“Bu, boru göstermeye benzemez!”

Son Güncellenme Tarihi: Haziran 27, 2022 / 06:10

Geçmişte yaşananlardan neleri, nasıl aktaracağımıza siyasi seçicilik—uyanıklık—karar veriyor.

Örneğin Şubat ayı, ‘28 Şubat 1997 MGK Toplantısı’ ile anılır. Sonraları, 11 Şubat 2011 sabahı Silivri’deki mahkeme salonuna jandarma sokulup yüzlerce asker tutuklanmıştı. Onlar da hep birlikte Harbiye Marşı’nı söylediler:
“Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti,
Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız.!”.

Ama bunlar hep unutuldu.

Aynı Erdoğan’ın 5 Şubat 2020 AKP Grup konuşması gibi…

“Zahirde demokrat ama aslında faşistin önde gideni olan jakoben zihniyetin yeni bir oyunuyla karşı karşıyayız” diyordu. “Bu, boru göstermeye benzemez” derken açıkça İlker Başbuğ’u işaret ediyor.

Agatha Christie ya da Dan Brown romanlarını aratmayacak o ‘boru’ hikayesi, 2009 başlarında Poyrazköy’de başlıyor. Polis, bir ihbar (!) üzerine askeri alanda kazı yapıyor, 15’i dolu 22 LAW buluyor. LAW—hafif tanksavar silahı—aslında silah değil, mühimmat; çünkü kullan-at tipi, tekrar doldurulamıyor. Elde kalan gerçekten de boru.! Sadece kafile numaraları var—binlercesinde aynı numara. Bulunan el bombaları, mermi, fünye, patlayıcılar gibi…

Yani hiçbiri takip edilemiyor, kaynağa ulaşılamıyor.! Başbuğ’un anlatmaya çalıştığı da buydu.

Aslında ‘askerlerin’ bunları, anahtarları kendilerinde olan depolardan çıkartıp, gazete kağıdına sarıp, toprağa—üstelik suyun içine—gömmeleri akla ziyan ama kumpasların hepsi böyle gelişti.

Bu arada Kayseri’deki bir birlikte ilk somut ‘FETÖ’ olayı ortaya çıkıyor. İki astsubay Cemaat üyesi olduklarını, kumpaslar için ‘cemaat talimatıyla’ belge ürettiklerini itiraf ediyorlar. Soruşturmayı Hava Kuvvetleri Adli Müşavirliği yürütüyor.

Cemaat Genelkurmayı da hedef alıyor. Gazi Üsteğmen Avukat Serdar Öztürk’ün ofisine, 4 Haziran gecesi Genelkurmay’dan çalınan çok sayıda gizli evrak, mermiler ve ‘ıslak imzalı’ ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ fotokopisi bırakılıyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 15 Haziran’da Albay Dursun Çiçek’i İstanbul’a—Beşiktaş’a—sabah kahvesine (!) çağırıyor.

Ama Anayasa ve CMK 250. Md.’ye göre askeri mahallerdeki suçlar nedeniyle, asker kişilerin yargılama görevi askeri mahkemelere ait. ‘Cemaat’ yargısı Kayseri’de de, Ankara’da da sıkışıyor. İşte tam o aşamada hiç beklenmedik bir mucize (!) oluyor…

25 Haziran’ı 26 Haziran’a (2009) bağlayan gece Meclis’te bir yargı (!) paketi görüşülüyor. Arka arkaya değişiklik önergeleri veriliyor—Komisyon’da hiç görüşülmeyen konularda.!

Ne Genelkurmay ne de MSB ile koordine edilmemiş, Genel Kurul’da MSB temsilcileri bile yok.

Muhalefet uyuyor—aynı 2019’daki Askeralma Kanununda da olacağı gibi…!

On üç dakika sonra; asker kişiler askerî mahallerdeki suçları nedeniyle sivil mahkemelerde yargılanabiliyor, değişiklikler devam eden soruşturma ve kovuşturmalarda da uygulanıyor. Hem Kayseri’deki Cemaatçiler kurtarılıyor, hem o kovuşturmayı yürüten askerler engelleniyor, hem de artık emekliler yanında muvazzaf askerler de rahatça hedef alınabiliyorlar.

Başbuğ gece Meclis’te yapılan değişiklikleri öğrenince şaşırıyor ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş.

Önergeleri Adalet Bakanlığı hazırlamış, altı milletvekili Meclis’e sunmuş. Sonuçta FETÖ yargısına dikensiz gül bahçesi sağlanıyor—Meclis eliyle, kararıyla, iradesiyle.!

Dönemin adalet bakanı, sonrasında bir kere daha bakan yapıldı ve—tesadüfe bakın—26 Aralık 2013’e, yani 17-25 Aralık sürecinin ertesi gününe kadar görevde kaldı.

Sabaha karşı 00:59’da önerge verenler vardı ya, görevi onlardan biri devraldı—adalet bakanı olarak.!

O da adalet (!) işlerinde öyle bir temayüz etti ki adeta bakanlığa yerleşti. Şimdi üçüncü kez aynı makamda— ilk icraatlarından biri Kaşıkçı dosyasını ‘katillerinin’ eline teslim etmek oldu.

Evet, aynen böyle…!

Başbuğ yıllar sonra “26 Haziran ‘kanun teklifini’ kim hazırladı?” diye sorunca birileri hopluyor. Erdoğan’ın “Bu, boru göstermeye benzemez” dediği o… Aslında Bağbuğ o kelimeyi kullanmıyor.

Bütün bunlar olurken devleti yönetenler ne yapıyorlardı derseniz “Bağımsız ve tarafsız Türk yargısına güvenin, hiç merak etmeyin” dediler—aynı bugün dedikleri gibi…

Aslında gerçeklik çok daha karmaşık, çok daha iç acıtıcı, utanç verici—buradaki sadeleştirilmiş özet.!

Her ne yapacaksak, önce buralara nasıl geldiğimizi doğru anlamalıyız.!

Her şeyi gözümüzün önünde yaptılar, sonra “Rabbim de milletimde bizi affetsin” dediler.

Askeri FETÖ’ye teslim ettikleri o Meclis oturumu 13 yıl önce bu günlerdeydi…

Emekli piyade (kurmay) tuğgeneral (Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 2005), stratejist, siyaset analizcisi. Uluslararası ilişkiler, politik-askeri stratejik planlama, milli güvenlik siyaseti geliştirme alanlarında; NATO ve/veya Birleşmiş Milletler çerçevesinde icra edilen Körfez Savaşı, Irak Savaşı, Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, El Halil (Filistin), Afganistan gibi milli, çok uluslu ve koalisyon stratejik operasyonlarına ilişkin olarak siyaset belirleme ve harekat planlamasında deneyim sahibidir. Somali, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki operasyonlara fiilen katılmıştır. Kıbrıs’ta iki ayrı dönem halinde toplam dört yıl, NATO uluslararası karargahlarında da toplam dört yıl görev yapmıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), silahsızlanma, silahların kontrolu, güven artırıcı önlemler ve kitle imha silahlarının yayılmasıyla ilgili etkinliklerde, özellikle Bölgesel Silahların Kontrolu, Doğrulama ve Uygulamaya Yardım Merkezi (RACVIAC/ZAGREP), çok uluslu Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG)’nın kuruluşu ve çeşitli Balkan ülkelerindeki Barış İçin Ortaklık (PfP) etkinliklerinde görev almıştır. Yayılmaya Karşı Güvenlik Girişimi (PSI) konsept geliştirme ve PSI çerçevesinde uluslararası işbirliğine yönelik planlama çalışmalarında rol almıştır. Gerek şehir gerekse kırsaldaki terörle mücadelede geniş operasyonel deneyimi vardır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top