür insan denilen tür!
Bir yerden bir yere seyahat kısıtı olan, birbirine sınır duvarları ören tek tür, insan denilen tür!
···
Biz mi Dünya’daki en zeki türmüşüz?
Hadi yaa!

Mimiklerle teröre destek

Önce şunun altını bir çizelim.
‘Yandaş Medya’ tanımını bihakkın hak eden bir basın yayın kesimi var.
Zaten bunu kendileri de, yandaşı oldukları cenah da, çekinmeden açıkça söylüyorlar.
···
Ancak ‘Muhalif Medya’ diye bir yayın kesimi yok!
Gerçekleri aktaran, soru soran, haber takibi yapan, özetle yandaşlığı reddeden; sayısal olarak fazla olmayan ama etki olarak daha yüksek bir penetrasyona sahip bir medya kesimi var.
···
Dünyanın her yerinde, mevcut erk’in kusurlarını ifşa eden medya organlarına ‘muhalif’ kulpu takılabilir. Ama dünyanın pek az yerinde bizdeki gibi komik gerekçelerle cezalandırma girişimleri ortaya çıkar.
···
Halk Tv program sunucusu Ayşenur Arslan, “mimikleri ile teröre destek verdiği” gerekçesi ile RTÜK tarafından cezaya çarptırıldı!..
···
Mimiğe ceza, ceza değil gözdağıdır.
Mimiğe ceza 40. Piyade Alayı’ndaki cezalı tanktır.
···
Acemi askerin, giysilerini teslim alır almaz duyduğu ilk cümle “askerlikte mantık yoktur!” cümlesidir.
Halbuki askerlikte mantığın dik alası vardır. Ama o mantık askeri prensiplerle bezenmiş bir mantıktır.
···

40. Piyade alayında, bir sutrenin üzerinde, cezalı olduğu gerekçesi ile çürümeye terkedilen tank; bir tanka ceza vermenin mantıksızlığını değil, ‘tanka bile ceza veririz, ona göre ha!’’ mantığını ifade ediyordu.
Amaç tanka ceza değil, erata gözdağıydı.
···
Mimiklere ceza, ceza değil, gözdağıdır.
RTÜK açıkça diyor ki; “bizim çizdiğimiz çerçeve içinde kalmazsan, gözün seğirse cezayı basarız, ona göre!”

İçimizdeki Afganistan

“Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok!” cümlesini de,
“İtidallı, ılımlı Afgan kardeşlerimiz” cümlesini de kimin kurduğunu hatırlıyorsunuzdur.
Ne oldu şimdi?
“İtidalli ılımlı Afgan kardeşlerimiz” kızları okula göndermeme kararı aldı.
···
Peki, “İtidalli ılımlı Afgan kardeşlerimizin” eşleri hiç hasta olmayacak mı?
Hadi hastalanmadılar!
Doğum yapmayacaklar mı?
Kızları okutmazsan “namahreme” doğumu nasıl yaptıracaksın?
···
“Hikmetli Sözler” kitabında ne diyordu İsmailağa cemaatinin merhum lideri Mahmut Efendi:
1- Kadınların dükkân açmasını asla helal değildir.
2-Kadından memur olmaz. Kadınlar mektebe gitmez.
3- Kadın sokakta gezemez.
4- Kız çocuğun orta mektepte, lisede işi yoktur.”
diyordu.
···
Peki “itidalli, ılımlı” afgan kardeşlerimiz ne diyor?
“Kızlar okula gidemez, sokakta gezemez, memur olamaz” diyor.
···
Afgan’lara şaşırıtoruz da bizim Milli Eğitim ne yapıyor?
Cemaat vakıfları ile harıl harıl protokol yapıyor!
Yol aynı yol değil mi?
···
Ben vaktiyle Mahmut Hoca Efendiye sorduğum gibi; “itidalli, ılımlı Afgan kardeşime” de soruyorum!
Hacım, bu doktor işi nasıl olacak?

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi