BİZİM PENCERELER YELE KARŞIDIR

Sevgili Karacaoğlan bizim hapishaneler yele hasrettir!
Hapishanelerimiz aynı zamanda edebiyat yatağı…
Bir dolu yazarın en güzel eserlerini cezaevindeyken yazdığını biliyoruz. Cezaevi ayrılık, yalnızlık demek, yaşamın sorgulanması demek, bir insanın yaşamının film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi, sil baştan yeniden yaşamak, her karesinde molalar verip düşünmek demek…
“Dışarda deli dalgalar/Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar/Aldırma gönül aldırma”
Sabahattin Ali’nin ‘Aldırma Gönül’ türküsü herkesin türküsü çünkü yaşanmışlıklardan süzülen şiir. Yıllar önce bir arkadaşımın görüşüne gittiğim Sinop Cezaevi’nin bahçesi, avlusu, girişi, çıkışı ‘Aldırma Gönül Aldırma’ ve Sabahattin Ali oldu, doldu, taştı. Çıkınca denize doğru yürüdüm. Yine deli dalgalar kıyıyı dövüyordu. Hey dalgalar, alın götürün bu türküyü… Hem yüreğimi dağladı hem insan olmanın erdemini hem de dik durmayı öğütledi.
O yıllarda o hapishanede bir ünlü kabadayı yatıyor olacak ki ziyaret ettiğim genç, onun adını fısıldadı. Ben, Sabahattin Ali doluydum. Dikkatimi sadece dünya görüşü için mücadele eden, direnen bir devrimci çekebilirdi. Olmaz olsun hapishaneler!.. Dilimden öyle içten döküldü ki yıllar sonra mahkûmları hasta eden, hasretten öldüren Sinop Cezaevi müze oldu.
Aldırma gönül aldırma acıları anılarda kaldı.
Hapishaneden yadigâr gelen ve yadigâr sandığıma konan o cüzdan.
BONCUKLU CÜZDAN
Yoksulun derdine bir de yoksunluk eklenince dünyası kararır.
Yoksul olunca dert bitmiyor. Tutuklu da olsan cezaevinde elin kolun bağlı da olsa ardında bıraktıklarını geçindirmek zorundasın. Dert çok, derman ellerimden deyip boncuktan aksesuarlar yaparak, mahkûmlara satarak geçinirsin.
Kara kara düşünmeden renk renk boncukları ipe dizersin…
Kaldıysa düşlerin, boncukları ipte bırakır önce kâğıda işleyeceğin boncuk sayılarını tek tek çizersin. Ya da bilen biri çizer önüne koyar. “El elden üstündür, taa arşa kadar” misali oturur, ruh dünyanla işlemeye başlarsın.
Cezaevinden gelen boncuk cüzdanı, ilk kez çıkan bir kitabı elime aldığımda yaptığım gibi ön kapak, arka zemin ve içine baktım. İçi kırmızı kadife, cüzdanın dışı simsiyah boncuklar sadece ön kapakta iki kırmızı gül. Yaprağı, dalı ile bir güzel işlenmiş. Boncuktan yapılan cüzdanı elime alınca kırmızı güllü tüm türküler ipten boşalırcasına boncuk boncuk önüme döküldü. “Kırmızı gül, demet demet/Sevda değil bir alamet/Balam nenni, yavrum nenni” başladım söylemeye…
Türkü bitince cüzdanı ansızın elimden bıraktım. Ürperdim ya bu cüzdanı işleyen “Niye öldürdünüz?”, “Sevdiğim için öldürdüm,” diyerek kadınını öldüren bir mahkûm ise diye ürperdim. Ansızın son yıllarda tanık olduğumuz vahşi öldürme biçimleri aklıma geldi. Siz de anımsadınız, sırtında bıçakla yerde yatan kadının gazete manşetindeki fotoğrafını. O gün o gazetedeki manşet ve şiddetin fotoğrafı da öldürmüştü hepimizi…
Boncuk cüzdanı elime aldım. Usta işi bir boncuk işlemeydi. İsmimdeki Ş harfini iki yeşil boncukla öyle güzel işlemişti ki yeşilin muradına yürüdüm…
Ah, adam ahh!
Adam olduğunu nereden biliyorsun diye sormayın cüzdanı gönderinin notunda cüzdanı yapanın adı soyadı yazılıydı. Gönderen, kitaplarımı okuyan, beğeni ve eleştirilerini sakınmadan mektuplarından yazan biri olduğu için takıların öykülerinin peşine düştüğümü biliyordu.
Yoksa bu adam tetikçi miydi?
Parayla birine özgürlüğünü satanlar, her türlü işi o insan adına yapanlardan biri mi? Vicdan körelmiş, akıl sürgünde, yürek çölleşmiş tetikçide ne arasın sabırla boncukları işleme. Bu boncuklu cüzdanı işlemek ne çok sabır ne çok zaman ne çok emek ister.
Boncuklu cüzdan çaresiz, sabırlı, muhtaç bir elden çıkmış gibiydi. Tıpkı sözcük sözcük işlediğim öykülere benziyordu. Okuyanın aklında iz bırakan, yüreğini titreten, umut veren öyküler gibi.
Yeni yüzyıl, iletişim devrimi, zamanın ruhu, sermaye oyunları, tüketim alanlarının çeşitlenmesi sonunda artık mahkûmların cezaevinde yaptıkları gümüşer takılar, boncuklu objeler tüm ürünler cezaevi dışındaki dükkânlarda satılıyor.
Eskiden kader mahkûmları denir, acınır öykülerine kulak verilir, değişen siyasi iktidarların afları ile çıkar, mahkûmlara ayrılan kadrolarda çalışır, yaşama yeniden uyum sağlar ya da ömürleri cezaevinde tükenirdi.
Siyasi mahkûmların artık en az yatanı on beş, yirmi beş yıl yatıyor. Onlara özgürlük istemek bile suç sayılıyor. Onların bu zulme dayanma gücü, sevdayla savundukları, yaşama dönüştürmek istedikleri dünya görüşlerinin gücündendir…
Ah, bu hapishaneler, ah bu hapishaneler!
Masum değil bu hapishaneler!
Ne acılar taşırlar tek kişilik hücrelerinde, duvarlarında, pencerelerinde, kapılarında, avlularında, görüş salonlarında çıkış kapılarında…
Dünya lideri Benazir Bhutto, hapishanede idam edilen babasının parmağındaki yüzüğü geri alma mücadelesi verirken, bizde darbeler sonunda idam edilen gençlerin mektupları, saatleri, üzerlerindeki eşyalar yakınlarına verilirken ne büyük zorluklar yaşandı. Bana yadigâr gelen bu boncuklu cüzdanı sürpriz saydım.
Göz nuru dökülmüş boncuklu cüzdan cezaevinden gelince yükü de ağır oluyor yüreğe, onu da yadigâr sandığıma koydum…
Tüm cezaevleri kütüphane ve müze olsun!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi