BİZİM ESAS SORUNUMUZ NE BİLİYOR MUSUNUZ?

Son Güncellenme Tarihi: Haziran 19, 2021 / 15:28

Bu sorunun cevabı sadece sadece iki kelime: Kavramsal düşünemiyoruz. Peki bizim yapamadığımız bu “kavramsal düşünmek” nedir? En basit tanımıyla, nesneler üzerinden değil de onların ortak özellikleri üzerinden düşünebilmek. Bir anlamda soyut düşünebilme yeteneği.

O zaman hemen şu soruyu sormak gerek: Biz neden kavramsal düşünemiyoruz? Çünkü biz nesnelerin, kişilerin, mekânların ya da olayların kendisine, yani “somut”a takılıp kalıyoruz. Onların ifade ettiği esas anlamların peşine düşmek yerine yüzeysel değerlendirmeler yapıp “ne de güzel, ne de doğru düşündüm” diyerek kendimizi kandırıyoruz.

Evet, bugün yaşadığımız tüm sorunların, temelinde var olan o soyut kavramlara inemiyoruz bir türlü. Mafyadan maaş alan siyasetçiyi bulalım elbette. Tefeciden arabuluculuk için milyonlarca avro isteyen, sonraki tavırlarından da bu durumu açık seçik kabul ettiği anlaşılan gazeteciyi yerden yere vuralım tabii. Ama birileri de bu kişilerden, bu olaylardan yola çıkarak temelde yatan esas problemi, “ahlak” kavramını tartışsın lütfen. Kendi kirli ilişkileri video kaydıyla meydana çıkmış bir gazeteci, pislik içinde yüzen diğer gazeteciye “çık konuş kardeşim, ne olmuşsa dosdoğru anlat” diye akıl verdiğinde, birisi de çıkıp bu adamın “ar damarınına ne olmuş?” diye soruversin bir zahmet.

Ne zaman bir kadın dövülse, bir kadın öldürülse tepki gösteriyoruz. Göstereceğiz tabii. 5 yaşındaki çocuğunun gözü önünde öldüresiye dövülen E.M.’yi ve bu olayın faili insan müsveddesini konuşalım, hatta hep konuşalım ki hiç unutmayalım. Özgecan’ları, Şule’leri, Feride’leri, Canan’ları hep hatırlayalım, onları unutursak kanımız kurusun. Ama birileri de ne olur onları katleden canilere cesaret veren “adalet” kavramını tartışsın. Bu sorun ancak “eğitimle çözülür” diyen saf düşünceden bir an önce sıyrılalım ve kadınlara şiddeti kendinde hak gören adamlara “sen haklısın” diyen; Lilith’in hikâyesiyle, Pandora’nın efsanesiyle, çarpık namus anlayışıyla örülmüş kültürel kodlarımızı sorgulamaya başlayalım.

Demokrasinin anlamını, 4-5 senede bir oy vermemizle sınırlandıran, buna ileri demokrasi deyip, bizi bu söylemle kandırmaya çalışan siyasetçiler var. Halbuki demokrasi hakkında iki satır okusak, bu kavramı biraz olsun araştırsak, o siyasetçi doğru mu söylüyor, bizi kandırmaya mı çalışıyor, hemen anlayacağız. Ama demokrasi gibi soyut bir kavramı anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için oy vermek gibi somut bir eyleme ihtiyaç duyduğumuz için bunu yapamıyoruz.

İnsanlık 2.600 yıl önce böyleydi. Soyut düşüceden uzak, hemen her şeyi somuta indirgeyerek anlayabilen bir yapısı vardı. O dönemlerde inandıkları tanrılar bile antropomorfik (insan görünümünde, insan niteliklerini taşıyan) varlıklardı. Soyut düşünme yetenekleri henüz tam olarak gelişmediği için tanrı kavramını bile ancak öyle anlayabiliyorlardı. Tıpkı çocuklar gibi. Çocuklara da soyut bir kavramı anlatmakta çok zorlanırsınız, çünkü onların da kavramsal düşünme yetenekleri henüz gelişmemiştir.

İnsan bu problemi 2.600 sene önce Thales’le başlayan bilimsel ve felsefi düşünceyle aştı. Önce aklını sonra geometriyi keşfetti. Ardından felsefe geldi. Ontolojiyle varlığı, epistemolojiyle bilgiyi, etikle ahlak kavramını sorgulamaya başladı. Şimşek çaktığıda bunu Zeus’un bir laneti olarak değil de bir doğa olayı olarak açıklamaya başladı. Astrolojiyi astronomiye, mitolojiyi tarihe evirdi. Thales’ten 100 yıl kadar sonra Parmenides geldi ve esas kavramsal düşünceyi ortaya koydu. Vehbi Hacıkadiroğlu, “Kavramlar Üstüne” adlı kitabında Parmenides’in yaptığı devrimi şöyle özetliyor: “Parmenides, bir “doğrunun yolu” var bir de “sanının yolu” var dedi. Bunlardan birincisiyle düşünce dünyasını, ikincisiyle de duyular dünyasını kastediyordu. Parmenides’i izleyen idealist filozoflar dizisi (ki bir çok düşünürlere göre gerçek filozoflar bunlardır) her zaman, doğrunun yalnızca düşünce dünyasında bulunduğunu, duyular dünyasının bir yanılsamalar dünyası olduğunu savunacaklardır.”

İşte o meşhur Yunan mucizesi denilen akıl devrimi bu düşüncelerle başladı. Bu devrim “Batı Uygarlığı”nı yarattı. İnancı terk etmedi ama aklıyla yaşamaya başladı. İnançla yaşamayı biz doğululara bıraktı. Kavramsal düşünceyle bilim, felsefe ve sanat üretti. Bizim payımıza da inançlarımızdan ürettiğimiz hurafeler kaldı. Thales’lerle, Parmenides’lerle başlayan Batı geleneği Descartes’lar, Russell’lar, Sartre’lar, Einsten’lar, Hawking’ler yetiştirdi. Biz ne yaptık? Hamdolsun “Düşünmeyin. Düşünenlere de itibar etmeyin. Yoksa inancınızdan olursunuz.” diyen profesörler yetiştirdik. Aklıyla inancını yücelteceğine, inancını aklından korumaya çalışan zavallıların söz sahibi olduğu bir ülke olduk çıktık.

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülke için yaptığı devrimlerin ortak bir amacı vardı. Aklı, kavramsal düşünceyi bu toplumun içine yerleştirmek. Tanrı inancını yitirmeden, dünyayı akılla açıklayan Thales’le birlikte Batı ilk seküler adımını atmıştı. Atatürk de laiklik ilkesiyle iki buçuk asır sonra bile olsa tam da bu adımı attırdı Türkiye’ye. Ama bugün elimizde ne var? O ilerici adımdan korkup, geri adım atmak isteyen, “Laiklik masaya yatırılmalı…” diyen akıldan ari bir milletvekili.

Hadi itiraf edelim. Aramızdaki istisnalar hariç, hemen hemen hepimiz matematik, geometri, fizik, felsefe, sosyolojiden hazzetmeyip, “bunlar hayatta ne işime yarayacak?” diyen çocuklardık. Emin olun şimdiki çocukların da çoğu öyle söylüyor. Ama büyüdükçe fark ettik ki (tabii hepimiz değil, bir kısmımız) kazın ayağı öyle değilmiş. Bu disiplinlerin hepsi de soyut düşünce becerilerimizi geliştiriyor, kavramsal düşünebilmemizi sağlıyormuş. Fakat ne yazık ki yaşı kemale erse bile bu “ne işime yarayacak?” diyen çocukça bakış açısından kendini kurtaramayanlar da var. Üstelik onlar artık çoğunlukta ve ortak aklımızı temsil ediyorlar. Baksanıza biri profesör olmuş, diğeri milletvekili.

Demem o ki, işte bu ortak aklımız sorunlara çözüm getirmekten çok uzakta. Çünkü 2.600 sene önceki insanlar ya da çocuklar kadar yetersiziz kavramsal düşünebilme konusunda.

Gönç Selen

1973 yılında İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Saint Benoit Fransız Lisesi’nde tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Daha sonra Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde Siyaset Bilimi, Galatasaray Üniversitesi’nde ise Felsefe yüksek lisans eğitimi aldı. Ama tezlerini teslim etmeden ruhunu şeytana satıp reklamcı oldu.

Profesyonel kariyerine 2000 yılında Medina Turgul DDB’nin kreatif ekibinde reklam yazarı olarak başlayan Selen, 2007 yılında reklam yazarlığını kısmen bırakarak yine Medina Turgul DDB’de müşteri ilişkileri direktörü olarak görev yapmaya devam etti. 2010 yılında kurucu ortağı olduğu Reklam Çiftliği isimli reklam ajansında kariyerine kreatif direktör ve pazarlama danışmanı olarak devam etti. Medina Turgul DDB ve Reklam Çiftliği’nde görevinden ayrılana kadar hemen hemen her sektörden pek çok ulusal ve uluslararası markaya hizmet verdi.Yine kurucu ortağı olduğu Lokomotif Eğitim ve Danışmanlık Şirketi’nde ise pek çok kuruma eğitim verdi. Eğitim verdiği konular arasında Pazarlama, Marka Yönetimi, İşveren Markası Olmak, İK Pazarlama, Hikâye Anlatımı ve Sunum Teknikleri, Zor Kişilerle Başa Çıkma, Satışçılar İçin Pazarlama gibi başlıklar yer alıyor.

Şubat 2021 tarihinden bu yana ruhunu şeytandan geri alabilmek için online “Felsefe Seminerleri” düzenliyor. Bu seminerlerde günümüz dünyasını felsefe tarihi ve filozofların görüşleri, ortaya attıkları kavramlar üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor.

2022 yılında kurduğu Gönç Selen Danışmanlık Şirketi’nde yönetim danışmanlığı hizmeti veriyor. Bunun yanı sıra yaptığı çalışmalarla felsefenin iş dünyasında da işlevsel hale gelmesine katkıda bulunmaya çalışıyor. Türkiye’nin önemli şirketlerinin üst düzey yöneticilerine, yönetim kurullarına, eğitim şirketlerinin eğitmen ve danışmanlarına felsefe eğitimi ve felsefî danışmanlık hizmeti veriyor. Şirket yöneticileri ve eğitmenlerle birlikte felsefî düşünme antrenmanları yaparak; eleştirel aklı ve stratejik düşünceyi profesyonel hayatta kullanılabilir hale getirmeye çalışıyor.

Şubat 2021’de Gazete Pencere yazarları arasına katılan Gönç Selen, esas mesleği olan felsefe dışında, edebiyat ve müzikle de ilgileniyor. İyi derecede İngilizce, Fransızca ve başlangıç düzeyinde Antik Yunanca biliyor.

Gönç Selen bekâr ve hiç çocuk babasıdır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top