Bu muhalefetle değişim çok uzaklarda

“Bir Başkadır” isimli diziden aklımıza kazınan bir replik var; dizinin ana karakterlerinden Meryem, “Dönüyon, dolaşıyon, yine aynı yere geliyon…” diyordu. Adeta Türkiye’yi anlatıyor. Geçtiğimiz hafta türban, üstelik hiç yeri ve zamanı değilken, yine hayatımıza sokuldu. Bu konu en azından kısa ve orta vadede bir krizin veya toplumsal kutuplaşmanın nedeni olmayacaktır. Zaman zaman tartışma konusu olacaktır. Birileri yine yerli yersiz çıkıp “Türbanlı memur olmaz”, “Türbanlı psikolog tarafsız davranamaz” gibi laflar edecektir. Veya siyasiler tarafından üstünde tepinilmeye devam edilecektir. Lakin bu sorun ülkenin gündeminden çıkmış, bundan kaynaklı acılara sebep olan insanlar da (haklı veya haksız, kararı hukuk insanları versin) cezalandırılmıştır.

6-7 Eylül, Varlık Vergisi, Dersim Olayları, Tehcir, Maraş Katliamı, Sivas Katliamı, darbeler gibi tarihi trajediler nasıl ki unutulmuyor ve ders almamız için, toplumsal belleğimizin bir yerlerinde tutuluyorsa, 28 Şubat sürecine de aynı muamele yapılmalı, unutulmamalı, ancak bugünün siyasetine olan tesirinin zayıflaması için gayret gösterilmelidir. Bu konudan kimlerin beslendiği ve nemalandığı belli olduğuna göre, olayı soğutması gerekenler de bellidir. Maalesef buralarda bu işler öyle olmuyor, aymazlığın sonu gelmiyor. Değişime bu kadar ihtiyacımız olan bir dönemde, değişime öncülük edeceğini düşündüğümüz, en azından öyle olmasını arzu ettiğimiz liderlerin vizyonsuzluğu ve aczi bizleri umutsuzluğa sevk ediyor.

Yirmi yıllık AKP iktidarının siyaseten bu denli köşeye sıkıştığı ve güç kaybettiği başka bir dönem olmamıştı. Tüm temel politikaların neredeyse iflas ettiği, bu nedenle eleştirilere tahammülsüzlüğün de zirve yaptığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu tahammülsüzlük öyle bir noktaya geldi ki; muhalefetin türban üstünden mütedeyyin toplum kesimini tavlamaya çalıştığı günlerde AKP iktidarı “Dezenformasyon Yasası”nı meclis gündemine getirdi. Bu durum kısaca şu demek oluyor: Beka tehdidi, vatan, millet, aile teraneleriyle iktidarını sürdürmek için Anayasa’yı bile çiğneyebilen anlayış, toplumun haber alma ve fikir beyan etme hakkına keyfi müdahalelerde bulunabilmeyi yasal hâle getiriyor.

Tabii bu uygulama; ağırlıklı olarak sosyal medyayı hedef alıyor ve sosyal medya kullanıcılarını, yani toplumun kahir ekseriyetini ilgilendiriyor. Birilerinin de çıkıp olan bitenden toplumu haberdar etmesi, bunun keyfi ve yasakçı uygulamaları beraberinde getireceğini topluma anlatması, kamuoyunu aydınlatması gerekiyor. Elbette bunu yapması gereken irade; AKP’nin, Tek Parti Dönemi’nin mesuliyetini yüklediği ana muhalefet partisi… İlla taklitçi bir siyasi üslubu benimsemekte kararlı iseler; “Tek Parti Dönemi”nin yasakçı uygulamalarının, üstüne yenileri de eklenerek ve şiddetlenerek devam ediyor olması üstüne retorik yapmak bile muhalefete yeter.

Çünkü Tek Parti anlayışının bugünkü tezahürü; baskıcı, yasakçı, antidemokratik uygulamaların sahibi, şoven milliyetçi, dinbaz ve neoliberal AKP iktidarıdır. O zamanın çağdışı uygulamalarına, Kemalizm alet edilerek meşruiyet kazandırılıyordu. Bugün; din, beka ve dış tehdit masalları, bu amaç uğruna araçsallaştırılıyor. O zaman, savaş sonrası olduğu için öyle davranmak zorundalardı. Bugün; devletin kılcal damarlarına sızmış hain unsurlara ve dış tehditlere karşı, böyle davranmak zorundalar. Kürt sorununa yaklaşımda, neredeyse bir fark yok. Aradan geçen zamanda, “Alevilik” (ki o da bir seçim mühendisliğidir) bir kültürel etkinlik olarak değerlendirilme noktasına gelindi; cem evleri ziyaret ediliyor, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanmaları için hazırlık yapılıyor. Verilen tüm haklara rağmen, kadın o gün baba figürü altında ikincil bir rolde konumlandırılıyor, en azından korunuyordu; bugün ise iptal edilen sözleşmeler ile kadının önündeki koruma kalkanları kaldırılıyor. Milliyetçilik noktasındaki müstebit tutum aynı kararlılıkla sürdürülüyor. O zamanlar kafatasına bakılırdı, bilimsel gelişmenin de etkisi ile artık DNA testi tavsiye ediliyor. O zamanlarda, talimatla bilimsel temeli olmayan dil ve tarih tezleri üretilirdi, bugünün yöneticilerinin dillerinde Amerika’yı keşfeden Müslüman, Küba’da cami, toprak kaybetmemiş Abdülhamit Han var. Bu arada; toplumu alenen aldatmaya yönelik bu safsatalar da, malum “Dezenformasyon Yasası” kapsamına alınacak mı göreceğiz…

Bu kadar net argümanlar var iken; muhalefet, insanların kafalarındaki örtüyü çekiştirmekle meşgul… Bu politika ile masa ihya olur mu bilmem ama memleketin ihya olmayacağından emin olabilirsiniz. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da dediği gibi biri gollük pası verirse kendileri golü kaçırmıyor. Golü kimin attığının bir önemi yok ama o golü yiyen daima Türkiye oluyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi