Bu sefer ülkenin yarısından fazlası üzüldü..

Düşünsenize. Yıllar önce tüm ülkeleri İstanbul’a getirip, onları bir ortak ülküde buluşturup ülkemize ait bir şehrin ismini verdiğimiz bir sözleşmeyi ortaya koyuyoruz. Ardından bir gece Cumhurbaşkanlığı kararı ile çıkıyoruz. Neden bunlar oluyor ? Çünkü rüzgara göre siyaset ve diplomasi yapıyoruz. Hatta o sırada işimize ne geliyorsa onu yapıyoruz.
OECD üyesi ve aday üye ülkeler arasında kadına yönelik şiddette birinci sırada bulunan Türkiye’nin, bu ayıbı sistematik olarak işlemediğine dair elindeki en önemli kanıt olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması, izlediğim kadarıyla bu sözleşmenin maddelerini hiç okumamış kişiler tarafından yapılan baskıyla gerçekleşmiş durumda.
Sözleşme “hiç kimseyi cinsiyetiyle tanımlayıp, ona cinsiyetiyle muamele edemezsiniz” diyor. Yani cinsiyeti, kişinin özgürlüğüdür, prangası değil. Türkiye’de cinsiyeti ne olursa olsun çocuklara yapılan istismarın en çok kimler tarafından yapıldığı, kadınlara yönelik istismarın da nerelerde yoğunlaştığı göz önüne alınırsa hem suç hem de bir utanç olan bu davranışların, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılarak meşrulaştırıldığı anlaşılıyor. Bundan sonra bu konuda mağdur olanlar kendi adaletlerini sağlamak isterlerse hiç istenmeyen durumlar ortaya çıkacak.
İşimize geldiği gibi siyaset yaptığımız için kimse Türkiye’nin rotasını anlayamıyor. Bir yerlere doğru sürükleniyoruz ama dur bakalım.
Şimdi Merkez Bankası kararını yorumlayayım…
Merkez bankaları, yıllardır söylediğimiz gibi talep enflasyonu ile mücadele eden ve ekonomi ısındığı zaman faizle müdahale eden kurumlardır. Ancak merkez bankaları siyasi kararların piyasadaki yan etkilerini bertaraf etme görevi yapamazlar.
Murat Uysal dönemindeki yönetimin, bahsettiğim yanlış yola girmesi kendi sonunu getirdi ama Naci Ağbal’ın attığı doğru adımlar da onu koltuğundan etti. Buradan anlaşılıyor ki Merkez Bankası’nın yönetiminden şu bekleniyor:
“Sen ekonomideki sorunların, enflasyonun, döviz kurlarının, rezervlerinin durumunun, küresel ekonomik zorlukların Türk Amerikan ilişkilerinin ve Avrupa Birliği ile girilen çatışmaların farkındaymış gibi davranma. Sadece faizleri düşük tut, gerisine karışma, bize görevimizi hatırlatmaya kalkma. Biz istersek enflasyonu düşürürüz, istersek döviz kurlarını da düşürürüz. Bunları başaramasak da seni ilgilendirmez. Sen bizim yanlışlarımızın sonuçlarından dolayı ortaya çıkan kaosu yüksek faizle sakinleştirmeye kalkışma. Doğrusu bu olsa bile senin bu yaptığın bizi siyasi olarak zora sokuyor. Çünkü biz her an erken seçim yapabiliriz.”
Özetle Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal, belki uzun zamandır Türkiye’nin görebileceği en doğru icraatları yapıp en doğru adımları attı ama anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanlığı kendisinden sorunları çözmesini değil, durumu idare etmesini bekliyormuş. Dolayısıyla yeni atanan Başkan’ın da daha gelir gelmez sarfettiği cümleler bu siyaset tarzının aradığı kişi olduğunu bize gösteriyor.
Açıkçası tüm bu adımlar ve kararlar Türkiye’nin adım adım bir erken seçime gitmekte olduğunu gösteriyor. Ancak alınan kararlar ve bunların sonuçları hem iktidarı hem de vatandaşı sıkıntıya sokacak gibi gözüküyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi